Hepimizin bildiği gibi ülkemiz iç siyasette de, dış siyasette de sürtüşmeye ve laf ebeliğine dayanan bir söylemi tercih etmiş vaziyette.
Bunun sebepleri var. 2019 seçimlerini kurtarmak, hamaset yoluyla daha çok seçmeni sandıkla buluşturmak ve “Cumhurbaşkanlığı sistemli yönetimi” etkinleştirmek olabilir.
Bozulan ekonomiyi, yükselen dövizi, bozulan eğitimi ve sağlık sitemini konuşturmamak ve gündemi saptırmak da olabilir. Eğer amaç bu ise tebrikler çok da başarılılar.
Ülke bizim. Biz aynı gemideyiz. Geminin batmasını asla istemeyiz. Kimileri lüks kamarada yolculuk ediyor olsalar bile. Batan gemide suyun nerelere dolacağı belli!
Onun için ülkemizin menfaatleri söz konusu olunca, yapılanları ve yapılacak olanları desteklemek de boynumuzun borcu.
Şu soru ile konuyu açmak istiyorum: “Irak’ta Saddam kalsaydı, Suriye’de Esad güçlü ve muktedir olsaydı; güney sınırlarımız böyle belalı ve güvensiz olur muydu? PYD, ABD desteğini alıp tehlikeli bir güç konumuna gelir miydi?”
Siz bu konulara kafa yormaya devam ediniz. Bizim için güvensiz bir coğrafya haline gelen Suriye, ülkemizin en büyük tehlikeli kanayan yarası konumuna gelmiş bulunmakta.
Bu sorundan kurtulmak için çareler arayan hükümetimize ve yöneticilerimize destek olmak gerekiyor, gerekli desteği de veriyoruz. Yalnız eleştiri hakkımızı da kullanmak şartıyla!
Rus lider Putin, Iranlı lider Ruhani ve Türkiye’yi temsilen Sn. Erdoğan başkanlığında Soçi kentinde “Suriye zirvesi” yapıldı. Amaç: Suriye’de bozulan istikrarı sağlamak ve toprak bütünlüğünü korumak!
Zirve elbette önemliydi. Türkiye’nin çıkarları söz konusuydu. Sn. Ahmet Davutoğlu’nun hayallere dayalı, “Sıfır sorunlu komşuluk” ve “Bir adım önde olmak” ideolojileri ne yazık ki Türkiye’yi açmazlara sürüklemiştir. Gerçi o dönemde Sn. Erdoğan’da Başbakan idi.
Soçi’deki zirvede en kârlı çıkan Putin idi. Çünkü; Esad ile dost kalmayı bilmiş: Suriye’de onlarca üs kurmuş, Lazkiye’deki üssü kanalıyla da sıcak denizlere inme imkanını yakalamıştı.
İran ikinci kazançlı ülke idi, O’da Esad ile arayı sıcak tutmuş bir İran koridoru kazanmıştı.
Biz ise masaya, sıfır kazançla oturmuştuk. Çünkü bizim siyasetimiz, “Esad’ın yıkılması” ve Esad’sız bir Suriye politikası üzerine kurulmuştu.
Süleyman Şah Türbesini kaçırmamız, Rus jetini düşürmemiz ise talihsiz gelişmelerdi. Ayrıca PYD’nin lideri M. Salihi’ye hak ettiğinden fazla değer vermemiz de bir başka yanlışlıktı.
Sn. Erdoğan Putin’e ve Ruhani’ye “Dostum” sıfatlarıyla hitap etti. Bu insanlık adına şık olabilir. Ama unutulmamalı ki ülkeler için dostluk, “Ne kadar çıkarım var” esasına dayalıdır. Putin YPG’nin Rusya’da temsilcilik açmasına hayır diyor mu?
ABD için yıllar önce birileri, “Büyük Şeytan” demişti. Milliyetçi gençlik ise “Evine dön katil Amerika!” diye Haliç’e yürümüştü.
Biz ABD ile söz dalaşına girerek, Rusya’ya ne kadar ve nasıl güveneceğiz?
En iyisi İbadi ile yaptığımız gibi yapıp, iç siyasete ve 2019 sandığına oynamadan ülkenin çıkarları gereği Esad ile ikili görüşmelere başlayarak, ABD ile de çıkar ilişkisine dayalı siyaset oluşturarak Türkiye’yi en az zararla hatta sıfır zararla bu badireden kurtarmak olmalıdır.
Şunu da unutmayalım. Et, saman, nohut, mercimek, buğday, mısır ithal ederek ne güçlü ekonomi oluşur nede yerli ve milli olunur.
Ekonominiz ve ordunuz güçlü ve kuvvetliyse, siz başkalarının dostu olmaya adaysınız, güçlü değilse başkalarını dost bulmaya mecbursunuz demektir. Eğer bu iki unsur, Ordu ve ekonominiz güçlüyse her yerde ve her alanda daha çok gülen siz olursunuz.
Soçi’de en neşeli ve çok gülen kimdi? Soçi zirvesi, ABD’nin ve BATI’nın Suriye üzerindeki emperyalist planlarını şimdilik durdurmuş böylece bizde kazanmış olduk.
Sn. Cumhurbaşkanı’nın bu konuda başarılı olmasını ümit ediyor ve bekliyoruz.
Esen kalınız.