“Türkler hep tarih yapan bir millet olmuş ama tarihi yazma işini başkalarına bırakmıştır. Biz ülkücüler de aynı atalarımız gibi yaptığımız tarihi kendimiz yazmadık ama bu fasit daireyi kırma zamanının geldiğine inanıyorum.”
“Ülkücüler bu coğrafyanın en çilekeş neslidir.” desem mübalağa yapmamış olurum.
Özellikle 1970 ve 80’li yıllarda yaşayan ülkücüler milli ve manevi hassasiyetleri gereği ülkenin içinde bulunduğu duruma müdahale etmiş ve sonunda yaşanan olaylar sebebiyle bunun çilesini de çekmiştir.
Bu süreçte ülkücü hareket binlerce mensubunu şehit verdi, binlercesini gazi yaptı ve yine binlercesi de adına “Yusufiyeliler”, “Taş Medreseliler” adını aldıkları cezaevlerine düştüler.
Her ne kadar ülkücüler girdikleri cezaevlerini “Yusufiye Medreselerine” çevirseler de çilenin her türlüsüne muhatap oldular. Özellikle 12 Eylül darbecileri kotardıkları 1980 darbesinden sonra cezaevlerini birer zindana çevirdiler. Ülkücüler bu zindanlarda değişim işkencelere, baskılara, zulümlere maruz kaldılar. Mamak gibi yerlerde Namaz takkesi taktı diye şehit edilenler oldu. İstiklal marşı okumadı diye işkencelerden geçirildi. O dönemin çilekeş neslinin en azı on yıl hapis yattı. 1992 yılında çıkarılan bir afla dışarı çıkan ülkücüler bu kez de hayat mücadelesi ile savaştı. 18-20 yaşlarında gençliğinin baharında cezaevine giren bu çilekeşler 30-32li yaşlarda dışarı çıkında esas savaşın hayat mücadelesi olduğunu gördü. Ama onlar yılmadı, yıkılmadı ve 1980’lerde verdikleri şanlı mücadelenin bir benzerini de hayat mücadelesine karşı verdiler.
Her zaman söyledim ve yine söylüyorum: Bu çilekeş neslin henüz tarihi yazılmadı. Verdikleri şanlı mücadeleler kaleme doğru dürüst alınmadı.
Alınmadı derken lokal olarak çilekeş ülkücülerin yaşadıklarını yazmayanlar yok değil. Bireysel olarak buna çaba gösteren birçok arkadaşımız oldu. Çoğu ya roman tarzında ya da hatıra tarzında yaşadıklarını kaleme aldı. Ama bunun yeterli olmadığını düşünüyorum. Aslında bu çilekeş neslin romanları yazılmalı, piyesleri oynanmalı, sinemalarda filmleri çekilmeli ve verdikleri şanlı mücadele tarihe mal edilmelidir. Çünkü milli ve manevi değerlerle yetiştirilecek olan gelecek nesillerin bu şanlı mücadeleden alacakları çok büyük dersler var.
Ülkücülerin yaşadıkları çileli hayatlar hakkında kalem oynatanlardan biri de kendisi de on yıldan fazla cezaevinde yatan ülküdaşımız Fahrettin Masum Budak’tır. Budak, Türk düşüncesi ve ülkücü hareket ile ilgili yazıları ve eserleriyle tanınan bir yazardır. Ülkücü camianın içinde yer alan ve özellikle milliyetçi, ülkücü bir perspektiften sosyal, kültürel ve tarihsel konuları ele alarak eserler vermiştir.
Fahrettin Masum Budak, özellikle Türk milliyetçiliği ve ülkücü hareketin düşünsel altyapısını anlamaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Ülkücü düşünceyi savunmuş ve bu bağlamda birçok önemli yazı yazmıştır. Türk milliyetçiliği, Osmanlı tarihi ve Türk devlet anlayışı üzerine yaptığı derinlemesine analizlerle tanınır.
Budak, kaleme aldığı eserlerinde sıklıkla, Türk milletinin kültürel mirası, milliyetçilik anlayışı ve ülkücü hareketin temel felsefi öğeleri ile birlikte Türk dünyasının güncel sorunlarına dair görüşleri ön plana çıkarmıştır.
Son kaleme aldığı eser ise “Yakından Tanıdığım Taşmedreseliler” adını taşıyor. Budak bu eserinde akıcı bir üslupla çoğunu cezaevlerinde tanıdığı benim de içlerinde bulunduğum 50 çilekeş ülkücünün yaşadıklarını, cezaevi anılarını ve o zor şartlarda hayata nasıl tutunduklarını anlatmaya çalışmış.
Her ne kadar zahiren bir anılar kitabı gibi görünse de “Yakından Tanıdığım Taşmedreseliler” isimli bu eser, Türk düşünce tarihi ve ülkücü hareket üzerine yapılan derinlemesine bir inceleme özelliği de taşıyor.
Fahrettin Masum Budak, 50 ülkücünün çilekeş hayatına dair manzaraları kaleme alırken aslında ülkücü hareketin tarihsel arka planına da değinmiş oluyor. Çünkü cezaevlerinde bulunan bu çilekeş nesil ülkücü hareketin belkemiğini oluşturan bir kadro olarak tarihe geçmiştir.
Değerli ülküdaşım Budak’ın kaleme aldığı “Yakından Tanıdığım Taşmedreseliler” kitabının bütün ülkücüler tarafından okunmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çükü tarihini bilmeyen geleceğine doğru yön veremez. Kitaptaki 50 kişinin hayatı bir anlamda davası için her şeyini feda etmenin ne demek olduğunu fiili olarak gösteren ülkücülerin tarihinin özetini oluşturmaktadır.
Çilekeş 50 ülkücünün hayatının özeti olan eserin akıcı bir üslupla ele alındığını gösterme bakımından kitapta benimle alakalı bölümü yayınlamanın doğru olduğunu düşünerek sizlerle paylaşıyorum. Eminim siz de benim gibi kitabı okuduğunuzda “İyi ki böyle bir eseri okudum” diyeceksiniz.
ÜLKÜCÜ HAREKETİN YAZAR VE MÜTEFEKKİRİ: SELİM ÇORAKLI
İlim İlim bilmektir.
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır.
Okumaktan murat ne,
Kişi hakkı bilmektir.
Çün okudun bilmezsen,
Ha bir kuru emektir.
Selim Çoraklı’yı ne Taşmedreseler de, ne Ülkü Ocaklarında ne de partilerin düzenlediği toplantılarda tanıdım. İstanbul Taşmedreseliler il başkanlığı iftar yemeği tertiplemişti. Sponsorluğunu da Erdem Karakoç yapıyordu. Benim huyumdur. Herhangi bir kalabalık masadansa tenha bir yeri tercih ederim. Toplantıları kuş bakışı görmek benim en arzu duyduğum bir harekettir. Kim ne yapıyor ve kim kiminle alakalı ve kim ne konuşuyor gibi toplantının ana konusunu öğrenmek birincil olarak düşündüğüm hususlardır.
Yukarıda bahsettiğim iftar toplantının en son kısmında arkadaşımla beraber oturmuş bekliyorduk. Oturduğumuz masa yaklaşık on kişilikti. Masaya gelenleri tebessümle karşılıyor ve “Hoş geldiniz” diyerek hal ve hatır soruyordum. Kısa bir zaman sonra masamıza iki arkadaş gelip oturdular. Onları da aynı şekilde karşıladım ve memnuniyetimi izhar ettim.
Yeni gelen bu iki arkadaşı tanımıyordum. Elbette ilerleyen dakikalarda soracak ve kim olduklarını öğrenecektim. İkisi de biraz şişmanca ve orta yaş grubundaydı. Devamlı kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Konuştukları konu toplantıyla ilgiliydi. Az sonra başka konuya geçtiler. Ben de hem yanımdakilerle ilgileniyorum hem de bunlara az da olsa kulak veriyordum.
