Dinler ve mezhepler tarihçisi Şehristani; "Müslümanların en büyük ihtilafı, imamet(devlet başkanlığı) ile ilgilidir.İslam tarihinin hiç bir döneminde dini referanslarla imamet meselesinde çekilen kılıçlar, başka hiçbir meselede çekilmemiştir," der.
Bu doğru bir tespittir. Sonradan ortaya çıkan mezheplerin bile bir çoğu, siyasi uyuşmazlıkların itikadi bir hüviyete bürünmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle İslam mezhepleri incelenirken,onları yalnızca teolojik ve dinsel yapı olarak değil, aynı zamanda siyasal birer oluşum olarak ele almak gerekir.(M.Evkuran,Sunni Paradigmayı Anlamak. s.62.) Siyasetle dinin karıştırılması yahut dinin siyasete basamak yapılması hem kanlı boğuşmalara sebep olmuş, hem de dini parçalanmalara yol açmıştır.
Örnek Haricilik ile Şiiliktir.
Haricilik Hakem olayından, Şiilik, Hilafetin Hz.Ali'ye ait olmasından hareketle ortaya çıkmışlardır.
Bugün dahi, din üzerinden siyaset, toplumda gedikler açmaya devam etmektedir.
Dinin siyasete ne dediği, yahut dinin önerdiği herhangi bir siyasi modelin olup olmadığı açıklığa kavuşturulmadan din üzerinden yürütülen siyasi kavgaların sonlandırılması mümkün değildir.
İslam dünyası asırlarca Hilafetin diniliğini tartıştı. Halbuki Hilafet dünyevi bir kurumdu, Kuran'da da, Sünnette de onun gerekliliğine dair bir nas yoktu. Tarihin bir dönemine ait, hayatiyeti sosyal değişimle sınırlı bir hükümet biçiminin dinin bir sabitesi olması zaten mümkün değildi. Din, sosyal değişmelere bağlı konuların ucunu açık bırakıp, zamana, şartlara ve kültürlere bırakırken, yaradılış, tevhit,ibadet,ahiret gibi konuları değişmez ölçüler içinde vermiştir. Yani bir tarafta zamana bırakılan değişebilir bir alan, bir tarafta zamanla kayıtlı olmayan bir başka alan. Hangi siyasi model sorusunun cevabı, toplumların kültürel ve sosyolojik durumlarında, hangi ilkelerle sorusunun cevabı din ve yine toplumların kültürleri ile tarihi tecrübelerinde saklıdır.
Hilafet modeli Arap kültürünün ürünü, içeriği ise dini kurallar, Arap kültürü ve dönemin ihtiyaçlarının ürünüdür. İhtiyaçlar artıp değiştikçe yönetim biçimlerinin de buna bağlı olarak değişime uğrayacağı muhakkaktır. Değişen bir dünya,değişmeyen beşeri modellerle yönetilemez.
İslam toplumları hep bir İslam devleti ütopyası ile siyasi kavgalara sürülmüştür. O devlet modelinin nasıl olduğuna dair bugüne kadar ortaya konulmuş bir model yoktur. Öyle olduğu içindir ki, herkesin nasıl bir İslam devleti sorusuna verdiği cevap farklıdır. Tarih boyunca İslam alimlerinin birçoğunun yaptığı şey, mevcut durumu meşrulaştırmaktan ibarettir. Mesela zulme karşı olduğunu söyleyip zalim sultana biatı meşru görmüşlerdir. İktidarı zorla ele geçirenin hükümdarlığını onaylamışlardır.Birinde zulmü, ötekinde haksızlığı meşrulaştırmışlardır. Tek gerekçeleri fitne korkusudur. Bu korku, İslam'ın devlette aradığı en önemli unsurlarından adalet ile liyakati ketmetmelerine neden olmuştur.
Kafalarda içeriği, çerçevesi belirsiz bir İslam devleti hayali olunca devleti ele geçirmek de dini bir vecibe gibi görülmeye başlanmıştır.Siyasal İslam'ın çıkış noktası zaten bu, yani devletin gayri İslamiliğidir. Önce topluma bu kabul ettirilir, sonra da bu kabul üzerinden kitleler seferber edilir.
