Türkiye'nin kamu yönetimi, derin ahlaki ve yapısal krizin pençesinde kıvranıyor; yolsuzluk, yetersizlik ve ahlaksızlık iddiaları, ülkenin temellerini sarsan vebaya dönüşmüş durumda.

Yönetici kadrolarının adının karıştığı skandallar, artık münferit olaylar olmaktan çıkıp, sistemik çürümenin en belirgin göstergeleri haline gelmiştir. Yaşananlar, sadece kurumların içini boşaltmakla kalmıyor, aynı zamanda Türkiye'nin ulusal ve uluslararası arenadaki itibarını da yerle bir ediyor.

Vatandaşın devlete olan güveni buharlaşırken, geleceğe dair umutlar da hızla tükeniyorken, bu gidişata kim dur diyecek?

Uluslararası Sahnedeki Ağır İtibar Kaybı

Kamu yöneticilerinin yolsuzluk, beceriksizlik ve etik dışı davranışlarla anılması, Türkiye'nin küresel imajına onarılması güç zararlar vermektedir. Devletin zirvesindeki isimlerin dahi bu tür olumsuzluklarla ilişkilendirilmesi, ülkenin uluslararası toplum nezdindeki güvenilirliğini ve saygınlığını dinamitlemektedir.

İstihdam ve üretime yönelik yabancı yatırımcıların tereddüt etmesinden diplomatik ilişkilerin zedelenmesine kadar uzanan geniş çaplı olumsuz etkiler, Türkiye'nin küresel rekabetteki konumunu zayıflatmaktadır. Dolayısıyla, yöneticilerin kişisel hırsları ve ahlaki zaafları, doğrudan ulusal çıkarları hedef alan stratejik tehditlere dönüşmektedir; ülkenin itibarı, içerideki çürümenin kurbanı olmaktadır.

Devlete Güvenin Çöküşü: Vatandaş Neden Yabancılaştı?

Yönetici elitler arasındaki ahlaki ve mesleki standartlardaki düşüş, vatandaşların devlete ve onun kurumlarına olan inancını kökünden sarsmaktadır. Ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk haberleri, liyakatsiz atamaların yarattığı hayal kırıklığı ve etik değerlerden uzaklaşan davranış kalıpları, halkın adalet beklentisini boşa çıkarmakta, devlete olan aidiyet duygusunu zayıflatmaktadır.

Özellikle kamu kaynaklarının kişisel çıkarlar doğrultusunda kullanıldığına veya adaletsiz biçimde dağıtıldığına yönelik yaygınlaşan kanaat, toplumsal gerilimi artırmakta, devlet ile vatandaş arasındaki uçurumu derinleştirmektedir. Güven olmadan sağlıklı işleyen toplum mümkün değildir.

Kanıksanan Skandallar: Utanma Duygusu Nereye Kayboldu?

Endişe verici biçimde, kamu yönetimindeki yolsuzluk ve yetersizlik vakaları, toplum nezdinde neredeyse normalleşmiş, sıradanlaşmış hal almıştır. Sanki yöneticiler arasında kimin daha büyük skandala imza atacağı yönünde örtülü yarış varmışçasına, olumsuzluklar birbirini izlemektedir.

Daha da kötüsü, sorumluluk makamında oturanların hesap verme mekanizmalarından ustalıkla kaçınması veya sergiledikleri eylemlerden ötürü en ufak pişmanlık emaresi göstermemesi, toplumsal vicdanı derinden yaralamaktadır. Utanma ve arlanma duygusunun tamamen yitirildiği izlenimini veren pervasız tavırlar, ahlaki çöküşün ulaştığı tehlikeli boyutları acımasızca gözler önüne sermektedir.

Adaletin Ölümü: Kaynaklar ve Sınavlar Kimin İçin?

Hakkaniyetsizlik ve adaletsizlik uygulamaları, kamu yönetimindeki çürümenin en acı ve somut tezahürleridir. Özellikle kamuya personel alım sınavlarındaki şaibeler, mülakatlarda ayyuka çıkan kayırmacılık iddiaları ve kamu kaynaklarının dağıtımında gözlenen bariz eşitsizlikler, "kul hakkı" ilkesinin sistematik olarak ihlal edildiğine dair güçlü kanıtlar sunmaktadır.

Liyakatin yerini koşulsuz itaat ve biatın aldığı, hak edenin değil, belirli çevrelere yakın olanın ödüllendirildiği algısı, toplumun adalet mekanizmalarına ve devletin temel işleyiş prensiplerine olan son inanç kırıntılarını da yok etmektedir. Adaletin olmadığı yerde kaos başlar.

Yıkılan İmaj: Enkaz Nasıl Kaldırılır?

Kamu yöneticileri etrafında örülen olumsuz algı duvarı o denli kalınlaşmış ve katılaşmıştır ki, artık yıkılması neredeyse imkansız hedef gibi durmaktadır. Yıllar boyunca biriken skandallar, örtbas edilen yolsuzluklar ve cezasız kalan suçlar, toplumun kolektif hafızasında silinmesi zor, derin yaralar açmıştır.

Yönetimdeki kangrene dönmüş sorunlara işaret eden en iyimser sesler dahi, mevcut durumu tersine çevirmenin olağanüstü zorluğuna, hatta imkansızlığına vurgu yapmaktadır. Oluşan karanlık ve yapışkan imajın temizlenmesi, sadece yüzeysel pansumanlarla değil, ancak radikal yapısal dönüşümler ve acı verici yüzleşmelerle mümkün olabilir; fakat mevcut siyasi iklimde böylesi iradeyi görmek zordur.

Retorik ve Gerçeklik: Hizmet Maskesi Düşünce

Yöneticilerin sıklıkla sarıldığı "halka hizmet", "milletin efendisi değil hizmetkarıyız" gibi hamasi nutuklar, arka planda dönen dolaplar ve ayyuka çıkan skandallar karşısında trajikomik kalmaktadır. Vatandaşa hizmet etme vaadiyle geldikleri makamları, tam tersine kişisel zenginleşme aracı olarak kullandıkları veya kamu kaynaklarını yandaşlara peşkeş çektikleri yönündeki güçlü iddialar, derin ikiyüzlülüğün ve ahlaki sefaletin kanıtı niteliğindedir.

Şeffaflıktan fersah fersah uzak, hesap vermekten imtina eden kibirli yönetim anlayışı, cafcaflı hizmet söylemlerinin ardında yatan çirkin gerçekleri artık gizleyememesi, sadece siyaset kurumunu değil, devletin bizatihi varlığını sorgulatır hale gelmiştir.