Bu iki arkadaş genelde kültür ve kitap üzerine sohbetler yapıyorlardı. İlgimi çekti. Sorular sordum ve kim olduklarını öğrendim. Zaten toplantılarımızın asıl gayesi de eski arkadaşlarla yeniden bir araya gelmek ve yeni arkadaşlarla da kuvvetli bağlar oluşturabilmekti. Yoksa yemek her yerde ve her evde vardır. Kimse bu tür toplantılara yemek için gelmez ve burada bir takım zorluklara katlanmaz. İyi biliyoruz ki özellikle dışarıdan gelen bu arkadaşların çoğu yenilen yemeğin on katı masraf ederek geliyorlardı.
Bu iki arkadaştan biri kendini şöyle tanıttı:
“Gazeteci yazarım. İsmim Selim Çoraklı. Bayburtluyum. Yusufiyeliyim. Küçükçekmece Sefaköy de bürom var. Kitap vs. işleriyle uğraşıyorum. Yani yazarım ve onlarca yayınlanmış kitabım var. Eğer yolunuz düşerse sizleri büromda ağırlamak isterim.”
Selim Çoraklı “yazarım” deyince “meslektaşız” dedim. Doğrusu çok da sevindim. Çünkü yazarın derdini yazar bilebilir ve yazarın kıymetini de yazar bilebilirdi.
Eserlerini sordum. “Çok var. Siyasi, sosyal ve dini konularda kitaplar yazdım.” Mesela kaç tane deyince, “Yayınlanmış 105 adet kitabım var.” dedi.
“105 kitabım var” cevabını duyunca doğrusu bir an şaşkınlık geçirdim. Henüz altmışına merdiven dayamış bir insanın bunca eser yazması ve bunu yayınlaması kolay değildi.
Hal böyle olunca Selim Çoraklı daha çok ilgimi çekti. Biraz daha deşmek ve başka şeyler de öğrenmek istedim. Türkiye’de 105 eser yazan bir adamı tanımamam bence bir eksiklikti. Hele özellikle bizim camiadan birisini tanımamak tam bir aymazlıktı. Yazarını, çizerini tanımayan bir camianın başarılı olma şansı ne kadar olabilirdi?
Selim Çoraklı gibi bir ülküdaşımızın olması bizler için bir şanstı. Ancak bu şansı hiç birimiz verimli kullanamamışız. Onu kıyıda köşede bırakıp yolumuza devam etmişiz. Bu, bence toplumumuzun ve Türkiye’mizin büyük bir ayıbıdır. Böylesine hazine değerinde bir adam adeta gizlenmiş ya da gizlettirilmişti. Okuyanımızın, yazanımızın az olduğu bir camiadan gelmemiz bizi bakın görün ne hallere sokmuştur. İçimizden çıkan bir düşünürün, kalem ve ilim erbabının bir partinin ilçe veya il başkanı kadar tanınmaması oldukça düşündürücüdür.
Selim Çoraklı ile o akşam epeyce sohbet ettik. Bu sohbette siyasi olaylardan dolayı üç kez hapishaneye girdiğini ve iki kez de (biri kurşunla biri bombayla) yaralandığını öğrendim. Uzun zaman hapis yattığı gibi yıllarca da kaçak gezmiş. Zaten bu sohbetimizde onlarca ortak arkadaşımızın olduğunu da öğrenmiş oldum.
Taşmedreselilerin hayatlarını yazdığım yeni kitabıma Selim Çoraklı’yı da konuk etmeyi düşündüm. Konuşmamız sırasında Selim Çoraklı da bir erken uyarı aklı olduğunu da fark ettim. 1987 yılında hapisten çıktıktan sonra 12 yıl (1987-1999) FETÖ’cüler içinde bulunmuş. Bulunma sebebini özetle şöyle izah etti:
“Bizim gençlik yıllarımızda idealimiz ve teorisini yaptığımız Turan ülküsünü onlar pratikte uyguluyordu. Özellikle yurt dışındaki Türklere yönelik faaliyetlerini öğrenince beraber çalışmanın idealime uygun olacağını düşündüm ve içlerine girdim. Ancak yüzlerine Türk İslam maskesi geçiren bu yapının bir ihanet şebekesi gibi çalıştığını 1996 yılında açık biçimde görünce ayrılmaya karar verdim ve bunlarla hayatım pahasına mücadele etmeye başladım. 1999 yılında bir TV kanalında 3 saat bunların uluslararası istihbarat örgütleriyle ilişkilerini anlattım. Devlete de gerekli bilgileri verdim ama ilgilenen olmadı. Çünkü her yeri ahtapot gibi sarmışlardı.”
Selim Çoraklı bunların içinde iken de ikaz yazıları yazmış. Belki düzelirler diye çok çaba harcamış. 1992 yılında “Fetullahçı Paradigmanın İflası”, 1996 yılında da “Cemaatin Kırılma Noktaları” isimli geniş makaleler/ raporlar yazarak ikaz vazifesini yerine getirmiş. 1999 yılında ayrılışının ardından FETÖ’cüler onu hain ilan etmiş ve özellikle ekonomik olarak bitirmek için ellerinden geleni yapmışlar. Çoraklı bu arada TV konuşması, gazete ve dergi yazıları yanında bu karanlık yapıyı deşifre eden 4 kitap kaleme almış ama FETÖ’cülerin korkusundan yayınlayacak hiçbir yayınevi çıkmamış.
Selim Çoraklı ile bu yemekte tanışmamız benim için önemli bir kazanım olmuştu. Kalkarken kendisine, “Sizi de ülkücülerle ilgili hazırladığım kitabıma misafir etmek istiyorum.” dedim. Çok memnun oldu. “Ama önce bir araya gelip konuşmamız lazım.” dedi. Memnuniyetle deyip vedalaştık.
Çerkezköy’e geldiğimde yapılan bu toplantının mahiyeti hakkında bir makale kaleme aldım. O yazıda özellikle Selim Çoraklı’yı ön plana çıkararak ismini kalın çizgilerle zikrettim. Aradan iki üç ay geçmişti. Telefon ederek “Görüşelim” dedim. Memnun oldu. ”Sizi Cumartesi günü büromda bekliyorum, ineceğiniz yerden alırım.” dedi.
Şair Yazar Tolga Kenan Aras’la bürosuna gitmek üzere Metrobüse bindik. Bizi önceden ineceğimiz yerde bekliyordu. Metrobüs’ten iner inmez bizi karşıladı ve özel arabasıyla bürosuna götürdü.
Güler yüzlü, bol sohbetli ve samimi bir insanla karşılaşmamız bizi rahatlatmıştı. Kendisine ait özel bürosunda hem sohbet ettik hem de iç ve dış gelişmeler hakkında yorumlar yaptık. Özellikle ülkücü hareket hakkında herkes görüşlerini, düşüncelerini ve bakış açıları açıklayarak gelecekte izleyeceğimiz yol konusunda açıklamalarda bulunduk.
Keyifli bir sohbetin ortasında iken bürosuna şöyle bir göz ucuyla gezinti yaptım. Yaklaşık 7 bini aşkın bir kütüphanenin sahibi Çoraklı’nın 105 tane esere imza atması gurur verici diye düşündüm. Böyle okuyan, düşünen ve yazan ülkücü arkadaşlara bu davanın şiddetle ihtiyacı vardır.
