Türk topluluklarının devletlerine olan bağlılıkları, Türk devletlerinin gücüdür. Uluslararası güvenilir bir kuruluşun yaptığı ankette, Türkler, devletlerine en çok bağlı olan halklardan çıkmıştır. “Devletin için savaşıp gerekirse canını verir misin?” sorusuna Azerbaycan Türkleri %85, Türkiye Türkleri %73 ve Kazakistan Türkleri %69 oranında “Canımı veririm.” yanıtını vermiş. Kazakistan nüfusunun %25 kadarının Slav kökenli olduğu dikkate alındığında, oranın Kazak kökenli Kazakistan vatandaşlarında da yüksek olduğu anlaşılacaktır.
Aynı oran Almanya’da %18, Hollanda’da %15, İspanya’da %21’dir. Anket Türk memleketlerinin hepsini kapsamadığından, elimizde diğerleriyle ilgili veriler yok. Ama benzer oranların çıkacağını varsayılabiliriz. Her devlet, dayandığı toplumun kendisini benimsemesini, sahiplenmesini hedeflemelidir. Bir devletin dayandığı toplum, o devletten yabancılaşmışsa o devlet ya yıkılır ya da rejimi değişir.
Devletin yapacağı baskılar, destekler, teşvikler sonucu değiştirmez. Devletler, toplumu oluşturan müşterekleri ön plana çıkararak, mümkün olduğunca onlara dayanmalıdır. Toplumu oluşturan kesimlerdeki farklılıklara saygı göstermeli ve onların yaşanabileceği en geniş hürriyet ortamını sağlamalıdır. Örneğin Türkiye’de toplumun baskın çoğunluğu Müslümandır. Müslüman Türk toplumunun geneli Sünni olmakla beraber, Türkiye’de Alevi, Şii, Nusayri mezheplerine/gruplarına mensup Müslümanlara ilaveten Hristiyanlar ve Yahudiler de yaşamaktadır. Sünni vatandaşların çoğunluğu Hanefi olmakla birlikte kayda değer kısmı Şafi’dir.
Türk devleti tüm Müslümanların kabul edebileceği İslami değerleri ön plana çıkarmalı ama Hristiyanlara, Yahudilere de inançlarını rahatlıkla, hür şekilde, hiç çekinmeden yaşayabileceği ortamı sağlamalıdır. Toplumun baskın çoğunluğunun müştereği olan İslam (Türkiye’de bu oran %99’dan yüksektir.) ön plana çıkarılırken diğer inançlara ve İslam’ın tüm versiyonlarına saygı gösterilmelidir. Böyle hareket edildiğinde devlet daha çok vatandaş tarafından benimsenir, sahiplenilir.
Ön plana çıkarılan İslami değerler sadece Sünnilere hitap eder nitelikte olursa, Sünni olmayanlar kendini dışlanmış hisseder. Devletin dayandığı kitle daralır. Devlet olabildiğince her fikirden, inançtan, hayat tarzından ve kültürden vatandaşın müştereği olmalıdır. Laikliği temel değer olarak gören vatandaşlar da Nakşibendi tarikatına mensup olan müritler de, devleti kendi devleti olarak görebilmelidir. Yöneticilerin amacı bunu sağlamak olmalıdır.
ABD’de, yüzyıllarca köle olarak sömürülen Afrika kökenli insanların torunları, gururla “Ben Amerikalıyım.” diyor. Ankette çıkan oranlar yüksektir ama tersten bakıldığında, Türk vatandaşlarının %27’si, Kazak vatandaşlarının %31’i açık ve net olarak ‘’Vatanım için savaşmam ve ölmem demiştir.’’ Türk devletleri, negatif oranlar neden bu kadar yüksek, bunu araştırarak minimize etmeye çalışmalıdır.
İnsanlar gibi toplumların da birden çok aidiyetleri, mensubiyetleri, kimliklerini oluşturan önemli değerleri olur. Toplum geliştikçe ve medeni seviye yükseldikçe mensubiyetlerin sayısı artar. Bu aidiyetlerin toplumun her ferdi tarafından benimsenmesi gerekmez, büyük çoğunluk tarafından benimsenmesi ve önemsenmesi yeterlidir.
