Ziya Gökalp’ın ölümünün üzerinden tam 100 yıl geçti. Aradan geçen bu uzun süreye rağmen fikirleri eskimedi, tam aksine bütün canlılığını koruyor.
Bugün hâlâ onu konuşuyor, fikirlerine atıf yapıyorsak bu onun çap ve dehasının büyüklüğündendir.
Millet ve milliyetçiliğin aşılamadığı, başka bir toplumsal formun söz konusu olmadığı günümüzde Ziya Gökalp’ın fikirleri daha bir önem kazanıyor.
Gökalp, Türk milliyetçiliğini bir sisteme kavuşturan kurucu babasıdır.
Kısa bir ömre sığmayacak kadar büyük işler yapmıştır. Erken ölümü belki de Türkiye Cumhuriyetinin yürüdüğü mecrayı etkilemiştir.
Gökalp’ın milliyetçiliği üç ana sütuna dayanır. Türkleşme, İslamlaşma ve muasırlaşmak.
Kendisinden sonra milliyetçilik Türkleşme ve muasırlaşmak üzerinden yürümüş, İslamlaşma ıskalanmıştır. Oysa asırlar boyu kendini “dinle tanımlayan bir toplumda” dini ihmal etmek mücadeleyi baştan kaybetmektir. Gökalp, toplumu doğru gözlemlemiş milliyetçiliğine İslami dayanaklar ve meşruiyet temelleri göstermiştir.
Türk milliyetçiliği onun yolunda yürüse iki birleştirici, din ve Türklüğü milliyetçiliğinin çimentosu yapsa bugün farklı bir Türkiye’de yaşıyor olabilirdik. Onu en az İslamcılarla, milliyetçiler anladı. İslamcılar, ona ırkçı damgası vurarak hem ona hem Türkiye’ye haksızlık ettiler. Gökalp, “vecdimin iki kaynağı vardır, dinim ve milletim” der. Böyle bir düşünüre küfür isnat edecek kadar ileri gitmişlerdir.
Milliyetçiler ise onun İslamlaşmak yönündeki tezine rağmen İslam’ı nereye koyacaklarına şaşırmışlar, İslam'ı milliyetçiliklerinde etkisiz bir eleman hâline getirmişlerdir. Günümüzde Türk-İslam sentezi yahut ülküsünün ABD kaynaklı olduğuna dair ileri sürülen iddialar -milliyetçiliği ruhsuzlaştırma- dindar kitleden uzaklaştırma maksadına matuftur. Milliyetçilik İslam’dan ne kadar koparsa milletten de o kadar kopacak, netice olarak toplumu seferber etme özelliğini, siyaseti etkileme gücünü kaybedecektir. Belki bir başka nedeni de İslam’ı mevcut iktidara bırakma, onun siyaset alanı hâline getirmek içindir. Oysa İslam bu ülkede yaşayan insanların kahir ekseriyeti için kutsaldır ve birçoğunun motivasyonu hâlâ ona bağlıdır.
Gökalp, sosyolog olduğundan toplumu iyi gözlemlemiş, fikirlerinin çatısını kurarken sosyolojinin imkânlarından sonuna kadar yararlanmıştır. Toplumun istikametini, duyarlılıklarını, geleneklerini görmüş sistemini ona göre oluşturmuştur. Gökalp’ta kafa karışıklığı yoktur. Ne yazmışsa ona göre de davranmıştır. İnandığını yazmış, inanmadığını siyasi yahut sair sebeplerle savunma cihetine gitmemiştir. Çelikleşmiş karakteri ile düz, ön görülebilir, fikirlerinde sabitkadem bir insan olmuştur.
Onun milliyetçiliği hâlâ en kuşatıcı, en ikna edici milliyetçilik anlayışıdır. Türklük ve İslami duyarlılık taşıyanlar için en uygun milliyetçilik biçimidir. Gökalp, milliyetçiliğini ırka dayandırmaz, onun için millet, kültürel bir birim, milliyetçilik de onu yaşatan güç ve kudrettir. Çağrısı Türk ve Müslüman olan herkesedir. Türk olmak için Türkçe konuşmak, Türk terbiyesi, kültürü taşımak kâfidir. Etnik farklılıklar Türk milletine dâhil olmaya mani değildir. Ölümünden 100 yıl sonra, milliyetçiler onu anlayabilir, bu coğrafyadaki her vatandaşı içine alan -dâhil edici- bir milliyetçilik anlayışına ulaşırlarsa Türk Milliyetçiliği kendine ve ülkeye bir çıkış yolu açabilir. Aksi takdirde milliyetçilik, siyasetin karanlık labirentlerinde kirlenerek kaybolup gider.