Burası bir ofisten çok kütüphane gibiydi. Kitaplara bir süre hayran hayran bakmaktan kendimi alamadım. Burada resmen bir hazine yatıyordu ve geleceğimizin şekillenmesine yardımcı olacak nice fikri nimetler vardı. Her bir kitap ve her bir kitabın satırı medeniyetlere ışık tutacak cinstendi. Böyle birini tanımaktan çok memnun oldum.
İçimden Çoraklı’ya teşekkür etmeyi bir kenara attım. Bizzat yüzüne karşı gözlerinin içine bakarak yazdığı bu eşsiz eserlerden dolayı kendisine teşekkür ettim.
Karşımda çok başarılı bir kültür devi vardı. İnsanlar popülist yaklaşımlarla ne yaptığı net olmayan kişileri ünlü yaparak geleceklerini karartabiliyorlar. Oysa ünlü yapılacak ve ünlü olabilecek insan karşımızda duruyordu. Her ağzını açtığında, her olayı akıl süzgecinden geçirdiğinde ve yazılan konuşulanları yorumladığında peş peşe sıralanan yeni düşüncelerin doğuşuna zemin hazırlıyordu. Bu derin kültür yüklü adamın yanında olmak ve ondan feyiz ve bereket almak tam bir şans faktörü olarak değerlendirmek lazımdı. Ağzını her açtığında insanın dinleyesi ve ondan birçok şey öğrenesi geliyordu. Eskilerin deyimiyle sanki ağzından bal damlıyordu.
Selim Çoraklı’nın yanında birkaç saatin nasıl gelip geçtiğini doğrusu hiç fark etmedik. Çıkarken her birimize kendisinin “Murat Soylu” müstear ismiyle kaleme aldığı “Türkün Son Başbuğu Alpaslan Türkeş” isimli eserini imzalayıp bizlere hediye etti.
Doğrusu Çoraklı’nın zarafeti, alicenaplığı ve tevazuu bizleri etkilemişti. Ayrılırken, kendisinden aldığım bilgiler yeterli olmazsa hakkındaki birçok bilgilerin internette olduğunu söyledi ve bana bu meyanda daha kolay bir yolun olduğunu göstermiş oldu.
Bizi aynı şekilde Metrobüse kadar getirip bırakması Çoraklı’nın konuklarına verdiği değerin önemini gösteriyordu. Bu aynı zamanda ondaki seçkin bir karakterin varlığını açığa çıkarmıştı.
Eve geldiğimde Google’ye Selim Çoraklı yazdım. Gerçekten de hakkında çok geniş ve doyurucu bilgiler vardı. Tabii buradaki bilgiler eserleriyle, eylemleriyle ve hapishane ve mahkemeleriyle ilgiydi. Daha dip ve detaylı bilgiyi ilerleyen zamanlarda telefonla alabileceğimi söylemiştim.
Gazeteci- Araştırmacı- Yazar Selim Çoraklı, 1960 Bayburt doğumlu. İlkokulu köyünde, orta ve lise tahsilini Gümüşhane’de tamamlamış. Liseyi bitiremeden o dönemdeki anarşik olaylardan dolayı eğitimine devam edememiş. Önce Ankara, sonra da İstanbul’a gider. Bu dönemlerde ülkücü hareketin aktif bir ferdi olarak çalışır. Karıştığı olaylardan dolayı 1979 yılında cezaevine girer. Bir ara çıkmış ama 23 gün sonra tekrar cezaevine düşmüş. Bu sebeple 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştiğinden Edirne cezaevindedir. Cezaevine girmeden önce bir kez silahla bir kez de bombalı saldırıda yaralanır. Yediği bombanın bir parçası hala vücudundadır. İki kez Ülkücü gazi olma mertebesine ulaşır. 1983 yılında cezaevinden çıkar ama yargılandığı davalardan dolayı senelerce mahkeme mahkeme sürünür.
1983 de askerliğini yapar. Askerlik hayatı da çok hareketlidir. 1984-85 yılları arasında müteahhit bir firmada çalışır. 1986 yılında zamanın meşhur 163. Maddesinin kollarına yakalanır ve yazdığı iki sayfalık bir yazıdan dolayı tekrar cezaevine düşer. Bir yıl yattıktan sonra tahliye olur ama o yazıdan dolayı aldığı 4 sene 7 ay cezasını Yargıtay tasdik eder ve Çoraklı yeniden kaçak duruma düşer. Kaçak gezdiği 1987-1992 yılları arasında cezaevine girmeden önce tanıştığı Fethullahçılar arasında kalır. Bu dönemde Cemal Doğan ismini kullanır ve başta Fetullahçıların özel dergisi olan Sızıntı’nın yazı kurulunda görev yapar. Fetullahçıların değişik birimlerinde yurt sorumluluğu, bölge imamlığı, Ege Üniversitesi imamlığı, Kredi Yurtlar imamı ve bölge sorumluluğu yapar. Yine aynı dönemde Zaman gazetesinde araştırma yazıları yazmanın dışında düşünce yazıları da kaleme alır. 1992 yılında 163. Maddenin Özal tarafından kaldırılması üzerine cezası düşer. O da serbest kaldığı için Zaman gazetesinin merkezine yollanır.
Zaman gazetesinin merkezinde bir yıl kaldıktan sonra buradaki bazı anlaşmazlıklardan dolayı yurt dışına gitmek ister ve Balkanların küçük ülkesi Makedonya’ya giderek orada Zaman gazetesini “Türkçe-Makedonca” olarak çıkarır. 3 yıl Makedonya Zaman genel müdürlüğünü yapar. Yine bu dönemde Türkiye Zaman gazetesinde köşe yazıları yazar. 1996 yılının başında Makedonlar Çoraklı’yı sınır dışı edince yeniden Zaman gazetesinin merkezine döner. Neden sınır dışı edildin diye kendisine sorduğumuzda şöyle cevap verdi:
“Ben polemik türü gazeteciliği severim. Makedonya’da da onu yaptım. Türkler ve Romları (Müslüman Çingeneler) teşkilatmaya çalıştım. Arnavut ırkçılığı yapan Meşihat (Diyanet) başkanı hakkında yazılar yazınca kardeşi İçişleri bakanlığı müsteşarıydı. Uğraşıp beni sınır dışı ettirdi.”
Gazetenin merkezine dönünce Araştırma ve Düşünce sayfasını yönetmeye başlar ve buralarda yazılar yazar. Bu arada yapı içindeki bozulmalara, dünyevileşme ve sekülerleşmeye karşı eleştirilerini artırır. 1996 yılının sonunda “Cemaatin Kırılma Noktaları” adı altında 40 maddelik 20 sayfalık bir rapor hazırlayarak başta Fetullah Gülen olmak üzere herkese verir. Bu girişimi yapı içinde ciddi rahatsızlık meydana getirir ve Çoraklı’yı gazetenin merkezinden uzaklaştırmak için evden yazmasını isterler. Çoraklı evden hem düşünce yazıları yazar hem de “Kitabi Kritik” isimli bir sayfada kültür sanattan bağımsız olarak tam sayfa olarak kitap kritikleri yapar. 3 yıl sürdürdüğü kitap kritikleri alanında 150’ye yakın kitabın enine boyuna tenkidini ve eleştirisini yapar ve ciddi ses getirir. Yaptığı bazı kritiklerden dolayı bazı yazarlar Çoraklı’ya darılır. Çoraklı’ya göre kitap alanında ciddi eleştirmenler olmadığı için önüne gelen kitap yazar ve kimse de bunları sorgulamaz. Kültür sanat sayfalarında ise sadece kitapların tanıtımları ve övgüleri yapıldığı söyler.
Çoraklı evden çalıştığı dönemde bir zamanların önemli radikal İslamcı yayınevlerinden biri olan “Birleşik Dağıtım” da yayın yönetmenliği yapar. Kitap dergisini çıkarır.
