Türk siyasetinde Türk milliyetçilerinin etkisi, gittikçe azalıyor. Bu yeni başlayan bir süreç değil. Uzun ve sistemli bir çalışmanın neticesi. Son yirmi yılda ülke sorunlarına çare olacak tek bir proje üretilemedi. Yazan,çizen,çare arayanlar da şu veya bu şekilde enterne edildi.
Bu noktaya gelişte sadece liderleri sorumlu tutmak kolaycılıktır. Denetleyen,sorgulayan,zorlayan bir taban olsaydı –Türk milliyetçiliği- bu kadar kolay etkisizleştirilemezdi.
Bu noktaya nasıl gelindi sorusunun cevabı biraz da tabanın sorgulama yeteneğini kaybetmesinde gizli. Türk milliyetçiliği planlı bir şekilde –devlet yönetmeye- talip olmaktan uzaklaştırıldı. İlgi ve dikkati ülkeye yönelik tehditlere çevrilerek- hep jandarma- pozisyonunda tutuldu. Sosyal medyadaki yazışmalara bakın, onca tecrübeye,onca acıya,onca çileye rağmen hala –askerlik- statüsünü aşamayan yazışmalar görürsünüz. Ülkücülerin hiçbir zaman ilgisi,dikkati devlet yönetmeye ve onun gereklerine yönlendirilmedi. Mesela ülke ekonomisi ile ilgili yorumlara hiç rastlayamazsınız. Eğitim politikamızın nasıl olması gerektiğine dair tek bir paylaşım göremezsiniz.Dış siyasetimizle ilgili yazılan çizilenler ise kuru hamasetten ibarettir. Tüm yazışmaların ana konusu vatan tehlikede, ülkücüler göreve hazır-ekseninde dolaşıp durur.
Ülkücülerin ilgisi –ülke ve millete- yönelik tehditlerle sınırlı kalsa eyvallah der geçersiniz. Ama onunla sınırlı değil,bu vatan bekçiliği o kadar abartılır ki, hızını alamayanlar –farklı düşünüyor- diye dün ölümleri paylaştıkları arkadaşlarına,ülküdaşlarına,ağabeylerine hain etiketi yapıştırmaktan imtina etmez. Ölçü kaybolunca,yahut parti taassubu baskın hale gelince fikirdaşlık,gönüldaşlık alır başını gider. Oysa ülkücüden her şey olur, hain olmaz.
Ülke ve milletin geleceği ile ilgili endişeye kapılmak,teyakkuz halinde olmak kötü bir şey değil,ama Türk milliyetçiliğini o sınırda tutmak, ona ülke yönetecek statüyü çok görmek doğru değil.
12 Eylül’de bu ülkenin haremi ismetine girilmesin diyerek binlerce genç vücutlarını siper etti,yüzlercesi hayatının baharında beka alemine göçtü.
Sonra ne oldu? 12 Eylül darbesi -siz vatanseversiniz- diye ayrıcalıklı muamele mi yaptı? Hapishaneler evimiz, sehpalar kaderimiz oldu. Kimse bunlar canlarını,kanlarını sebil etti,diye düşünmedi. Kimsenin aklından size acımak geçmedi. Ülkeye ihanet edenler ne yaşadıysa aynısını biz de yaşadık. Bu kadar acı tecrübeden sonra ders almak gerekirdi,değil mi, maalesef hiç alınmamış. Oysa ülkücüler yaşadıkları acı tecrübeden sonra şunu öğrenmiş olmalıydılar; bir ülkeyi korumanın yolu onu yönetmektir. Sokağa çıkarak,dövüşerek ülke korunmaz. Üstelik, bundan zarar görürsünüz. Siz vurulurken,omuzlarınızda gencecik arkadaşlarınızın cenazelerini taşırken evlerinde oturanlar,size ırkçı,kavmiyetçi,niyazi oldular diyenler gelip ülkeyi yönetirler.
Biz ezilsek de,işkence görsek de devlete küsmeyiz,bazıları bu sözleri milliyetçilik sanıyor. Bu milliyetçilik değil ahmaklığın en dip biçimidir. Hayır efendim küsmeliyiz,benim devletim bana işkence yapmaz,yapmamalı. Başkasına da yapmamalı. Benim devletimin bir hafızası olmalı, kimin yüreğinin nasıl attığını bilmeli. Benim devletim beni sadece –sokak için- hatırlamamalı,ülke yönetmek için hatırlamalı,önümü kesmemeli.Ben seviyorsam o da beni sevmeli. Benim devletim, –benim hassasiyetlerime- suçlu muamelesi yapmamalı.Benim devletim, bu ülkeyi yönetmeye en çok benim layık olduğumu bilmeli. Benim devletim benden devlete,millete zarar gelmeyeceğini görmeli.Buna göre davranmalı. Ülkücüler de artık çıkar çevrelerinin –devlet, millet edebiyatıyla- kendisini istismar etmelerine müsaade etmemeli.Askere ihtiyacı olan önce kendi çocuklarına sonra ülkücülere gelmeli. Vatanı korumak sadece ülkücülerin görevi değil ,herkesin görevi. Ölmekten,ezilmekten,horlanmaktan,aşağılanmaktan,gadre uğramaktan daha hala yorulmadınız mı ey benim saf ülküdaşlarım!