ABD’nin güçlü ordusu, devasa ekonomisi, başarılı üniversiteleri, Amerikan yaşam tarzını tüm evlere, köylere, şehirlere taşıyan, benimseten, sevdiren filmleri, dizileri ve zincir restoranları var. Ama hakimiyetinin dayandığı asıl unsur DOLAR. 2019 yılı itibariyle global günlük işlem hacmi beş trilyon dolardı. Tüm hisse senedi, hazine kağıtları, bono, tahvil, foreks ve future işlemleri, foreks ve türev piyasaları ve kripto paralar da buna dahil. Bu beş trilyon doların sadece elli milyar doları gerçek mal hareketi. 5 Trilyon doların %97 kadarı USD cinsinden. Yani global ekonomi, finans ağırlıklı, üretim ikinci planda kalıyor. Rusya ile Çin ticaretlerini Ruble ve Yuanla yapmaya çalışıyorlar. Bu konuda başarılı değiller ama olsalar dahi 50 milyar dolardan yani %1’den pay alacaklar. Uluslararası mevduatlarla, kredilerin baskın kısmı USD. ABD, doların gücünü kullanarak dünya ile bütünleşmiş ekonomileri kontrolü altına alabilir, yönetebilir, ele geçirebilir hatta çökertebilir. Beyaz Saray, İkinci Cihan Harbinden sonra Sterlinin, 1980’lerde ise hızlı büyüyerek, ticari olarak rakip haline gelen Japonya’yı dizginlemek için Yenin fazla değerlenmesini sağladı. Böylece iki muhtemel rakibinin, rekabet güçlerini zayıflatarak, kendi açısından zararsız hale getirdi. Nixon döneminde terk edilen Bretton Woods sistemi geçerliyken, Merkez Bankası, stokundaki altın kadar dolar basabiliyordu. Bu sistem kalktıktan sonra istediği kadar basmaya başladı. Ülke içindeki dolar hacminin artması, enflasyonu arttırabilir o nedenle bu konuda titizler. Fakat yurtdışına gönderilen dolar, enflasyonu arttırmayacağından riski yok. Sistemin nasıl çalıştığını örnekle anlatalım. ABD, 5 milyar dolar basıyor. Bu 5 milyar doların, ABD’ye maliyeti 2 milyon dolar. (kağıt, mürekkep, boya gibi giderler) ABD, 5 milyar doları Çin’e göndererek, ithalat yapıyor. Çin’in bu ticaretten kar marjı %10 ise, 500 milyon dolar kazanıyor. ABD ise 4 milyar 998 milyon USD kar elde ediyor. Çin kazandığı paraların çoğunu USD cinsinden rezerv olarak tutuyor. Yani kazandığı paraları biriktirip dolara yatırıyor. (2020 yılı temmuz ayı itibariyle 3,15 trilyon dolar rezervi vardı.) Bu dolarların ABD’ye maliyeti ise kağıt, mürekkep, boya ve işçilik. İnsanlık çalışıyor, üretiyor. Amerika küresel üretimden ihtiyacı kadarını mürekkep, boya ve kağıt maliyetiyle satın alıyor. Bu sisteme modern kölelik dahi denilebilir.
Çin, yerkürenin üretim merkezi oluyor. Pekiyi, o süreç nasıl işliyor? ABD’nin İphone markasını ele alalım. Apple, bu telefonu Çin’de ürettiriyor. Üreticiye telefon başına her şey dahil ortalama 100 dolar ödüyor. Bir telefonu müşterilerine, ortalama 1200 dolar fiyatla satıyor. ABD telefon başına 1100 dolar kazanırken, üretim merkezi olan Çin, maliyetleri düştükten sonra 10-15 dolar kazanabiliyor. Bu açmazı aşmak isteyen Çin, kendi markalarını geliştirmeye çalıştığında, Huwai de olduğu gibi engellerle ve baskılarla karşılaşıyor. Fabrikalarının devasa hacimlerde üretim yapması, Çin’i güçlendirerek, kalkındırır. Ama ABD’nin, dolardan kaynaklanan gücünü aşındırmaz. Üretim önemli ama şuan ki ekonomi finans ağırlıklı. Doların hakimiyeti bitmeden, finans ekonomisi çökmeden, ABD, süper güç olma durumunu kaybetmez. Bu da ancak global finans piyasalarının çökmesiyle olabilir. ‘’2019’da başlayan pandemi bir deneme miydi ?’’ sorusu değerlendirilmeli. Kripto paraların geçireceği evrimde dikkatle takip edilmeli.
