AKP Milletvekili Eşref Fakıbaba siyasi tarihimizde ender görülen bir ilke imza attı. Partisinden istifa ederken milletvekilliğinden de istifa etti. Bunu kendini seçen seçmene duyduğu saygıdan yaptığını söyledi.
Türk siyaseti daha önce de parti değiştirmeler gördü. Son örneklerden biri, bir zamanlar daha üsteğmen olmasına rağmen geleceğin Genel Kurmay Başkanı olacaktı denilen Mehmet Ali Çelebi'ydi. Çelebi kısa sürede üç parti değiştirerek bir rekora imza attı. Çelebi'nin bu kadar çok gündem olması Ergenekon davasından bir süre hapis yatmasıydı. Hapis yatmak -tek kriter- olunca diğer özellikler unutulmuş, ortaya böyle bir yanılgı tablosu çıkmıştı. Geçmişte onu övenler şimdi yerin dibine batırmak zorunda kaldılar.
Fakıbaba, Çelebi gibi yapmadı. "Sıfırdan başlayacağım" diyerek milletvekilliğini elinin tersi ile itti. Dolayısıyla hücuma geçmek için tetikte bekleyenlere söylenecek söz bırakmadı.
İnsanların zamanla fikirleri, düşünceleri değişebilir. Buna saygı duyulur. Düşünce değişiyorsa doğru olan parti değiştirmek değil, sizi o mevkie getiren insanlara saygının gereği olarak milletvekilliğini de bırakmaktır. Başkasının sermayesi ile bir yere gelip sonra da o sermaye ile başka yere gitmek erdemli bir davranış değil.
Fakıbaba İYİ Partide siyasete devam edecek. Yeni partisine güç katacağı muhakkak. İstifa jestiyle kendini seçenlerin de seçmeyenlerin de saygısını kazandı. Bu tip örnekler çoğaldıkça siyasete de siyasetçiye de güven artar. Bugün hasretini çektiğimiz şey de zaten böylesi bir Erdemli siyaset değil mi?
KIRK BİR CAN VE KADER
Bartın Amasra'da ihmaller zincirinin bir sonucu olarak kırk bir insanımızı kaybettik. Birkaç yıl önce aynı felaketi Soma'da da yaşanmış, milletçe büyük bir üzüntü duymuştuk. CB Erdoğan, bölgeye yaptığı ziyarette "biz kadere inanan insanlarız, bu kaderdir" dedi. Evet kadere inanırız ancak insan yazılmış bir kaderin tutsağı değildir. Biz dışımızda yazılan bir kaderin bize biçtiği rolü oynuyorsak hesap gününün, cennet veya cehennemin bir önemi kalır mı? Kader denilen şey, bir senaryoda bir aktörün aldığı rol gibi bir durum değildir. Öyle olsa sorumluluk olmazdı. O senaryo yine o oyunu oynayan tarafından yazılır. Böyle olduğu içinde sorumlu tutulur.
Emevîler’de yaptıkları her şeyi kaderle temellendiriyor, itiraz edeni kadere itiraz, dolayısıyla Allah'ın takdirine itiraz olarak değerlendirip muaheze ediyorlardı. İnsanı kaderinin mahkûmu yapmak onun iradesini, seçme özgürlüğünü yok saymadır. İnsan sadece özgür iradesi ile yaptığı veya yapmadığı şeylerden mesuldür. Allah'ın ilmi olanı da olmayanı da olacak olanı da kuşatır. O önceden bilendir. Bu bilme insanı bilinene mecbur etme değildir. Allah'ın bilgisinin ihata ediciliği ile ilgilidir. O ne yapacağımızı biliyor, bizi bildiği şeye mahkûm veya mecbur etmiyor. İnsanın çocuğunun huyunu bilmesi onu bir şeye mecbur etmesi değildir. Allah'ın önceden bilmesi de öyledir.
Bu tip ifadeler, bilgisizlik değilse istismardır. İnsanların tepkisini bile bile çarpıtılmış bir din ve kader anlayışı ile önlemeye çalışmaktır. Bu mantıkla gittiğiniz zaman insanların işlediği hiçbir cürüm suç olmaz, bir cani cinayetimin faili ben değil, kaderdir diyebilir. Böyle bir kader anlayışı suç ve cezayı ortadan kaldırır. Toplumu korkunç bir hercümerce sürükler. Amasra'da ölenler kaderlerinde yazılı olduğu için ölmediler, bir dizi ihmaller zincirinin sonunda öldüler. Kader diyerek kimse sorumluluktan kaçamaz.