Bugün İslamcılık, gelenekle modernizm arasında salınıp duruyor. Bir taraf gelenekle devamı savunurken, diğer taraf günümüz idrakine ancak günümüzün mantığı ile gidilebileceğini ve kaynaklara yeni bir mantıkla bakmak gerektiğini ileri sürüyor.Ancak bu gelenekten keskin bir kopuş anlamına gelmiyor, onu din olarak görmemek, sınırlarına hapsolmamak anlamına geliyor.
Mustafa Öztürk son kitabı "Geleneksel İslam'ın Kritiği'nde" bu meseleyi ele almış.Düne ait -din olarak sunulan- bazı örneklerden hareketle, tarihsel olanla tarih-üstü olanın ayrıştırılması gerektiğini söylüyor. Kitaba,daha sunuş bölümünde;"İslam şeriatının büyük ölçüde İslam öncesi Arap toplumunda mevcut olan uygulamalara dayandığını,şeriat denen şeyin toplumsal düzen ve hukuk alanıyla ilgili olmasından ötürü değişken ve dinamik bir karakter taşıdığını,dolayısıyla temel inanç ve ahlak ilkelerini karşılayan din kavramının şeriattan ayrı bir anlam taşıdığını... kurumsal dinin insanoğluna artık huzur ve mutluluk getirmediğine inandığını " belirterek başlıyor.(s.10)
Öztürk, İslam'a kendi ifadesiyle tarihselci/protest İslam perspektifinden bakan bir isim. Bu bakış tarzı, Kuran'ı yorumlarken ayetlerin indirildiği şartları göz önünde bulunduran, Kuran'dan yapılan çıkarımların özellikle toplumsal düzen ve hukukla (Fıkıh) ilgili kısımlarının -dönemsel- olduğunu, o şartlar ortadan kalkınca uygulanamayacağını savunan bir anlayış biçimini temsil ediyor. Gelenek ise, tarihi tecrübedeki din eksenli yorumların toplamıdır. Bu yönüyle din hemen tamamen gelenekten müteşekkildir. Ancak geçmiş tarihselliklerde dini referanslarla oluşmuş geleneklerin şimdiki tarihsellikte anlamlı karşılıkları olmayabilir. Uydurulmuş din, indirilmiş din ayrıştırması da bu gerçekten yola çıkmıştır. Uydurulmuş dinin karşılığı gelenek, indirilmiş dinin karşılığı Kuran metnidir. Bu kategorik ayrımın ifade ettiği şey, geçmişteki dini geleneğin artık geçersiz olduğuna hükmedip bugünün dünyasında yeni bir gelenek oluşturmanın lüzumuna inanmaktır.Lakin bunu indirilmiş din olarak tanımlamak problemlidir...İnsanoğlu bu dünyada var olduğu müddetçe din hep tevil edilecektir. Dinin her çağda tevillere konu olması problem değildir; buna karşılık belli bir tarihsel tevilin mutlaklaştırılıp tek hakikat diye sunulması dini alanın belki de en ciddi problemidir."(s.40-44) Öztürk, örnek de verir": Ehl-i sünnet-i hassa diye anılan Selefiye alimleri nezdinde Allah'ın gökte olduğuna inanmak sahih itikada karşılık gelirken,birkaç asır sonraki Ehli sünnet kelamcıları böyle bir itikatı Müşebbihe ve/veya Mücessime diye isimlendirilen heretik fırkalara özgü bir tasavvur olarak değerlendirmiştir.(s.42)
Bu bakış tarzına karşı olanlar ise "dinin sadece itikada, şeriatın da amele indirgenmeyeceğini, şeriatın Hz.Muhammed'e gelinceye kadar bütün peygamberlere vahyedilen dinin kendisi olduğunu belirtirler.(Talip Özdeş,Sosyal Değişim ve Tarihsellik ve Nesh Bağlamında İslam,s.66-70)
Öztürk, tarihselci yaklaşımı anlatırken şu bilgileri verir: "tarihselci perspektif, Kuran'la hesaplaşma ve/veya Kuran vahyindeki ahkamla zıtlaşma tavrı değil,tam tersine vahyin içinde bulunduğumuz çağdaki insanlığa ve Müslümanlara ne söylediğini anlama çabasıdır. Ve bu, İslam'ın ilk dönemlerinde dahi benimsenmiş bir İslami anlayışa karşı gelmektedir.(s.21) Yani Öztürk'e göre tarihselcilik modernizmin getirdiği bir bakış ve anlayış tarzı değil, kadimden beri var olan bir Kuran'ı anlama biçimidir. Hz.Ömer'in Müellefe-i kulub defterini kapatması, bazı durumlarda hırsızın elini kesmemesi atlardan zekat alması, Muaz bin Cebel'in Müslümanı Yahudi'ye varis kılması gibi uygulamalar bu görüşe örnek olarak gösterilir.