Sıradan bir vatandaş kendini, “Müslüman, Türk Ahmet” olarak tarif eder. Bunların yanında mensup olduğu mezhep, nereli olduğu, nerede yaşadığı, hangi takımı tuttuğu, cinsiyeti onun kimliğini oluşturan başlıca aidiyetlerdir. Bazı fertlerde mezhep, tarikat ya da desteklenen takım birincil aidiyet olabilir. Toplumlar için de aynı durum geçerlidir.
Millet, renksiz ve ruhsuz bir kitle değildir. “Yunan milleti” deyince aklımıza Hristiyan, Ortodoks, Akdenizli ve Avrupalı bir toplum gelir. Aslında Yunan olup ateist olan ya da Ortodokslukla ilişkisi olmayan çok sayıda insan vardır. Ama Yunan milleti kimliğinde, Hristiyanlıkla, Ortodoksluk baskın unsurlardır. Devlet kimlik olarak ne kadar kapsayıcı olursa, o kadar çok vatandaş da devletini içselleştirir. Devletiyle bütünleşir.
SSCB’nin yıkıldığı 1991 senesinden, 2023 yılına kadar olan sürece baktığımızda, Özbekistan’ın %72, Türkmenistan’ın %68, Kırgızistan’ın %59, Azerbaycan’ın %42 ve Kazakistan’ın %20 oranlarında nüfus artışı sağladığını görürüz. Aynı periyotta Türkiye’nin nüfusu %55 oranında arttı. İlk üç ülke benzer oranlara sahip. Kırgızistan’ın artış hızının biraz daha düşük olmasının iki ana nedeni var.
Kırgızistan bağımsızlığını ilan ettiğinde, halkının %21’i Rus’tu. Bunların çoğunluğu göçtü. Kırgızistan, diğer iki memleketten daha fakir. Kazakistan’ın artış nispeti diğerlerinden çok düşük gözükse de, bu aldatıcıdır. Çünkü Kazakistan nüfusunun %30’unu göç nedeniyle kaybetti. Kazakistan’daki Kazak nüfusa bakıldığında ilk üç ülkeyle benzer oranların yakalandığı müşahede edilecektir. Azerbaycan’ın artış oranı makul gözükmekle birlikte, son yıllarda oranda düşüş eğilimi var. Türkiye’nin de nüfus artış oranı süratle düşmektedir.
Bu alarm durumu demektir. Sorun başlangıç aşamasında çözülmezse, ileride çözmek mümkün olmayabilir. Nüfusu azalan milletler, güçlenemezler, güçlerini muhafaza edemezler. Büyük güç olamazlar. Hindistan ve Çin, hali hazırda çok kalabalık olduklarından, bu kuralın istisnalarıdır. 2023 senesinin gerçeği, tükenen Rusya, Avrupa, Japonya, Kore’dir. Sorun küçükken çözülmezse, 2050 yılının gerçeği tükenen Türkler olabilir.
Diğer SSCB ülkelerine baktığımızda, tedbir alınmazsa, hangi tabloyla karşılaşılacağı daha net anlaşılır. Aynı dönemde, Ukrayna %21, Beyaz Rusya %9, Gürcistan %25, Ermenistan %17, Moldovya %39, Baltıklar %22 ve Rusya % 4 nüfus kaybetti. Rusya, on milyonun üzerinde göç almasına, on milyon dolayında başka devletin vatandaşı olan Slav’a pasaport vermesine, çocuk sahibi olmayı kamunun geniş imkanlarla desteklemesine karşın nüfusunun %4’ünü yitirdi.
Rusya açısından daha vahimi, azınlıklar çok yüksek oranda artmasına rağmen toplam nüfus azaldı. Yani federasyonun dayandığı kitle olan Ruslar, Rusya’nın nüfusundan çok daha hızlı azalıyorlar. Nitekim 1991 senesinde nüfusun %80’inden fazla olan Ruslar, 2023 yılında yani sadece otuz iki yıl sonra, %70’in altına düştüler. Türk halkları haricinde, SSCB ülklerinden sadece Tacikistan’ın nüfusu, iç savaş yaşamasına ve göç vermesine rağmen %75 nispetinde arttı.