Türkiye adım adım demokrasiden uzaklaşıyor. Bunun yansımalarını Cumhur İttifakının bileşenlerinin tavrında, miting meydanlarında vatandaşın taleplerine gösterilen sert tepkide görmek mümkün.
Despot yönetimlerin pençesinde kıvranan İslam ülkelerinin aydınları, halklarına İslam adına demokrasi telkininde bulunurken, biz de –tek adam yönetimi- kutsallaştırılıyor. Onlarca televizyonda, gazetede vatandaş tek taraflı propagandaya maruz tutuluyor, iktidarda kalmak için hiçbir ahlaki ve hukuki ilke tanınmıyor. Hakikatle vatandaş arasına medya duvarları çekiliyor. Hür ve tarafsız olması gereken basın iktidar adına göz bağcılığı yapıyor.
Kutsallaştırma, kutsallık atfedilen kişiye her türlü yetkiyi vermek, onu artık eleştiri dışı tutmaktır. Hilafet mevzuunun ikide bir gündeme getirilmesinin arkasında da aynı gerekçe vardır. Birinin sırtına Halife unvanı da iliştirilirse artık onu kimse kolay kolay eleştiremez. Çünkü hilafetin kutsal bir şey olduğuna dair yaygın ama yanlış bir inanç ve kanaat vardır. Oysa hilafet, Arap/İslam kültüründe devlet başkanlığından başka bir şey değildir. Bunun en açık göstergesi, Arap yarımadasında tek bir İslam ülkesi varken halife tek olması, devletler arttıkça halife sayısı da artmış olmasıdır. Bu da dini temsilin değil, devleti, mülkü temsilin ifadesidir. Hilafetin devlet başkanlığı ve bir nevi idare şeklinden başka bir misyonu, özellikle dini bir statüsü olsaydı, ondan ayrı bir devlet başkanı veya başkanlığının olması gerekirdi. Büyük Selçuklular döneminde ancak hilafetin yöneticilik tarafı elinden alınarak bir nevi dini sembol haline getirilmiştir.
Tarihte yöneticiler itibar kaybettikçe konumlarını kaybetmemek için dinin/kutsalın arkasına sığınmışlar, din zırhı ile kendilerini korumaya çalışmışlardır. Buna toplumun dini cehaleti, bilgisizliği de çanak tutmuştur. Günümüzde dinin siyasi söylemde merkezi önem kazanması ile iktidarın başarısının düşmesi arasında bir korelasyon vardır. 2010’a kadar daha çok günlük problemlere odaklanan iktidar, başarısı düştükçe aradaki boşluğu dinle doldurmaya çalışmıştır. Oysa Cumhuriyet tarihinde İslam’ın ahlak prensipleri ile en çok çatışan iktidar, AKP iktidarı olmuştur. Din öyle uluorta kullanılmıştır ki, eski bakan Süleyman Soylu hızını alamayarak zamları Allah’ın yaptığını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Bütün kötü işler FETÖ’ye yüklenirken zamlar da Allah’a yüklenmiştir. Bunun Türkçesi, mevcut durumdan (haşa) Allah’ın sorumluluğu var, AKP’nin sorumluluğu yok demektir.
Yeni bir rejim, FETÖ-PKK ve din istismarı üzerinden kurulmaktadır. İlk ikisi ile devletin bekası üzerinden korku salınarak her baskıcı düzenleme meşrulaştırılırken, öteki ile de dine saygılı insanlar iğfal edilerek toplumsal destek muhafaza edilmektedir. İktidar partisinin mitinglerinde “ İsrail ile “ ticaretin kesilmesini isteyenlerin yaka paça gözaltına alınmaları, İzmir’den Ankara’ya yürüyen çoğu bayan tarım işçilerinin karşılaştıkları sert muamele, iktidara yanaşarak uçsuz bucaksız edinilen servetler yeni Türkiye’nin ipuçlarıdır. PKK elbette tehdittir ama asıl tehdit bu milletin kültürü, irfanı, inançları ile oynamaktır. Din maskesi ile, dinin yasakladığı ne varsa onu din adına işlemektir. Kal(söz) ile Müslüman, hal ile soyguncu, rüşvetçi, talancı olmaktır. Bu din ve bu millet için asıl tehlike, bu siyaset tarzıdır.