1999 yılına kadar evden yazan Çoraklı Fetullahçılar ile arasını iyice açar. Artık Çoraklı bu yapının İslam ile bir alakaları olmadığını açık biçimde dile getirir. Bu açıdan 21 Şubat 1999 (Bu tarih memleketi olan Bayburt’un kurtuluş günüdür) tarihinde Zaman gazetesinden istifa ederek ayrılır. Yapıyla da bağını koparır ve bundan sonra onların yamukluklarıyla mücadele edeceğini ilan eder.
Zaman gazetesinden ayrıldıktan sonra bir dönem Namık kemal Zeybek’in çıkardığı “Ayyıldız” isimli gazetenin altyapı çalışmalarında bulunur, ancak gazete çıkmadan ayrılır. 1999 yılının Haziran ayında ise Cuma Dergisi’nin yayın yönetmeni olarak işe başlar ve bu vazifesini derginin ceza alarak kapandığı 2005 yılına kadar devam eder.
Çoraklı’nın birçok gazete ve dergide makale yazarak hayatını sürdürdüğünü görüyoruz. Hergün ile başlayan yazı hayatını, Yeni Devir, Selam, Zaman, Kız Kulesi, Akit gazeteleri ile Ülkü Yolu, Sızıntı, İmza, Vahdet, Mektup, Kitap, Cuma vb. dergilerde devam ettirir.
Çoraklı boş oturup boş kalkmaz. Mücadelesini bulunduğu bütün zaman ve mekânlarda en etkin bir şekilde devam ettirir. Bir yandan evine ekmek götürürken bir yandan da fikirlerini yaymaya çalışır.
Cuma dergisinin generallerin açtığı 60 milyarlık davadan dolayı kapanmasının ardından işsiz kalır. Çoraklı, Türkiye’de Cuma Dergisinin kapağına 28 Şubat’ın en kudretli generalleri olan Çetin Doğan, Tuncer Kılınç ve Hurşit Tolon’un kafalarını sinek 2-3-4 kâğıtlarına basarak “Disiplinsiz Paşalar” isimli kapak dosyası hazırlar. Generaller, “Dergi bizi sinek kâğıtlarına basarak pislik dedi” gerekçesiyle dava açarlar ve faizleriyle beraber dergi 100 bin lira cezaya çarptırılır. 2003 yılında açılan bu davadan 2015 yılında beraat eder.
Çoraklı bu dönemden sonra kitap çalışmalarına ağırlık verir. FETÖ aleyhinde 4 kitap yazar ama bunları yayınlamayı hiçbir yayınevi cesaret edemez. Bu dönemde yayın yapan Milliyetçi bir yayınevi de basmaya karar vermesine rağmen FETÖ’cülerin baskısıyla vaz geçer.
Çoraklı bu dönemlerde gazetelerde yazacak yer bulamasa da birçok internet sitesinde yazılarını yayınlar. Dedim ya; Çoraklı çok yönlü bir arkadaşımızdır. Güçlü bir kalemi vardır. Araştırır, yazar, yorumlar ve kamuoyu oluşturur. O yazarken bazen müstear isimler de kullanmıştır. Cemal Doğan, Ayhan inal Kurt, Cemal Haksöyler, Selim Yusufoğlu, Dr. Selman Yapar, Selim Bayburtlu, Süheyla Yalçınkaya, Selman Yusufoğlu ve Lütfullah Müftüoğlu bunlardan sadece bir kaçıdır. Çoraklı, sanki bir makine gibi döktürmüştür. “Acaba o otomatik bir makine mi?” diye insan düşünmeden edemiyor. Bu kadar yazıyı nasıl yazabilmiş ve nasıl kitaplaştırabilmiş diye kendi kendime çok sormuş ve çok düşünmüşümdür.
Çoraklı yazmayı bir kitabında şöyle tarif ediyor:
“Yazmak okumakla dolan bir kafanın yazı ile boşalmasıdır. Yazmak, doğruları ifade ederken her hangi bir çıkar düşünmemektir. İçinden geçenleri, ruhunda hissede hissede, duya duya, doya doya yazmak yazarın en önemli vazifesidir. Yaşanan tecrübeleri başkalarının da yaşamaması, onca çileye katlanmaması için yazmak bir vecibedir.”
Selim Çoraklı’nın okuma konusunda düşünceleri de enteresandır:
“Okumak hayati bir faaliyettir ve soylu bir eylemdir. Okumayı boş zamanları geçirme aracı olarak değil, bir hayat anlayışı ve bir hayatın yakıtı olarak görmek gerekir.”
Çoraklı velut bir kalemdir. Birbiri ardına piyasaya kitaplarını çıkarır. Siyasi, sosyal ve dini alanda onlarca kitap yazar. Bu arada birçok yazarın kitabının editörlüğünü de yapar.
2009 yılında Hayat yayın grubunda yayın yönetmenliği görevine başlar. 2 yıl boyunca değişik yazarların yüzlerce eseri yayın piyasasına kazandırır. Bu arada Ahmet Maranki’nin birçok eserinin hazırlanmasını sağlar. Maranki’nin Komik Yaşam, Al Baraka’nın Bereket ve Türkiye Finansın Paylaşım dergilerinin koordinatörlüğünü yapar.
Çoraklı’nın şairlik yönü de vardır. Bunu pek ön plana çıkarmaz. Çünkü yazdığı şiirlerden daha iyi şiirlerin olduğunu, kendisinin şiir alanında maharetli görmediğini belirtir. Onun şiirlerini inceleyenler kendisine bu konuda haksızlık yaptığını belirtirler. Gayet sanatsal yönü çok ağır basan didaktik şiirlerinin olduğunu söylerler.
Çoraklı ayrıca iyi bir hiciv yazarıdır da. Cuma dergisinde 5 yıl devamlı olarak “Molla Hasım” müstear ismiyle hicivler yazar. Bu hicivlerinden dolayı başta Enver Ören olmak üzere birçok kişi milyarlarca liralık tazminat davaları açarlar ama Çoraklı hepsinden beraat eder. Mahkemelerde avukat tutmaz ve kendini savunur. Bazı mahkemeler gerçekten edebiyat alanında örnek gösterilecek hicivlerle süslenir.
FETÖ isimli karanlık örgütten ayrılmasından 2014 yılına kadar bu yapıyla mücadele eder. Onların ileride vatana, millete ve İslam’a büyük zararlar vereceğini yazar ve söyler. Değişik TV kanallarında konuşur ama kimse dinlemez. Hatta FETÖ’cüler Ak partililerle beraber Çoraklı’yı hain ilan ederler.
2014 yılında FETÖ ile başlayan kavgada Çoraklı devletinin yanında yer alır ve 2014 Şubat ayında bu yapının karanlık yönlerini deşifre etmeye başlar. Sabah gazetesi söyledikleri “FETÖ TSK, Emniyet ve Yargıda Hücre Tipi Yapılanma Yaptı” manşetiyle söylediklerini gündeme taşır. Bu tarihten sonra Çoraklı bu yapıyla alakalı bilgi ve belgeleri hem kamuoyuyla hem de devletle paylaşır. Bildiklerini 55 sayfalık bir ifade ile Ankara Başsavcılığına verir. Bu dönemde FETÖ’cülerin darbe hazırlığı yaptığına dair bilgileri görevlilerle paylaşır, sosyal medyadan yayınlar ama kimse bu hainlerin darbe yapacağına ihtimal vermediği için dinlenmez.