Ancak burada ciddi bir açmaz söz konusudur. Ehl-i Sünnet'e göre,yönetimi zorla ele geçirmiş olsa bile yöneticiye isyan eden Müslüman topluluğuna isyan etmiş gibidir. Keza,Sultana karşı huruç eden kimse sünnete muhalefet eden bir bidatçı olur.(Kamil Çakın,Cilt 8,Sayı 24 sayfa 19) İbni Teymiye daha da ileri giderek, zalim bir hükümdarla geçen altmış yılın hükümdarsız geçen bir geceden daha üstün ve tercih edilir olduğuna dair bir hadis aktarır.Yönetime bakışta bu ölçüler esas alındığında zorba,adil, hırsız, namuslu,laik,anti laik,komünist,faşist ayırmadan hiçbir yönetim ve yöneticiye başkaldırmamak, onu olduğu gibi kabul etmek gerekir. Başkaldırı yasaklanınca onun tabii sonucu olarak muhayyel bir İslam devleti için huruç etmenin meşruiyeti de ortadan kalkmış olur.Bu yüzden tarih boyunca yönetim makamının uygun olmayan kişilerce işgal edilmiş olması, Ehl-i Sünnet düşünürlerinin hoşnutsuzluklarını ifade dışında, yönetimlere bağlılıklarını değiştirmemiştir.(Evkuran,s.116) Bu husus İslamcılık siyaseti yapanlar tarafından hep gözardı edilmiştir.
Peygamberimiz döneminde Habeşistan Kralı Hıristiyan ama adil olduğu için, onun buyruğu ile 15/16 Müslüman Habeşistan'a hicret etmişti. Mekkeli müşrikler bu Müslümanları geri istemişler, adil bir hükümdar olarak Necaşi bunu kabul etmemişti. Peygamberimizin, Devlet küfürle ayakta durur, zulümle ayakta durmaz sözünün tabloluk çapta bir ifadesidir bu.Hadis, yönetimde esas olanın adalet olduğunu vurgular.
İslam'ın devlette aradığı, toplumsal meşruiyet yani halkoyu ile gelmek, adalet, liyakat ve ahlaklı yönetim gibi hususlardır. Son dönemin önemli alimlerinden Şankıti de aynı görüştedir: "Yönetimin eşitlik, rıza ve sözleşmeye dayalı olarak insanlar arasında şura ile tesis edilmesi gerektiğini söyler.(İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz, s.98) Şurayı bugünkü şekliyle seçim olarak güncelleştirmek mümkündür.
Günümüzde Müslümanların enerjilerini iç kavgalarla harcamalarının en önemli nedenlerinden biri bu din- siyaset, din-devlet ilişkisinin günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde vuzuha kavuşturulmamış olmasıdır.
Ürkek de olsa İslam dünyasında demokrasiyi İslam'a en uygun yönetim biçimi olarak takdim eden çalışmalar çoğalmıştır. Şankıti, El Cabiri, Hasan Hanefi, Kevakibi, bizde Mustafa Çevik gibi isimler buna örnek gösterilebilir. Şankıti, demokrasiyi İslam'a uygun siyaset biçimi saymanın ötesine geçerek, geçmiş fakihlerin Müslümanların başına geçen kişinin Müslüman olması şartının günümüzde artık anlamını yitirdiğini belirterek şunları söylüyor:"Kadim siyaset fıkhında devletin başına geçen kişinin Müslüman olması şartının kendi dönemi itibarıyla sahih ve maslahata uygun olduğu söylenebilir.Fakat bu içtihadı daimi bir hükme dönüştüren herhangi bir nas yoktur.Devlet yöneticiliği günümüzde büyük ölçüde kişisel eğilimlerden soyutlanarak yasalara bağlandığından artık devlet başkanlığı için bu şartı ileri sürmek,başta adalet ve eşitlik olmak üzere İslam'ın siyasi değerleri ile örtüşmez."(İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz,s.142) Şankıti bu ileri ve cesur çıkışı ile nassın değil, geçmişin sosyal-kültürel ve siyasal şartlarının ürünü olan hükümlerin dini bir nas gibi bugüne taşımanın yanlışlığına işaret eder.
İslam, devleti görmeyen bir din değildir, ancak o devlete değil insana konuşur.Ona adaleti, ahlaklı yönetimi,liyakati, şeffaflığı, hesap verilebilirliği, rızayı,şurayı tavsiye eder.İslam'da devletin modeli yoktur, devlet yönetecek insanlara nasıl yöneteceklerine dair ölçü ve tavsiyeler vardır. Bu ölçüler modelleştirildiğinde İslam'a en yakın yönetim biçiminin demokratik yönetim biçimi olduğunu söylemek mümkündür.