Hz.Ömer, müellefe-i kulubla ilgili uygulamasını, -kalpleri İslam'a ısındırılsın diye zekattan pay verilen kişilere zekat verilmemesini Müslümanların güçlenmesiyle temellendirir.Çünkü ona göre bu, Müslümanlar zayıf olduğunda taraftar kazanma maksadına matuf bir uygulamaydı. Sebep ortadan kalkınca uygulama da ortadan kaldırılmıştır. Özdeş'e göre bu kaldırma ,Allah'ın kitabında vazettiği bir hükmün artık tarihsel olduğu için nesh(iptal) edilip ortadan kaldırılması değil, illetin ortadan kalkmış olmasıyla ilgilidir.(Özdeş,a.g.e.s.49) Özdeş ve paralel düşüncede olanlar nasih/mensuh'u, yani Kuran'ın bazı hükümlerinin diğer bazılarını ortadan kaldırdığı veya sınırlarını daralttığını kabul etmezler. Zekat gelirlerinden müellefe-i kuluba pay ayırma hükmünün, şartları oluştuğunda yeniden uygulanacağını belirtirler. Ancak her iki görüşte de, Kuran'ın toplumsal düzenle ilgili bir hükmünün sosyolojik şartların değişmesine bağlı olarak askıya alınabileceği kabul edilmiştir.(s.20) Öztürk, tarihselciliğin, belli bir dönemde uygulanmayan bir Kuran hükmünün başka bir dönemde uygulanabilir olup olmadığından ziyade, söz konusu hükümlerin her durum ve şartta lafzi mucibince uygulansın diye vazedilmediğinden hareket ettiğini belirtir.(s.30) Bir hüküm her hal ve şartta uygulanmıyor, değişen şartlar, o hükmü askıya alabiliyorsa, bu, o hükmün sadece belli şartlarda uygulanacağını ve tarihsel olduğunu ifade eder.
Bu tartışmaların temel nedenlerinden biri, Kuran'ın tüm hayat olayları hakkında konuşup konuşmadığına olan farklı kabullerin varlığıdır. Rey ve içtihat, Kuran'ın her meselede konuşmadığı gerçeğinden kaynaklanır.Şehristani," her mesele hakkında bir nas varit olmamıştır.Böyle bir şeyin vukuu bile tasavvur olunamaz.Naslar sınırlı sayıda,hayat olayları sınırsız sayıdadır. Onun için içtihat ve kıyasa başvurmak kaçınılmazdır."der.(s.33) Her meseleyi dinle ilişkilendirerek zorlama yorumlara girmek, aslında din adına konuşarak,onun demediğini demeye kalkmaktır. Özellikle fıkıhta bu yapılmış, zamana, şartlara, toplumların ve insanların kendilerine bırakılan alanlar bile dinin sözü denilerek, -değişmesi mümkün olmayan-yorumlarla doldurulmuş,insan iradesi ve toplumsal değişime neredeyse hiç bir alan bırakılmamıştır.Dünün bilgisi ile bugünün bilgisi, dünün zihinsel kodlarıyla bugünün zihinsel kodları farklıdır. Dini yorum ve anlama biçimlerinin de farklı olacağı muhakkaktır.