FETÖ’nün yayın organları bu dönemde Çoraklı aleyhine birçok yayınlar yapar. Çoraklı bu yapının yalan haber ve dezenformasyon hususunda dünyanın en karanlık ve güçlü örgütü olduğunu dile getirir. Devlette hücre tipi yapılanmaya giden bu yapı ile baş etmenin zorluklarını dile getirir. Gerçekten de öyledir. FETÖ’cü diye bir görevden alınanın yerine atanan kişiler de FETÖ’cü çıkar. Devlet bu hususta neredeyse çaresizdir. Çoraklı var gücüyle bu yapının yalanlarını, dezenformasyon planlarını, gizli birçok operasyonunun deşifre edilmesini sağlar. “Hedefe gitmede her yolu meşru gören bu karanlık zihniyetin, yapmayacağı hiçbir şey yoktur.” Diyen Çoraklı FETÖ’nün medya organlarına karşı da birçok dava açar ve kapanmaları için mücadele eder. Bu sebeple bugün mahkemelerde görülen bütün FETÖ medya davalarında Çoraklı ya müşteki ya da tanık olarak bulunmaktadır.
Çoraklı bu karanlık yapıyla ilgili önemli bilgileri ve üst düzey yöneticilerin isimlerini 2014 yılında devlete verir. Ancak ne kadar hazindir ki bu tarihten 15 Temmuz 2016 tarihine kadar örgütün bütün üst düzey isimlerinin yurt dışına kaçmalarına kimse mani olmaz. Bu sebeple bugün örgütün birkaç istisna hariç bütün üst düzey yöneticileri yurt dışında bulunmakta ve devletimizin aleyhinde çalışmaktadır.
Çoraklı’nın bu karanlık yapıyla ilgili açıklamalarından dolayı örgüt onu ölüm listesine alır. 15 Temmuz sonrası yakalanan ölüm listelerinde Çoraklı medya ayağında infaz edileceklerin içinde dördüncü sırada yer aldığı görülür.
Çoraklı, keskin ve sivri kalemdir. Onu bir kılıç gibi kullanır. Ayrıca keskin bir zekâya ve kıvrak bir zihin yapısına malik olması hasebiyle meseleleri toplum içinde daha önce görmekte ve irdelemektedir. Nitekim FETÖ denen karanlık yapının dünyevi ilişkilerini açığa çıkarır. Yapının İslam ile alakası olmadığını söyler, yazar, konuşur. Bunları 1999 yılından beri yapar ama kimseye dinletemez. Çünkü bu karanlık yapı İslam maskesi altında muazzam biçimde gizlenmiştir. Çoraklı’ya bir zamanlar yaptığı açıklamalardan dolayı bıyık altından gülen birçok yazar, sosyolog ve siyasetçi ondan özür dilerler.
2014 yılında “Gülen’in Ağlattığı Müslümanlar” ismiyle bir kitap yayınlar. Ardından “HOCIA” isimli kitabıyla bu yapının uluslararası istihbarat örgütleriyle ilişkilerini belgeleriyle ortaya koyar. Böylelikle şeytanın gülen yüzü olan bu yapının pisliklerini deşifre eder. O gülen maskenin altından bir şeytan saklı olduğunu ve ülkemiz için nasıl bir tehlike oluşturduğunun altını kalınca çizer.
Çoraklı, her ne kadar FETÖ içinde yer alsa da Muhsin Yazıcıoğlu ile irtibatını asla kesmez. Muhsin Reis ile 1977 yılında Ankara’da tanışmış ve bu bağını rahmetli ölene kadar sürdürmüştür. Yapı içinde iken de Yazıcıoğlu’na destek verir. 1992 yılındaki ayrılışlarda Yazıcıoğlu yanında yer alır ve o tarihte ayrılışların arka planını belgeler ve şahitleriyle anlatan “Parçadan Bütüne yeni Oluşum” isimli bir kitap yazar. Bu kitap aynı zamanda Muhsin Yazıcıoğlu için yazılan ilk kitaptır. Onun şehit edilmesini ardından da (bir hafta sonra) “Adam Gibi Adam-Muhsin Yazıcıoğlu” isimli ikinci kitabını kaleme alır. Bu kitabında Yazıcıoğlu’nu Fetullahçı çetenin öldürdüğünü söyler.
Çoraklı Makedonya’da bulunduğu dönemde de Balkanlarla ilgili birçok rapor hazırlayarak Yazıcıoğlu’na gönderir.
Çoraklı’nın ülkücü olmasında başta Alpaslan Türkeş olmak üzere Seyyit Ahmet Arvasi’nin yazılarının etkisi büyüktür. Okumayı küçük yaştan beri seven Çoraklı ülkücü hareketin çıkan bütün eserlerini birkaç istisna dışında okur.
Çoraklı’yı tesir altında bırakan en önemli siyasetçilerin başında Alpaslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu gelir. Bu açıdan iki liderin de hayatlarını anlatan kitaplar kaleme almıştır. Hem Türkeş’i hem de Yazıcıoğlu’nu anlatırken bunlardan bir hayli etkilendiğinin işaretlerini yazdığı yazıların satır aralarında görmek mümkündür. O Türk Milliyetçiliği çizgisini ve militarist yaklaşımını Başbuğ’dan; sivil, hümanist ve İslamcı yönünü de Muhsin Yazıcıoğlu’ndan aldığını veya bu iki ülkücü insanın fikir cephesinden oldukça beslendiğini açıkça yazmaktan gurur duymuştur. Çoraklı bir anlamda bu iki lider için, “Biri gelir seni sen eder, biri gelir seni senden eder.” Sözünün adeta kendisinde zuhur ettiğini söyler.
Dava adamı, gazeteci, araştırmacı yazar ülküdaşımız Çoraklı; fırsat buldukça televizyonlarda konuşma yaparak, gazetelerde ve dergilerde yazılar yazıp röportajlar vererek FETÖ denen karanlık yapının bilinmeyenlerini ifşa etmiştir. Yaptığı bu ifşaları okuduğumuzda gözlerimiz gerçekten fal taşı gibi azılmıştır. Bu karanlık yapının savunduğu ilkelerle pratikteki ilkeleri taban tabana zıt ve birbirine uymayan bir özellik taşıdığını belgeleriyle ortaya koyar.
“İzmir’den İstanbul’daki Zaman gazetesinin merkezine çağrıldığımda İzmir’de dönen dalaverelerin yüz katını gördüm. Bunların davaya yakışmadığını ve yapıyı bozduğunu söylediğimde beni eve mahkûm ettiler. “Dinler arası diyalog” diyerek başlattıkları hain plana karşı çıktım. ‘Dinler arası diyalog İslam’a zıttır. Allah katında din İslam’dır.’ Dedikçe bana karşı tavırları değişti. Ben de onlara karşı savaş açtım ve bütün pisliklerini ortaya döktüm ve hala da dökmeye devam ediyorum.”
Çoraklı, FETÖ denen bu karanlık yapıyla mücadele ederken yalnızdır. Kurulduğu tarihten 2013 yılına kadar FETÖ ile Ak partinin kol kola yürüdüklerini ifade eder. Çoraklı bu işbirliğinin bozulacağını 2006 yılında görür ve ileride çatışacaklarını belirten bir makale kaleme alır.
“2006 yılında yazdığım bir yazıda bugün bir hedefe doğru paralel yürüyen FETÖ ile Ak partinin ileride çatışacağını yazdım. Çünkü bir yanda siyaset yoluyla milletten destek alan ve iktidara gelen Ak parti vardı; diğer yanda ise 30 -40 senedir özellikle bürokrasi alanında örgütlenen yapı vardı. Bunlar dıştan bakıldığında beraber gibi görünseler de içten içe birbirleriyle büyük rekabet yaşıyorlardı. Bu iki gücün kısa zaman sonra menfaat için birbirine girebileceklerini yazınca bazı sosyolog arkadaşlar bana güldü ama 2012 gelip çatışma başlayınca benden özür dilediler.”
