Dini hayat, dinin ne dediğinden çok onu algılama biçimimize göre şekillenir. Algılarımızı tayin eden birçok faktör vardır; kültür, toplumsal psikoloji, coğrafya, içerisinde bulunduğumuz şartlar, dünya ahvali bunlardan bazılarıdır. Savaş şartlarında yaşayan bir Müslüman'ın barış şartlarında yaşayan bir Müslüman'la din algısı bir olmayacaktır. Birinde sertlik, ötekinde suhulet ön plana çıkar. Biri barışçı öteki savaşçıdır. Bugün Gazze'de, Doğu Türkistan'da yaşananlar, inançlarımızın renk ve tonunu da belirliyor, biz ve onlar ayırımını daha da keskinleştiriyor. İki dünya arasındaki güvensizliği büyütüyor.

Din ile kültür arasındaki ilişki ise, biri belirleyen öteki yorumlayan ilişkisidir. Din,kültürü tarar, içindeki aykırı unsurları temizler, yani ona bir nevi iman ettirir. Kültür de onu kendi kıstaslarına göre yorumlar. Onun için Musa Carullah,Kuran-ı Kerim'in nasları ile Hz. Peygamber'in lisanıyla beyan edilen hükümleri iki kısma ayırır: Ahkam-ı iptidaiye (sabit hükümler) Ahkam-ı vifakiye (şartlara göre değişen hükümler). Bu tasniften hareketle, "fıkıh kitaplarındaki İslam şeriatı evrensel olamaz, ebedi olamaz, bütün insanların tüm ihtiyaçlarına cevap veremez. Çünkü İslam halkın adetlerini, kültürünü de kabul eder. Tıpkı Kitap, sünnet, icma ve kıyas gibi toplumsal hayatın gerçekleri ve tarihin ibretleri de bu dört kaynak gibi İslam hukukunun kaynaklarından biridir," der.(M.Carullah Şeriat Esasları,s.70-153)  Bu özellikle muamelatla ilgili bazı hükümlerin kültürden kültüre, zamandan zamana farklılık gösterebileceği anlamına gelir .Nitekim Carullah bunu şu sözlerle açıklar: "Bugün bize adalete aykırı gelen bazı hükümler zamanına ve halkın tabiatına göre belki en adaletli ve makbul hükümler olmuştur." Şarkiyatçı Goldziher'in din, kültür ve çevre ilişkisi üzerine söyledikleri de Carullah'ın tespitleri ile paraleldir:" İslam gelişme süreci içinde yayıldığı coğrafi alandan,mensuplarının mahalli etnik karakterinden ayrı olarak düşünülebilecek soyut bir varlık değildir."(S.F.Ülgener,Zihniyet ve Din, s.74)

Ancak din idrakinin bir mizaç boyutu da vardır. Radikal, köktenci bir mizacın din algısı da buna göre olacaktır. Dini fanatizm dediğimiz -zorlaştırıcı, köleleştirici-aşırı sınırlayıcı- din anlayışı böyle mizaçlar ve onu besleyen kültürlerden çıkar.

Tarihte amel- iman ilişkisi üzerine ortaya çıkan tartışma ve ayrışmalar biraz da bu idrak biçiminin ürünüdür. Ehl-i sünnete göre amel ve iman ayrı şeylerdir.İnanıp amel etmeyen bir kişi yine Müslüman'dır. Fakat imanla ameli ayırmayan, her farklılığa -küfür yaftası yapıştıran görüşler de vardır. İbn-i Teymiye bu alimlerden biridir. Teymiye'den Mardin'de yaşayan Müslümanlaşmış Moğolların gerçek Müslüman kabul edilip edilmeyeceği ile ilgili bir fetva istenir. Teymiye, Moğolların kendi yasaları ile İslam hukukunu beraber uyguladıkları için küfürlerine fetva verir.(Sami Zubaida, İslam, Halk ve Devlet,s.42) Oysa toplumların örf-gelenek ve kültürleri de İslam'la çatışmadığı müddetçe hukukun kaynaklarından biridir. Mecelle'deki "örf muhakkemdir" hükmü bu gerçeği ifade eder. Her eksikliğe küfür yaftası yapıştırmak en büyük zararı dine vermiştir.  İbn-i Teymiye görüş ve düşünceleri ile sonraki asırlarda Vehabiliğin beslendiği en önemli kaynak olmuştur.

İslam'ın gönüllere nüfuz etmesini dinin radikal yorumları ne kadar engelliyorsa onu siyasetin icaplarına göre eğip bükmek de o adar engelleniyor. Siyasal İslam'da din siyaseti belirleyen değil, tam tersine siyaset tarafından belirlenendir. Siyasete ne lazımsa din o göre yorumlanır. Son birkaç yıldır belli çevrelerde en çok tanık olduğumuz din yorumu budur. Bunu görmek için Hayrettin Karaman'ın yazı ve fetvalarına bakmak kâfi. İktidarla ilgili ortaya saçılan rüşvet ve yolsuzluk iddialarına "yolsuzluk hırsızlı değildir" dedi. Peki nedir? Milleti sağıp soymanın İslami bir yaptırımı yok mudur? Bir başka yazısında," hükümete zarar verecekse doğruları söylemenin caiz olmadığını" söyledi. İktidarda kalma uğruna İslam'ın en önemli prensiplerinden biri olan doğruluğu siyasete feda etti. Herhalde en önemli fetvası 2015 seçimlerinde yazdıklarıydı: "AKP'ye oy vermeyenlere zımni muamelesi yapılabileceğini" yazdı. Zımmi,"İslam devletinin egemenliğini kabul eden gayri Müslim kişilere verilen isimdir." Bu fetvası ile bir partiye oy vermeyi iman-küfür meselesi haline getirdi. Müslüman'da küfür arayan dışlayıcı böyle bir İslam anlayışının en büyük zararı İslam'a verdiğine şüphe yok.

Kuran, Müslümanları ,vasat/ mutedil/ orta çizgide bir ümmet olarak tanımlar. Her türlü radikalizm,tekfirci, köleleştirici anlayışı reddeder. Ancak günümüzde hâkim olan ya reddiyeci radikalizm yahut dini siyasetin basit bir aparatı haline getiren siyasal İslam'dır. Onun için Müslüman toplumlar bir türlü kabuğunu kırıp gelişemiyor. Din terakkiyi teşvik eder ama bu din anlayışı terakkiye manidir. Onun için Kevakibi daha 19.asrın sonunda, -dini fanatizmin İslam dünyasını mahvettiğini, önünü keserek bir medeniyet sıçraması yapmasına engel olduğunu- yazıyordu. Bu anlayıştan kurtulmadıkça İslam dünyasının geçmişine layık bir gelecek inşa etmesine imkân yoktur. Kısacası İslam'ın önündeki engel yine Müslümanlardır.

Not: Bütün okuyucularımın Mübarek Ramazan Bayramı’nı kutlar, bu zulüm çağının son bulmasını, ezilen coğrafyalardaki kardeşlerimizin kurtuluşuna vesile olmasını dilerim.