Yeniköy, İzmit Başiskele’ye bağlı şirin bir muhâcir köyü. Selânik Drama muhâcirleri, mübâdelede gelmişler. Yaklaşık altı aydır bu köyde yaşıyorum.

Neredeyse her gün, köyün hoparlöründen bir cenâze anonsu var. Her seferinde “Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver” türküsü dilime dolanıyor.

Köyün yaşlılarının bir bir gittiğini öğrendim. Bir ay kadar önce mübâdeleyi yaşayan bir teyzenin öldüğünü öğrenince tanışıp hâtıralarını dinlemediğime çok hayıflandım.

Köy halkından birine, türkülerini merak ettiğimi söylediğimde, “Bizim pek türkümüz yok.” dedi. “Nasıl olmaz?” diyecektim ki kendime geldim. “Haklısınız. Sizin, daha çok ağıtlarınız var.”

Dertli, derdini söylemiş; dertsiz, türkü sanmış.

Köy halkı, mütedeyyin, zarif ve mükrim. İçlerinde, çok ilginç insanlar var. Özgen teyzeyi, birgün özellikle yazacağım. Hem Yahyâ Kemal hem Geothe konuşabildiğim zârif bir Üsküplü hanım. Buraya gelin gelmiş.

Neyse uzatmayayım. Bu şirin köyün bir kıyısına geldik, tutunduk. Evleri yapan firma, son derece seviyeli insanların oturduğu bir site olduğunu söylemişri. İnternette, site sâkinleriyle yapılan röportaj var. Huzurlu bir yaşam için yüzde yüz tavsiye ediyorlar.

Site toplantılarında sayıları az ama baskın birkaç kişi, sürekli kurallar belirliyor. Haklılar. Seviyeli olma ihtiyacı, mühim bir ihtiyaçtır. Çevrede örnek bir site olalım, seviyemiz artsın istiyorlar. “Profesyonel bir tarzımız olsun” klişesiyle hem de. Köydeyiz ya “Aman köylü görüntümüz olmasın” derdindeler. Bahçelerde kedi köpek beslemek bile yasak. Kümes hayvanları, hepten aykırı. Koku yaparmış. Buram buram tezek kokuları gelen, sabahları horoz sesiyle uyandığımız bir yerde ne ilginç bir hassâsiyet değil mi?

Burada bir parantez açarak Köksal Alver’in “Siteril Siteler” kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Steril sitelerin topluma nasıl yabancılaştığını, kastlaşmayı, mekânsal ayrışmayı, site ile sterilleşme arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Bu köyde yaşadığımız, bunun küçük bir örneği. Üstüne, La Zona (Yasak Bölge) ve Elysium filmlerini de seyredin derim.

Devâm edelim.

Geçenlerde bir akşam gümbür gümbür bir müzik sesi geldi. Ne oluyor diye baktık. Bir bahçede eğlence var. Ateş yakılmış. İçkiler çıkmış. Şişeler elde, çekip çekip erkek erkeğe oynuyorlar. Arada bir de söylüyorlar. Kahkahalar, gırla gidiyor. Yaşları genç, kanları kaynıyor. “Sana ne! Adamlar, kırk yılda bir bahçesinde eğlenmesin mi?” diyebilirsiniz. Eğlensin tabi. Kimseye zararları da yok. Biraz gürültü var. Bu kadar gürültüye, komşu hatırına katlanılır.

Eğlencenin dozu iyice artınca yöneticiyi aradım. “Biz, bahçelerde içkili eğlenceye karşıyız.” diyeceğimi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Yönetici, sitenin diğer ucunda oturuyor. Merâmımı anlatınca teyid etmek için telefonu kapatmadan dışarı çıktı ve o bahçeyi görebileceği bir yere yürüdü. Manzarayı görünce, “Hakikaten hoş değil.” dedi.

Hoş olmayan neydi biliyor musunuz?

O gün 7 şehidimiz vardı. Ayrıca 10 Kasım’dı ve burası bir Selânik muhâcirleri köyü.

Eğlenceyi düzenleyenler, Atatürkçü ve sosyal demokrat komşularımız.

Yöneticiye, “Şimdi birşey demeyin. Şişenin dibine vurdular. Anlayacak durumda değiller.” dedim.

Ertesi gün gerekli uyarı yapıldığında verilen cevap aynen şöyle:

“Bilmiyorduk. Bilsek yapmazdık.”

Ne dediğinizi duyar gibiyim. “10 Kasım’ı da mı bilmiyorlar?”

Evet… Ağız burun kıvırdığımız köylülere, “üç gün ara ver” diye yalvardıkları “zalım ölüm”e nasıl kafa tutulacağını, yedi şehidin olduğu bir günde öğrettik.

………

“BİZE GELECEK GELİNİN Bİ KUSURU VAR. ECÜK HÂMİLE”

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın Oliver Stone hakkında yazdıklarını okuyunca aklıma bu söz geldi. Bizim köyde, büyük bir kusuru küçükmüş gibi kapatmaya kalkan oldu mu böyle söylerler. Ecük, azıcık demek. Gelin alınan kız hâmile çıkmış ama bir kaç aylık. O hâlde büyütmeye gerek yok! Ya dokuz aylık olsa!

Sinema târihinin en büyük Türk düşmanı filmi olan Geceyarısı Ekspresi’ne Oliver Stone’un katkısı hakkında “O kadar kusur, kadı kızında da olur.” Demek, Ahmet Hakan’a yakışmadı. Sâdece ona değil, bu topraklarda yaşayan kimseye yakışmaz.

Adamlar, izleri silinmeyen filmler yapıyorlar; sonra ülkemize gelip “sorry” diyorlar. Biz de “Olur o kadar” diyoruz. Tam bir sömürge aydını yaklaşımı!

Hattâ bâzıları, sorry de demiyorlar. Kimi, câmi ziyâret ediyor; kimi başına örtü alıyor. Biz de bunu özür kabul edip bağrımıza basıyoruz. Onur ödülü veriyoruz.

Haber doğruysa Stone, Tayyip Erdoğan’ın filmini çekecekmiş.

Aklıma, şöyle tehdit ettikleri geliyor: “Dediklerimizi yaparsanız size güzel bir film yaparız. Yok yapmazsanız Stone, sizi öyle bir döver ki kendinizi aklayana kadar yıllar geçer.”

Yapmayın, etmeyin! Müslüman Türk düşmanı Oliver Stone’dan iyilik gelmez!