FETÖ denen yapının tıpkı Hasan Sabbah gibi adanmış fertlerle örüldüğünü söyleyen Çoraklı “Bu yapı öyle bir yapıdır ki, eğer Fetullah emir verirse müritleri babalarını bile keser.” Demiştir.
Çoraklı’nın Ak parti ve Erdoğan hakkındaki değerlendirmeleri de ilginçtir:
“Erdoğan’ın ‘Aldatıldım, kandırıldım ve yanıltıldım’ derken samimi olduğunu düşünüyorum. Hele özellikle ‘Ne istediler de vermedik’ sözleriyle bu kesime dönük sitemlerini açıkça itiraf etmesi birlikte çalıştıklarının en berrak ifadesiydi. Erdoğan bu yapının zararlarını kendisine anlatanlara ise ‘Bunlar alnı secdeli insanlar. Bunları devletin kadrolarına yerleştirmeyip de solcuları mı yerleştirelim.’ Diyerek bunlarla işbirliğinin temel gerekçesi olarak İslam ortak paydasını açıklar.
17-25 Aralık operasyonu ile Sayın Erdoğan, dört bakanı yüce divana göndererek bu işi tatlıya bağlayacaktı ancak ardından FETÖ’cülerin yargıdaki güçlerini kullanarak Bilal Erdoğan’a yönelik operasyon yapmaya kalkmaları bardağı taşıran son damla oldu. Artık ok yaydan çıktı. Altta kalanın canı çıksın hesabıyla Erdoğan FETÖ’ye karşı topyekûn bir savaş başlattı. MİT Müsteşarı üzerinden kendisine yönelik operasyonları bertaraf etti. Çıkardığı yasalarla yapılanmanın devlet içindeki kadrolarını dağıtmaya çalıştı. Ancak bu hususta Erdoğan’ın ifadesiyle ‘En yakınları bile kendisini yalnız’ bıraktı.”
Çoraklı 15 Temmuz darbe girişimi gecesi 10.5 gibi bu darbenin FETÖ denen alçak yapı tarafından yapıldığını bildiği için bunu sosyal medyadan yazar ve bu alçaklara karşı koymak için hemen dışarıya çıkarak Atatürk havaalanı kavşağına gider. Burada bir tankı durdurur ve üstüne çıkar. Sonra da tankın içindekilerini çıkarır ve polise teslim ederler.
Çoraklı TBMM tarafından kurulan “15 Temmuz Darbe Araştırma Komisyonunda” dinlenir ve bildiklerini anlatır. Yine “FETÖ Çatı Ana Davası” olarak bilinen ve başta Fetullah Gülen olmak üzere 75 üst düzey alçağın yargılandıkları Ankara’daki davada hem müşteki hem de tanıktır. FETÖ’cüler hakkında açılan bütün medya davalarında da müştekidir. Verdiği ifadelerle yüzlerce FETÖ’nün ceza almasına sebep olmuştur.
Çoraklı FETÖ’cülerin özellikle 2014 tarihinden sonra hakkında açtıkları milyarlarca tazminat davalarında yargılanmış ancak hepsini kazanmıştır. FETÖ’cü bir hakimin verdiği 11 ay 20 günlük cezayı da uzun yıllar uğraşarak 2023 yılında beraatla sonuçlanmasını sağlamıştır. Bu anlamda Çoraklı bir dava adamı gibi davadan davya koşmuş ve halen de koşmaktadır.
Çoraklı, FETÖ ile yapılan mücadelede birçok yanlışın yapıldığını da değişik konuşma ve yazılarında ortaya koyar. Erdoğan’ın, “Bu yapının üst kısmı ihanet, orta kısmı ticaret, alt kısmı ise ibadettir” şeklindeki açıklamasını doğru bulmakla birlikte yapılan mücadeledeki yanlışlar sebebiyle ihanet kesiminin kahır ekseriyetinin yurt dışına kaçtığını belirtir. Orta kısmını oluşturan ticaret kesiminin ise ‘FETÖ Borsası’ denilen ve devlet içinde çöreklenen karanlık bir yapı tarafından adeta soyulduğunu ve mallarına el konulduğunu belirtir. İbadet kesiminin ise bu kavgada en çok zarar gören kesim olduğunu belirten Çoraklı, bunun işi sulandırdığını belirtti.
İhanet kesimine yönelik yapılacak iyi bir operasyonla bu yapının çökertileceğini belirten Çoraklı, “Ne yazık ki ihanet kesimi yurt dışına kaçmış ve bugün 150’den fazla ülkedeki örgütlenmeleri ile ülkemizin aleyhinde çalışmaktadırlar. Yurt dışından 15 Temmuz darbe girişiminin bile kendileri ile ilişkisi olmadığı yalanını yaymaktadırlar. Onlara göre bu darbeyi FETÖ’yü bitirmek için Erdoğan, Akar ve Fidan’ın beraber organize ettikleri yalanını bütün dünyaya yaymaktadırlar.” Şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.
Çoraklı ömrünün bir kısmını kaçak olarak geçirdiği için bazı çevrelerde kendi isminden çok daha çok “Cemal Hoca” veya “Filozof Cemal” diye tanınır. Çok okumasının ve velut bir kalem olmasının yanında kuvvetli bir hitabete sahip olması bu lakapların verilmesinde önemli rol oynamış. Yakın arkadaşı gazeteci yazar Nevzat Bayhan ona “Asrın Mütekebbiri” lakabını takmış… Çoraklı bunun sebebini şöyle açıklıyor:
“Nevzat Bey önceleri beni ‘Asrın Mütefekkiri’ olarak tanıtıyordu. Baktım ki mütefekkirlik para etmiyor, insanlar yaptığımız tevazuları gerçek zannediyorlar, ben de bu tiplere karşı ‘Mütekebbir’ tavırlar sergilemeye başladım.”
Çoraklı, hicvi, ironi yapmayı ve kimi etkili çevrelerle matrak geçmeyi sever. Yazdığı hicivleri “Politik Molitik Hicivler” ismiyle kitaplaştırır. Önsöz yazında hicivcilik yapmanın başına nasıl bir bela açacağını şöyle anlatır:
“Bir kitap var, bilmem okudunuz mu? Adı, ‘Maktul Şairler’. Kitabı okurken dikkatimi bir şey çekti. Tarihte ne kadar hicivci varsa sonu hep ya ip olmuş, ya kazık. Doğrusu bu nokta beni ürküttü. Niye mi? Malum uzun zamandır hicivle uğraşıyoruz. Hem de elimizde mızrakla… Herkese mızrağı saplarken bir gün bizim de mızrak yeme ihtimalinin de olması insanı ister istemez ürkütüyor. Neyse, hamama giren terler demişler. Mademki biz de hamama girmeyi göze aldık, terlemeye de razı olacağız.”
Çoraklı hem ülkücü hareket içinde hem de yazı hayatında hakkında açılan davalarda yargılanırken hiç avukat tutmaz ve savunmalarını kendisi yapar. Çünkü avukatların mahkemelerde sanıkların hakkını savunmaktan çok hakimlerin her dediklerini tasdik ettiklerini düşünür. Zaten Çoraklı yargılandığı davalarda kendisinden çok, inandığı davasını savunmayı tercih etmiştir. Bunun birçok örneği mevcuttur.
