Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımız o dönem Adana'sının nev-i şahsına münhasır en karizmatik mahallelerinden Kocavezir mahallesinde geçti. O yıllarda bu özgün mahalle... İnce Cumali, Çeçen Cumali, Köylü Mithat, Karikatür Duran, Melez Ahmet, Asfalt Rıza, Uçan Kale, Vabis Yunus, Ringo Kemal, Teksas Ferit, Dayı Memed (babam), Berber Ali (dayım), Çörek Mahmut, Çifte Kafa Cabbar gibi ismiyle müsemma namlı kabadayıları ile ün salmıştı.
Bunlar temiz kalpli, sözünün eri, dünya metaı ile işi olmayan demir bilekli, aslan yürekli, arkadaş ve dost canlısı, garip guraba'ya, bi kes kalmış çaresiz zavallıya kol kanat geren vefakâr haza kabadayı adamlardı.
O yıllar, o bahar tadında ki asude yıllar da…yüz metre karelik bir avluda tek odalı sofalı üzeri çinkolu evlerde dört, beş ayrı aile sofraları bir aynı ailenin bireyleriymiş gibi oturur aş'lar, sorunlar, dostluklar, acılar ve sevinçler paylaşılırdı. Şimdilerde olduğu gibi arkadan kahpelik senaryoları ve kahpeliğin destanı yazılmaz, arkadan vurulmazdı. Dostluklarda düşmanlıklarda mertçe ve yiğitçe olurdu, tıpkı "Köroğlu ile Hoylu bey" gibi.
İnsanlar birbirleriyle acaba bundan ne ütebilirim diye dostluk kurmazlardı. Birbirlerini gördüklerinde karşılıklı art niyetsiz sevgiyle sahip oldukları şeyleri paylaşmaktan haz duyarları, bu onları tam da fıtratın gereği mutlu ederdi. Kitap yüklü değillerdi, bilgi ve eğitimleri de fazla yoktu ama düzgün, yalansız ve tek yüzlü naif bir dünyaları vardı.
Bu sade, yalın İslam ve insan fıtratına uygun hayat tarzı hem insanın azgınlaşmasına engel oluyor hem de insana yaşama sevinci veriyordu. Oturduğumuz evin sağı, solu ve yüz metre ilerisi o dönem Adana' sının alamet -i farikası olan yazlık bahçe sinemalarıyla çevriliydi. Bunların en bilineni halk sineması, nur sineması, şan sineması ve yeni sinema idi.
Dışarıda bir sucuk ekmek yiyip ardından buz gibi acılı bir şalgam içtikten sonra bizim yaşlarda omuzu düşük yeni yetme bitirimlerle birlikte sinemaya gitmek bir devletti. İnsanlar tam da dinimizin emrettiği gibi küçük şeylerle mutlu olur elindeki sınırlı olanakları komşusu ya da arkadaşı veya hiç tanımadığı biri ile paylaşmaya can atardı.
"Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir" (Alak Suresi Ayet 6)
Doksanlı yılların ortalarına doğru yavaş yavaş, iki binli yılların özellikle de iki bin on’lu yılların başı itibariyle de internet orijinli ileri teknoloji ürünleri olan akıllı cep telefonları ve kısaca sosyal medya olarak bilinen facebook, twitter, whatsApp, instagram’ın yaşamlarımızı çok yoğun ve kapsamlı bir şekil de bloke etmesi, kuşatması insan fıtratında çok derin bir eksen kaymasına neden oldu.
Öyle bir eksen kayması ki, insana… yaratılış gayesini dünyaya ne için gönderildiğini ve ne ile mükellef olduğunu unutturdu ve …
“düşünen, konuşan, yazan, anlayan, anlatan ve sanat kabiliyeti olan; hakkı bâtıldan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hayrı şerden, tatlıyı acıdan ayıran akıllı bir varlık olarak Ahsen –i Takvim üzere yaratılan insanı… Esfel-i Safilin denilen aşağıların aşağısı, sefillerin en sefili, çukurun da çukuru olan hayvanlardan daha aşağı bir konuma dönüştürdü.”
Artık; televizyon dizileri, akıllı cep telefonları, sosyal paylaşım siteleri en yakın arkadaşımız, sırdaşımız ve suç ortağımız olmuş, onlarla yatıp kalkıyor onlarla dertleşiyor, sorunlarımızı, neden ve niçinlerimizi bu ruhsuz, hissedemeyen, insan fıtratının manevi duygularına yanıt veremeyen teknoloji harikası can canlı "DECCAL" larla paylaşır olmuştuk.
Özellikler gençler, her türlü sosyal aktivitelerden, sosyalleşmeden, iletişim ve diyalog'dan uzak tamamen teknolojinin esiri olarak yeni bir yaşam tarzını tercih eder olmuşlardı. Yüksek teknoloji ile birlikte; paylaşmaya, sevgiye, dostluğa, erdeme kısacası yaşama dair ne kadar adamı adam gibi yapan olgular varsa hepsi ters yüz olmuştu.
Artık arkadaşlıklarımız, dostluklarımız, selam vermelerimiz, ticari hayatımız ne alırım ne ütebilirimin üzerine inşa edilir olmuştu.
Otuz, kırk yıl öncesinin tek odalı sofalı, yaşam sevinci ile dolu olduğumuz rahmet evlerinden üç, dört odalı modern cezaevleri olan taş yığını apartman dairelerine taşındığımızda da iş işten çoktan geçmiş bütün insanlığımızı, adamlığımızı, dostluk ve kardeşliğimizi hülasa yaşama sevincimizin tamamını o rahmet evlerinde bırakmış ve modernite'nin bize sunduğu modern yaşamın modern cezaevlerinde(!) çile doldurmaya başlamıştık.
Köroğlu destanının civanmert ulu beyi, Hoylu bey; "delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu" diyor. Hissedebilen basiret dolu mahzun kalpleri dağlar, taşlar, ağaçlar, çiçekler, börtü böcekler ve etrafımızdaki canlı cansız her şey kendi hal lisanları ile "kulluk kapısı bozuldu insan ziyandadır" diye her gün binlerce kez uyarmaktadırlar.
Evlerimizi şeytanın zevkten dört köşe olduğu günah evlerinden yeniden rahmet evlerine kavuşturabilmemiz için, Üstad Necip Fazıl'ın; "Geçilmez" adlı şiirindeki "Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada, Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez" mısralarını yaşamımızın amentüsü olarak kabul etmemiz gerekmektedir. Bu şekilde umulur ki Rabbim sonsuz merhametinin muhatapları olarak biz istikametini kaybetmişleri... "gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil, Kendilerine lütuf ve ikramda bulunulan kimselerin yoluna iletir."