"Eviniz, işiniz, hatta sevdiklerinizi kaybedebilirsiniz ama bir insanın hayatında kaybedebileceği en son şey kimliğidir. Bulgaristan'da yaşayan iki milyon Türk'ün isimleri değiştirildi. İşkence, zulüm gördüler. Bizim tek isteğimiz, evrensel insan haklarından, her bir dünya vatandaşı gibi faydalanalım. Doğduğumuz topraklarda, sahip olduğumuz kimliğimizle özgürce yaşamaktır. Bulgaristan Komünist Partisi bunu sağlayamıyorsa, o yerlerde yaşayan halkımızın, Anavatan'a Türkiye topraklarına dönmesine izin versin. Ben Naim SÜLEYMANOĞLU, bugün ve bundan sonra kırdığım her rekorun ardından, kazandığım her madalyanın peşinden, ÖZGÜRLÜK, ÖZGÜRLÜK diye haykıracağım. Bunu sadece zulme uğramış Türk halkı için değil, insan hakları elinden alınmış her insan için..."
Bu sözleri sarf eden adam, bir milletin kaderini değiştiren rahmetli Naim Süleymanoğlu idi. Çok küçük yaşta halter sporu ile tanıştı “Cep Herkülü” lakaplı büyük sporcu. Hepimiz o kiloları kaldırdığını zannediyorduk ama aslında O, Bulgar zulmü altında ezilen milletinin tüm sıkıntılarını omuzluyormuş. Bu sıkıntıları tüm dünya duysun diye, o küçücük yaşında uzun ve meşakkatli bir yola girmiş. Kısa ama büyük başarılarla dolu ömründe, bizlere öyle güzel dersler vermiş ki; yaşarken anlayamadı insanımız değerini.
1967 yılında, Kırcaali’nin Mestanlı kasabasında hayata gözlerini açtı. Çocukluğu ile ilgili, çok küçük yaşta halter sporuyla tanışması dışında bilinen bir olay yok ama dost sohbetlerinden dinlediğimiz kadarıyla, çevresi tarafından hep sevilen bir çocuk olmuş. Kısa sürede şampiyonluklar almaya başlamış Cep Herkülü. Arkası arkasına gelen başarılar, kısa zaman içinde tüm dünya tarafından tanınan bir sporcu olmasını sağlamış. Komünist Parti iktidarı, Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımıza zulme başladığı, isimlerini değiştirdiği zaman, bu zulmü bir şekilde duyurması gerektiğini kafasına koymuş. Planlar yapmış ve Avustralya’da yapılan Dünya Şampiyonası’nda, bir grup Türk Milliyetçisinin de yardımlarıyla kamptan kaçırılıp önce birkaç gün gurbetçilerimizin evlerinde, sonra Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğu’nda kaldıktan sonra İngiltere’ye seyahati gerçekleşmiş ve oradan da anavatana getirilmişti. Kimileri için sadece bir yolculuk gibi görünse de, bilinen tarihin en büyük özgürlük savaşçısının zorlu mücadelesinin en önemli kısmıydı bu yolculuk. Anavatana gelirken Yunanistan hava sahası kör uçuşla geçilmiş ve hava kuvvetlerimizin eşliğinde Ankara Esenboğa Havalimanı’na inmişti uçağı. Bu seyahat; 80 darbesinin korkusunu üzerinden atamayan milletimize çok mutlu etmiş, Bulgaristan’da zulüm altında yaşayan soydaşlarımıza ve hatta Belene kampında eziyet çeken soydaşlarımıza da umut ışığı yakmıştır. Manevi değerlere inanan toplumlarda umut, her daim milletin ekmeği ve suyu olmuştur. En beklenmedik bir anda aldığı, en değerli hediye olmuştur. Naim Süleymanoğlu, umudu kırılmak üzere olan Türk Milletine güneş olmuştur. Olimpiyatlarda başarıya uzak kalmış ülkemize altın madalyalar getirmiş ve hepimizi halter sever haline getirmiştir. 1988 yılında, nefesimi tutup kaldırışlarını izlediğim anı, daha dün gibi hatırlarım. Onunla beraber hepimiz kollarımızı yukarı kaldırmıştık ve kaldırış bittiği zaman, sağ yumruğumuzu havaya kaldırmıştık.
Neden insanları yaşarken anamıyoruz? Neden yaşarken merak etmiyoruz ne yapmak istiyor bu adam diye? Neden her başarılı insanı çok genç yaşta kaybediyoruz? Ve neden çabuk unutuyoruz? Yazımın başında sizlerle paylaştığım konuşmayı BM’de yapma şansını elde etmiş, Dünyanın En İyi Sporcusuna sahip bir ülkeydik. O konuşmasından sonra, uğrunda mücadele verdiği, ömrünü vakfettiği milletine, büyük bir iyilik yapmış ve Jivkov’un kapıları açmasını sağlamıştı. O dönemde Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen yüzbinlerce soydaşımızın, ne kadar dua etseler az olduğu bir kahraman idi O. Sporu bırakmadan önce, onlarca şampiyonun yetişmesini sağlamış ve ardında bir halter kültürü bırakmıştır. Dünya Halter Federasyonu’nda görevler almış ve Türk siyasetinde de bir dönem mücadele vermiştir ama ne yazık ki umduğu başarıya ulaşamamıştır.
Bin bir meşakkat ile geçen bir ömrün ardından, 18 Kasım 2017 tarihinde 50 yaşında iken İstanbul’da hayata gözlerini yumdu Küçük Dev Adam! Sadece sevenleri vardı yanında. Devlet, sağlığı ile yakından ilgilendi ama yeterli olmadı O’nu yaşatmaya. İş gücünün, fikir gücünün ülkemizden kaçtığı yıllarda O, Türk olduğunu haykırdı. Herkesin bir kaçış yolu bulmaya çalıştığı Amerika’nın teklifini elinin tersiyle itti. Çünkü O, milleti için mücadele vermek isteyen ve sırf bu nedenle, başarılı olmaktan başka çaresi olmadığı bilinciyle daha çok, daha çok çalışan kahraman bir Türk idi! Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi; “İnsan büyür beşikte mezarda yatmak için. Kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için”.
Nur içinde yat Aga!