Çoraklı dediğim ve belirttiğim gibi sivri dilli ve sivri kalemlidir. O yazdığı yazıların birçoğunu kurşun gibi kullanır. Bazen de obüs topları gibi millete kambur olmuş noktalara fırlatır! Hak bildiği ama nahak görünen yerlerde kalemine engel ve yasak tanımaz! O adalet konusunda Hz. Ali gibi düşünür. “Devletin dini adalettir” diyen Hz. Ali’yi takip eder. Ünlü sol şair Can Yücel’le yaptığı bir röportajda solun Necip Fazıl’ı neden okumadığını ve ona neden okuma ambargosu koyduğunu sorar. Can Yücel “Solda adam mı var ki, Necip Fazıl’ı anlayacak, hepsi dangalak” diye cevap verir. Medyada geniş yankılar uyandıran bu röportaj Can Yücel’in ölümünden sonra yayınlar.
Selim Çoraklı’yı, hem eylemlerde hem de yazdığı yazılarda çok hızlı ve tesirli görüyoruz. Bunu bir dönem komünistlerle yapılan mücadelede rahatlıkla görmek mümkün. Eğer komünistlerin listesinde vurulacak ve ortadan kaldırılacak bir ülkücü isen bu senin hızlılığına ve etkili mücadelene delildir. Böyle olunca bir ülkücü ister istemez komünistlerin gözünde en büyük engellerden biri olarak görülür. Bir kez kurşunlanarak bir kez de bomba ile yaralanan Çoraklı’nın bu saldırılardan kurtulması Allah’ın bir lütfudur. Bu anlamda ülkücü hareketin gazilerinden olan Çoraklı iki kurşun yiyerek yaralandığı olayda ayakları alçıya alındığı için aylarca yataktan çıkamaz. Ayaklarındaki alçılar çıktıktan sonra da aylarca koltuk değnekleriyle gezer. Başka bir olayda bomba ile yaralanır ve yine aylarca yaralı olarak yatar. Bombayla yaralandığı dönemde aranan bir kaçaktır. Bu yüzden ailesinden uzaktır ve yaralı kaldığı dönemler büyük sıkıntı içinde geçer.
Ülküdaşımız Çoraklı bir yerde şöyle bir cümleyi kurmaktan çekinmez:
“Türkler hep tarih yapan bir millet olmuş ama tarihi yazma işini başkalarına bırakmıştır. Biz ülkücüler de aynı atalarımız gibi yaptığımız tarihi kendimiz yazmadık ama bu fasit daireyi kırma zamanının geldiğine inanıyorum.”
Çoraklı, Gümüşhane lisesinde okurken ülkücü olur, bunu Polatlı Ülkü Ocaklarında devam eder. 1977 yılında İstanbul’a gelir ve “Yıldırım Ülkü Ocakları” içinde yerini alır. Arandığı için kendi ocağından uzak kalan Çoraklı bir dönem (1980 öncesi) “İstanbul Ülkücü İşçiler Teşkilatında” (Kemalettin Sami Güner dönemi) kalır. Bu dönemde İstanbul Ülkü Ocakları ile de (Recep Öztürk dönemi) irtibatını kesmez.
Çoraklı, üç kez girdiği cezaevlerini “Yusufiye Medresesi” olarak ifade eder. “Taşmedrese” dediğimiz cezaevlerine düşünce şöyle bir yargıya varmanın lezzetini yaşar:
“Yusufiye Medreselerindeki tahsilimiz hayata daha geniş, daha farklı bakış açısı kazandırdı. Bu ise mücadele azmimizi körükledi. Dışarıda okuma fırsatı bulamadığımız birçok temel eseri buralarda okuduk. Bir anlamda cezaevleri bizim tahlilimizi tamamladığımız mekânlar oldu.”
Çoraklı, tahsil ile kültürü ayırır. Bir insanın diploma alarak tahsilli olabileceğini belirtir ama bu insanın değerinin aldığı kültür ile belirleneceğini belirtir. Cezaevlerinin ülkücü kültürün alınmasında önemli bir işlev gördüğünü söyler.
Çoraklı, ikinci kez girdiği cezaevinden 1983 yılında çıkınca askere gider. Acemi birliğini Isparta’da geçirir, ardından da Çanakkale Ezine ilçesinde bulunan 177. Piyade alayına gider. Ancak ruhunda mücadele azmi bulunan Çoraklı askerde de boş durmaz. Bir aralık ayında birkaç arkadaşıyla bir araya gelerek Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümünü kutlamayı planlarlar. Aslında ülke 12 Eylül darbesinin tesiri altındadır. Böyle bir dönemde askerde bu tür bir program yapmaya girişmek akılla izah edilecek bir durum değildir ama Çoraklı ve arkadaşları buna girişirler. Fikirlerini milliyetçi bir subay olan Tabur komutanına söylerler o da kabul eder ama Alay komutanları da komünisttir. Tabur komutanları, “Alay komutanımız duymasın. Cumartesi günü yapalım. O o gün alaya gelmez. Duyarsa size zarar verir.” Diyerek onları ikaz eder.
Aksilik bu ya anma günü programdan bir saat önce Alay komutanı çıkagelir. Çoraklı ve arkadaşlarının haberi yoktur. Tabur komutanlarının yanına gidince Alay komutanının da orta olduğunu görürler. Tabur komutanı ister istemez, “Komutanım, işte programı yapacak askerlerimiz bunlar.” Der.
Alay komutanı sinirlidir:
“Bu tür saçma fikirleri kim aklınıza getiriyor.” Diyerek bir soru yöneltir. Çoraklı çok sakindir ve şöyle cevap verir:
“Komutanım ecdadımız bizim aklımızdan hiç çıkmıyor ki birileri hatırlatsın.”
Alay komutanı ise alaycı bir dille şöyle cevap verir:
“Madem öyle niye 22 Aralık tarihinde İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümünü hatırlamadınız da 27 Aralık tarihinde Akif’inkini hatırladınız?”
Çoraklı yine hazır cevaptır:
“Komutanım biz Akif’in şahsında içlerinde İnönü’nün de bulunduğu bütün Türk büyüklerini anacağız.”
Alay komutanı hazır cevaplara daha çok kızar ve “Defolun gidin. Sizi divanı harbe veririm. Süründürürüm, askerliğinizi yakarım.” Diyerek onları kovar.
Çoraklı ve arkadaşları en ufak bir tereddüt ve korku yaşamadan odadan çıkarken selam bile vermezler.
Çoraklı ve arkadaşları kararlıdır. Çoraklı arkadaşlarına moral verdiği ve motivasyon aşıladığı bir esnada Tabur Komutanı gelir. Alay komutanının yaptıklarının kötülüğünü anlatır ve programı akşam alay camisinde yapmalarını, ancak Akif’ten bahsetmemelerini, aksi halde alay komutanının adam göndererek zarar verebileceğini belirtir. Çoraklı ve arkadaşları Komutana teşekkür ederek ayrılırlar ve akşam alay camisinde Akif’in şahsında bütün Türk büyüklerini anmak için güzel bir program yaparlar. Cami tıklım tıklım dolar ve bu program askerde bir ilki oluşturur.
Çoraklının yaşadıklarına baktığımızda inatçı ve azimli bir kişiliği olduğunu görüyoruz. Kafasına koyduğunu mutlaka yerine getirir. Onda ölüm var ama dönme yoktur. Azimli ve sebatlıdır. Tuttuğunu koparan bir yapısı vardır. Konuşmalarını Allah rızasını gözeterek yapar. Değerlendirmelerini merkezinde de hep Allah (cc) vardır. Oturuşu, duruşu fikirlerinin aynasıdır. Eylemle söyleminde bir fark yoktur. Teoride ne ise pratikte de odur. Düşünceleri açık ve nettir. Kıvırmaz ve dolambaçlı değildir. Açık sözlü ve berraktır. Eskiler, böyleleri için, “İçi dışı bir olan adam.” Derler. Tutarlı ve dengelidir. Doğru ve düz gider. Düşünce mihverini kişilere ve makam ve mevkie göre değiştirmez ve eğip bükmez. Dünya malı için, hele makam ve nefis için fikirlerinden asla taviz vermez. Onu imanlı ve irfanlı gördüm. Kavlinde ve amelinde değişkenlik görmedim.