Süper güç olabilmenin yahut kalabilmenin bir başka şartı da teknolojik liderliktir. Tarihin bilinen ilk gününden, 1700’lere kadar, silah teknolojisinde Türkler tartışmasız öncüydü. İlk buharlı makine o dönemin süper gücü İngiltere de icat edildi. İlk otomobil Almanya da bulundu ama otomobil, ABD’li Ford seri üretilen T Modelini geliştirince yaygınlaştı. İlk uçağı 1903 yılında ABD’li Wright kardeşler uçurdu. Genel kullanım amaçlı ilk elektronik bilgisayar olan ENİAC’ı 1946’da ABD ordusu geliştirdi. İngiltere, bu bilgisayarın mimarisini daha kullanışlı hale getirerek EDVAC’ı oluşturdu. İlk kişisel bilgisayarı 1981 yılında IBM yaptı. Onu, 1983’te, Apple, mause’lu Macintosh’u üreterek takip etti. Bu alanda ABD’li firmalar birbirleriyle yarıştı. İlk cep telefonunu 1981’de ABD’li Motorola üretti, onu 1992’de Fin markası olan Nokia ve İsveç markası Ericson takip etti. İlk akıllı telefonu 2007’de Apple, İphone markasıyla üretti. Bunu Koreli Samsung takip etti. Şu an pazarın öteki üç güçlü markası Çinli. (Hiaomi, Oppo, Vivo) Evrensel hale gelebilen sosyal medya markalarına baktığımızda da, Amerikan hakimiyetini görürüz. Arama motoru olarak Google’ın pazar payı %92. Whatsapp’ın kullanıcı sayısı 2 milyarın üstünde. Yine Amerikan markaları olan Facebook, Twitter ve İnstagram, kendi kategorilerinde açık ara pazar lideri. Bu alanda güçlü Rus ya da AB markaları yok. Çin ise, sektörde Tiktok ile var olmaya çalışıyor ama pek çok ülkede yasaklı. Güncel tabloya bakıldığında, teknoloji alanında Avrupa’yla, Rusya’nın geri kaldığı görülür. Çin ise varlık göstermeye çalışıyor ama hem yolun başında hem de ısrarla engelleniyor.
Amerikan hakimiyetinin güçlü bir enstrümanı da İngilizce. Geçen yüzyılda Fransızca ve Almanca’ da yaygındı. Fakat İngilizce, global dil haline geldi. Yeryüzündeki bütün ülkelerin aydınları, iş adamları, yöneticiler, tüccarlar, bilim insanları, akademisyenler, hülasa elitler İngilizce biliyor, konuşuyor. İngilizce, kaymak tabakanın ortak dili olmuş durumda. Yeryüzünün her yerinde geçerli. Oysa yaygın konuşulan diğer lisanlar lokal. Portekizce ile İspanyolca ana vatanları dışında Latin Amerika’da, Rusça eski SSCB memleketlerinde geçerli. Eski Fransız sömürgeleri Fransızca konuşuyor. Arapça İslam coğrafyasında ikinci lisan olarak yaygın. Lakin bu diller ya da diğerleri lokaller. Sosyal medyanın da dili olan İngilizceyle mukayese dahi edilemezler. Dünyanın her tarafındaki gençler İngilizce öğrenmek için can atıyor. ABD’nin majör rakibi Çin’in lisanını öğrenmek isteyenler yok denecek kadar az. Öğrenmeyi başaranlarsa daha da az. Artık insanlar, Almanca, Fransızca ve İspanyolca gibi lisanları ancak İngilizce’ den sonra ikinci yabancı dil olarak öğreniyor.