Sen bize "evlatlarım" derdin; biz ise "Başbuğ Türkeş" diyerek göğü yırtardık.
Bugün 4 Nisan, her 4 Nisan gibi içimizi bir hüzün kapladı yine. Kimimizin televizyon başında, kimimizin hastane önünde o kötü haberi aldığı kara gün bugün.
"Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ız" diyen ve Türk-İslam Ülküsünü bizlere aşılayan, öğreten o büyük insanı kaybettiğimiz acı gün bugün.
"Türkiye mozaiktir" diyen hadsizlere; "ne mozaiği ulan mermer mermer" deyip haddini bildirdiği o büyük lideri kaybettiğimiz gün bugün.
Hep yazarım ya; hayatımın o en soğuk ve o en uzun Ankara yolculuğumdu. Milyonlar Ankara'ya akmıştı. Galiba Ülkücüler olarak en son bir araya gelişimizdi o karlı Ankara günü. Bir daha da dikiş tutmadı zaten birlikteliğimiz. 1999 seçimlerindeki o oyun nedeni de, milletin Başbuğ'dan özrü idi, Ülkücülerin birliği değil!
1980 sonrası çoğu Ülkücü Taş Medreselerde, dışarıda olanlar da maddi sıkıntı içerisindeyken, o zorluk içerisinde bile milliyetçilik fikriyatından bir damla geri atmamış, yoklulukla parti kurmuş ve Türk milliyetçilerini bir çatı altında buluşturma idealini tescillemişti. Bizlere hem bir umut vermiş ve her ne koşulda olursa olsun, ideallerimizden vazgeçmememiz gerektiğini öğretmişti.
Bizlere, bir Ülkücünün başı çekmediği hiç bir oluşumun içinde olmayın nasihatini vermişti. Bunu başarabildik mi, tartışılır ama mevcut seçim sisteminde, başında bir Ülkücünün olmadığı ittifaka oy vermeyeceğimiz kesin.
"Lider olunmaz, doğulur" sözünün beden bulmuş haliydin. Ses tonunla, mükemmel tarih bilginle, askeri zekan ve devletçi duruşunla, örnek alınması gereken bir liderdin. Sana sadakat şerefti ama sen davaya sadık olmamız gerektiğini öğrettin bizlere.
Sonuç olarak, iyi ki seni gördüm ve tanıma şerefine nail oldum. Sen, Türk'ün son Başbuğ'u idin ve hep öyle kalacaksın. Ruhun şad, mekanın cennet olsun.