İki şey üzerinde siyaset olmaz,din ve hukuk. Ne yazık ki bizde siyaset en çok bu kavramlar üzerinden yapılıyor.
AİHM'in Demirtaş kararından sonra CB Erdoğan,karara büyük tepki göstererek AİHM hakimlerini terörist sevici ilan etti.
Demirtaş'ın 6-8 Ekim olaylarında öldürülen 50 civarında vatandaşımızın sorumlusu olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanının hissiyatına katılıyorum. Ama biliyorum ki bu konunun yağı iyice çıkarıldıktan sonra tıpkı Brunson olayında olduğu gibi Demirtaş'a da kapılar açılacak. AİHM kararında ifade edildiği gibi Demirtaş sadece makul şüpheden içeri alınmadı, özellikle Kobani eylemlerinde vatandaşı sokağa çağıran ve bu ülkeye 50 cana, milyonlarca liralık maddi-manevi tahribatta sebep olan Demirtaş'tan başkası değil. Belki Demirtaş kimseye gidip adam öldürün demedi, ama bu çağrının sonunda böyle şeyler olabileceğini tahmin etmesine rağmen bunun olmaması için de herhangi bir çaba göstermedi. Çağrısının muhtemel sonuçlarını kabul etti. Bu, bütün hukuk sistemlerinde suçtur ve asla -fikir,düşünce özgürlüğü kapsamında ele alınamaz.
Lakin, zaten AİHM Demirtaş'ın masum olduğunu söylemiyor, tutukluluğunun uzun olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde izin verilen kısıtlamaların öngörüldükleri amaç dışında kullanıldığını(18.madde) ifade ediyor. Bu tutuklamanın hukuki değil,siyasi olduğunu ima ediyor.
CB'nın hissiyatına katıldığımı söyledim, ama bu yapılan açıklamaların doğru olduğu anlamına gelmiyor. Yargı'yı etkileyebilecek konumda olanların söz ve beyanlarında daha dikkatli olması gerekir. CB'nın açıklamalarından sonra davaya bakan mahkemenin Demirtaş hakkında, AİHM kararı istikametinde karar vermesi kolay değil. Bu beyanlar dışarıda yargının siyasetin vesayeti altında olduğuna dair iddiaları pekiştirmekten başka işe yaramıyor.
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza atmıştır. Anayasa'nın 90. maddesine göre;" (...) usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz." Anayasa Mahkemesine başvurulamaması bu tür anlaşmaları -kanunlardan -daha güçlü bir mevkie çıkarmakta, neredeyse bir anayasa hükmü haline getirmektedir. Bu madde anayasada durduğu müddetçe kimse AİHM kararlarına uymuyorum diyemez.
Dünyada müeyyidesi olan tek insan hakları mahkemesi AİHM'dir, 40. maddeye göre; "sözleşmeci devletler,taraf oldukları davalarda Mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler." Yani kararlar, taraf devletler için bağlayıcıdır. İlgili devlet, ihlali önlemek ve ihlal öncesi duruma dönmek için gereken tedbirleri almak zorundadır.Bir başka ifadeyle üç boyutlu bir yükümlülük söz konusudur: Haksız fiilin durdurulması,tazmin ve benzeri ihlallerin önlenmesi...
Mahkeme kararlarının uygulanıp uygulanmadığı Avrupa Konseyi Bakanlar kurulu tarafından takip edilmektedir. Kararların uygulanmamasının müeyyidesi Konsey üyeliğinin askıya alınması veya üyelikten çıkarmaya kadar varmaktadır. Ancak, bugüne kadar çıkarma yönünde bir uygulama olmamıştır. Loizidio/Türkiye davasında, sonuçlarının çapı ve ağırlığı dolayısıyla Türkiye kararı uygulamaktan kaçınmış, Avrupa Konseyi bir kaç defa Türkiye'yi uyarmakla yetinmiştir. Ancak Demirtaş kararı için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Loizidio davasının Türkiye'ye maliyeti yüzünden Avrupa Konseyi sert tedbirlere baş vurmaktan kaçınmış olabilir, fakat Demirtaş için aynı esnekliği göstermeyecektir. Onun için bu tip davalar üzerinden -milliyetçilik- yapmak veya yapıyor gibi görünmek doğru değildir. Devlet tavrı, uluslararası antlaşmalara uymayı gerektirir. Fert,fert bu kararlara tepki gösterebiliriz, bu bizim hakkımızdır. Bu yargıya müdahale de sayılmaz. Ama siyasetçilerin meseleyi miting meydanlarına taşımaları, tutukluluğun siyasi olduğuna dair AİHM kararını doğrulamak ve Batı'da giderek yaygınlaşan yargının siyasallaştığına dair algıyı pekiştirmekten başka işe yaramaz.
Bu tip kararlarla karşılaşmamanın yolu, yargıyı özgür ve bağımsız kılmak ve tutukluluk sürelerini uzun tutmamaktır.