Çoraklı, ülkücülerin 12 Eylül öncesi verdiği mücadeleyi kutsar. Onları ayrı bir yere koyar. Vatanlar için kurşun ve bomba yemiş bu insanların “Mehmetçikten bir farklarının olmadığının” altını çizer. “Ülkücü Harekette Öncü Şehitler-SIZI” ismiyle kaleme aldığı eserinde şehitliğin en çok da ülkücülere yakıştığını ifade eder.
Çoraklı gençliğinde militandır. Radikal çıkışları çevresini bir hayli etkiler! Silahsız dolaşmaz. İki kez cezaevine girerken üzerinde iki adet 14’lü diye tabir edilen Browing marka silah yakalatır. Yıldırım mahallesi o ve arkadaşlarından sorulur. Aldığı kurşunlardan ve üzerine atılan bombalardan korkmamış ve sinmemiş olacak ki, kaldığı yerden mücadelesine devam eder. Hızlı ve seri eylemler onun ruhunu okşar. Yerinde durmayan, ele avuca sığmayan bir tiptir. Ailesi özellikle babası çaresizdir. Oğlunun hayatından çok endişelidir. Ele avuca sığmayan kişiliğinden dolayı her an öldürüleceğini düşünmektedir. Haklı olarak evlatlarının başına gelecek olaylardan korkmaktadırlar. Selim’in gittiği kahveler taranmakta, bulunduğu ocak ve parti binası havaya uçurulmaktadır. Baba son çare olarak oğlunu bu şehirden uzaklaştırmayı planlar.
Kurşunla yaralanıp iki ay ayakları alçıda yatmasının ardından bir çare düşünür. Çoraklı’yı Gümüşhane’ye göndermek ister. Onları ziyarete gelen teyzesini götürmesini bahane ederek İstanbul’dan uzaklaşmasını sağlar.
Ancak babasının aldığı tedbir bir hafta sürer. Selim Gümüşhane’de sıkılır ve bir gün teyzesine haber vermeden biletini alarak İstanbul’a döner. Çünkü İstanbul’da dava arkadaşları vardır. Arkasından onları bırakıp kaçtın dedirtmez. Ancak Çoraklı’nın İstanbul’a döndüğü gün meydana gelen bir olayda yaralanan komünist Çoraklı’nın ismini verir ve kendisine ateş edenin Selim olduğunu söyler. Hâlbuki bu gerçek dışıdır. Çoraklı daha yeni yeni düzgün yürümeye başlamıştır. Koşması mümkün bile değildir. Böyle bir olayda olay yerinden kaçması da mümkün değildir. Ama komünistler onun ismini vererek zor duruma düşürmek isterler.
Çoraklı bunu duyunca evden ayrılır. Çünkü o an gözaltına alınması demek Pol-Derli komünist polislerin eline düşmek demekti ki bu kendisi için hiçte iyi olmazdı. Çünkü o zamanlar polis teşkilatı içinde çöreklenen Pol-Derli komünist polisler yakaladıkları ülkücüye üç beş cinayet üstüne yıkarlardı. Bu açıdan Çoraklı kaçmayı tercih etti.
Çoraklı’nın gençliği ve delikanlı vakti, saf ve dupduru ayna gibiydi. O karakterini, mertliğini ve cesaretini Başbuğ’u Alparslan Türkeş’ten ve İslami ahlakını da Muhsin Yazıcıoğlu’ndan almıştı. Başbuğ Türkeş, “Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz her şeyden önce yüksek vasıflı Türk olmaya mecbursunuz.” demiştir. Selim hayatı boyunca bu söze sadık kalarak yaşadı. Mücadele ederken ve hedefini belirlerken hiçbir arkadaşını merdiven olarak kullanmadı. Hep önde ve cephede bulundu. Başkalarının üzerinde kahramanlık taslamadı. Gücüne, bileğine ve yüreğine güvendi. Aklına, irfanına, feraset ve basiretine güvendi. Üç kez ceza evine girmesine rağmen hiçbir arkadaşının ismini vermedi.
Çoraklı Muhsin reisi çok sever. Onun ölümüne aşırı derecede üzülür. Arkasından partinin başına geçen Topçu’nun bazı tavırları ve partide yaşananlar hoşuna gitmez. Topçu’nun başkanlıktan istifa etmesi üzerine yapılacak kongrede BBP Genel başkanlığına aday olacağını açıklar.
Çoraklı baştan beri Yazıcıoğlu’nun bir suikasta kurban gittiğini ve bunu da FETÖ denen karanlık yapının yaptığını savunur. Ancak BBP yöneticileri ısrarla kaza sonucu öldüğüne inanmak isterler. Ne var ki Selim Çoraklı aynı kanıda değildir. Bu kazanın geniş ve derin bir şekilde araştırılmasını ister. Bunu mevcut yönetimin yapamayacağına inandığı için Genel Başkanlık için adaylığını açıklar. Ancak kongre günü adaylıktan çekilir. Bu arada “BBP Genel başkanlığına Niçin Aday Oldum” ve “BBP Genel Başkan Adaylığından Niçin Çekildim.” İsimli iki bildirge yayınlar. Bu bildirgelerde BBP içindeki davadan sapma noktalarını açık biçimde ortaya koyar. Zaten onun gayesi de bu vesile ile Muhsin Reisin bir suikasta gittiğini duyurmaktır.
Çoraklı bugünde uzun yıllar BBP İstanbul il başkanlığı yapan İsmail Türk’ün sahibi olduğu ülkücü site www.habererk.com kendisi de 7.5 yıl ceza yatan ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun dava arkadaşı olan Selçuk Özdağ’ın ülkücü yayınlar yapan sitesi www.enpolitik.com (Bu site yazımın birine sansür uygulamak istediği için yazılarıma son verdim) yine stratejik bir kurum olan ve milliyetçi yayınlar yapan Avrasyabir / Asam’ın sitesi http://yenidunyagundemi.com - https://www.dikgazete.com ve kendi sitesi https://selimcorakli.wordpress.com/ isimli sitelerde yazılarına devam etmektedir.
Velut bir kalem olan Çoraklı yeni kitap çalışmaları yapmaktadır. Ancak kitap piyasasının büyük bir krize girdiğini belirten Çoraklı, artık yayıncıların kitap tüccarı olduğunu ve bütün mesailerini kendilerine para kazandıracak ve parasını da yazardan alacakları bir sisteme döndüklerini belirtmektedir. Şu anda yayınlanmaya hazır elinde FETÖ hakkında 4 ve diğer konularda ona yakın kitap bulunduğunu söyleyen Çoraklı Milliyetçi ve ülkücü işadamlarının bu eserlerin yayın piyasasına kazandırılması için ellerini ceplerine yaparak sponsor olmalarını bekliyor.
Sosyal medyayı çok etkin bir biçimde kullanan Çoraklı MHP ve Ülkü Ocaklarına yapılan saldırılara cesur bir kalem olarak karşı durur. ABD merkezli saldırıların nasıl birer kumpas olduğuna dair onlarca makale kaleme alır. Çoraklı gibi velut bir ülkücü kalemden partimizin ve Ülkü Ocaklarının yararlanamamasını da doğrusu yöneticilerin anlayışına havale ediyorum.
Geçte olsa Çoraklı’yı tanımaktan çok mutluyum. Bu tür değerlerimizin kıyıda köşede kalmasına da gönlüm asla razı olmamaktadır.
Bu vesile ile bundan sonra da yayın piyasasına ciddi eserler kazandıracağına inandığım Çoraklı’yı bir kez daha tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.