Öztürk, çalışmasında,nikah, boşanma, kölelik, cariyelik,hırsızın kolunun kesilmesi, kadının hafifçe dövülmesi, nesep,evlat edinme,miras,vasiyet gibi bir çok konuyu tarihsellik perspektifinden ele alır ve bunlarla ilgili hükümleri tarihsel bulduğunu Muhammed Taha'da yaptığı alıntı ile şu şekilde ifade eder: "Bugün insanlığın muhtaç olduğu İslam,miladi yedinci yüzyılın tarihsel ve toplumsal şartları içerisinde nazil olan ve o günkü toplumun güncel sorunlarını çözmeyi amaçlayan ahkam ayetlerindeki muhtevayı aynıyla bugüne taşımak anlamında bir şeriat-fıkıh İslam'ı değildir:Dolayısıyla Allah'ın Müslüman olarak nitelediği insanlardan beklentisi de kölelik,cariyelik,çok eşlilik,zıhar,ila gibi hükümlerle ilgili ayetlere modern dünyada mutlaka karşılık bulmaları olmasa gerektir...Şatibi'nin Mekke ve Medine dönemlerinde teşrii kılınan hükümler arasında mahiyet farkı olduğuna dair görüşleri de bu istikamettedir." Taha Muhammed, Kuran'ın Mekki ve Medeni ayetleri arasında bir sınıflandırma yaparak Mekki sürelerin tarih-üstü, Medine dönemindekilerin konjonktürel olduğunu belirtir. Ona göre Medine dönemindeki hükümler ancak kendi sosyolojik şartları içinde geçerlidir.(s.55) Ancak ulema, sebebin hususiliğine değil, lafzın umumiliğine itibar edilir diyerek her hükmü genellemiş, konjonktürel olması gereken hükümlere tarih-üstü nitelik isnat etmiştir. Yazar örnek olarak cihad ve kıtalle ilgili Bakara 190-194,Enfal 39,Tevbe 5-29-36 gibi ayetlerle şu hadisleri verir: “Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeğini benimseyecekleri vakte kadar insanlarla savaşmaya memur kılındım." "Allah beni kılıçla gönderdi ve rızkımı mızrağımın gölgesine yerleştirdi." "Cennet kılıçların gölgesi altındadır, vs." (s.281) Bu hadisleri tarihsel kabul etmek yerine tarih-üstü kabul etmek demek, sürekli olarak savaş hali içinde olmak, 1.3 milyar Müslüman’ın 8 milyar nüfuslu dünyada geriye kalan 6.7 milyar insana savaş açması demektir. İslam her halde Müslümanlardan bunu istememiştir.
Sonuç olarak Öztürk'e göre Mekke döneminde nazil olan sureler ve ayetler tarih-üstü, Medine döneminde nazil olan ayet ve surelerdeki hukuki/siyasi hükümler ise konjonktüreldir. Aksi takdirde dünyanın tekerleğinin boş döndüğünü, insanlığın hiç değişmediğini kabul etmek gerekir. Kuran ahkamı nüzul vasatındaki sosyolojik bağlamından koparılıp mutlaklaştırıldığında, dinin siyasallaşıp ideolojik bir hüvviyet kazanması ve dolayısıyla bugün sayısız örneğine tanık olunduğu üzere ahlak, adalet gibi tarih-üstü değerlerden ziyade siyaset, şiddet, nefret gibi çok bileşenli angajmanlara dayalı travmatik ve şizofrenik Müslümanların ön plana çıkması mukadderdir. Bu ciddi problem modern İslam dünyasındaki -ahlaki azgelişmişlik- sorunuyla birleştiğinde, tıpkı bugün olduğu gibi, İslam’ın ve Müslümanların insanlığa huzur, sükûn ve barıştan ziyade çatışma, savaş, kan ve gözyaşından fazla şey vaat etmeyeceğini söylemek kehanet olmasa gerektir."(s.295-296)
İslam'ın nasıl anlaşılması, Müslümanların nasıl olması gerektiğine dair çözümler sunan, yeni çıkış yolları göstermeye çalışan bu tip çalışmaların çoğalması gerekir. Ne yazık ki İslam dünyası buna hazır olmadığı için her farklı ses bastırılarak ya nisyana terk ediliyor yahut ebediyen susturuluyor. Sudanlı Taha Muhammed dinden çıkma suçlaması ile- asıldı, Mustafa Öztürk Türkiye'yi terk etmek zorunda bırakıldı. Halbuki, İslam dünyasının en çok dini, şimdiki zamanın aklı ile anlama yönündeki teşebbüslere ihtiyacı var. Çünkü anlayamadığınız şeyi yaşayamazsınız da. Öztürk' de bunu yapmış, katılıp katılmamaktan önemli olan bu tip çalışmaların din ufkumuza ve İslam düşüncesine katkılarıdır. İslam'ı anlamak ve yaşamak diye bir derdi olanların okunması gereken bir kitap.