Hem Türkiye hem de uluslararası kamuoyunda Suriye’de demokratik bir rejim tesis edileceği gibi bir beklenti var. Hatta HTŞ’ nin Türkiye’yi model olarak alacağı düşünülüyor. Bunlar çok romantik ve gerçekleşmesi mümkün olmayan beklentiler. Zira demokrasi ithal edilemez. Tarihi birikimleri birbirinden tamamen farklı olan milletler birbirlerini model olarak alsalar da bunun bir sonucu olmaz.

Suriye’de demokratik rejim kurmaya çalışmak, ülkeyi kaosa götürmekten başka bir sonuç doğurmaz. ABD, Saddam’ı devirdikten kısa süre sonra sözüm ona demokrasi getirdi Irak’a. Sonuç ülkenin param parça olması oldu. Sünnilerin Şii, Şiilerin Sünni camilerini bombaladığı seviyeye kadar düşüldü. ABD hem Irak’ta hem de Afganistan’da demokrasiyi oturtmak için büyük gayret gösterdi. Seçimleri muntazam yaptırdı, partiler kurdurdu, sansürü engelledi. Afganistan’da işgal bittikten sonra anında eski düzene geri dönüldü. Irak’ta ülkeyi yönetenler değil yabancı ülkelerin pazarlıklarıyla belirleniyor.

Arap aleminde onlarca demokrasi denemesi oldu. Başarıya ulaşan bir tane var mı? Arap dünyasındaki tek demokrasi diye örnek gösterilen Lübnan, bugün iflas etmiş bir devlet. Ayrıca Suriye çok heterojen bir ülke. Mısır, Tunus ve Cezayir gibi Suriye’ye göre çok daha homojen toplumlarda bile sürekli olamayan demokrasi Suriye’de başarılı olabilir mi?

Ayrıca Suriye’nin demokrasiye yönelmesi çok yanlış bir karar olur. Zira Suriye her anlamda çökmüş durumda. Ülkenin bu durumdan çıkması için hızlı karar alma süreçlerine ihtiyacı var. Kararlar seri alınmalı ve uygulanmalı. Suriye’nin finansa ihtiyacı var. Suriye’yi finanse etmeye hazır gözüken Körfez monarşilerinin hepsi demokrasi düşmanı. Demokrasiye geçilse ve bence olanaksız ama HTŞ seçimlerde iktidara gelse Körfez ülkeleri Suriye’ye kuruş vermez. Zira demokratik bir Arap ülkesinin başarılı olması Arap halklarına örnek olur.

Batılı devletlerinde Suriye’nin demokrasiye geçmesi gibi bir beklentileri yok. Demokrasi denemelerinin Yemen’de, Irak’ta, Cezayir’de iç savaşla, Lübnan ve Tunus’ta iflasla sonuçlandığını gördüler. Batılıların Sisi gibi diktatörlerden şikayeti yok. Onların beklentileri ülkede istikrarın sağlanması, işleyen bir devlet sisteminin kurulması. Bu noktada da Türkiye’ye güveniyorlar. Zira Türkiye, Somali ve Libya gibi iflas etmiş iki ülkeyi ayağa kaldırdı. Bu ülkelere model olmadı. Demokratik sisteme geçilmesini hedeflemedi. Aksine Türkiye müdahale ettiğinde, Libya’da yapılmak üzere olan seçimler, dört yıldır erteleniyor.

Dış dinamiklerin yanında iç dinamiklerde demokrasiye geçmeye müsait değil. Suriye’de ahalinin yaklaşık %10’u Kürt, %10’u Türk, %4’ü Dürzi, %6’sı Hıristiyan, %15’İ Nusayri, %20’si seküler Sünni ve %35’i dindar Sünni. Dindarların önemli bir kısmı tarikat mensubuyken kayda değer bir kısmı Selefi. Bu tabloyla gidilecek bir seçimde HTŞ iktidar olamaz. Varsayalım ki HTŞ, bu hesabı yapmayan fedakar insanlardan oluşuyor, bu tablodan güçlü bir tek parti iktidarı ya da eşgüdüm içinde çalışabilecek bir koalisyon hükümeti çıkar mı? Kısaca Suriye demokrasi oyunu oynayacak lükse sahip değil.

Gelecekte Suriye’nin demografisinin değişeceğini düşünüyorum. Suriye’de iç savaş sırasında büyük acılar yaşandı. Nusayri ve Hıristiyan azınlıklara dayanan rejim hiçbir ayrım gözetmeden, çoluk çocuk demeden yüzbinlerce insanı katletti. Türkiye’de yapılan bir ankette sığınmacıların %80’den fazlasının iç savaşta bir yakınını kaybettiğini okumuştum. Bunlar unutulabilir mi? Sünniler ve etnik azınlıklar; Nusayrilerin ve Hıristiyanların hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam etmesini kabul edebilirler mi? Ya da Nusayriler ve Hıristiyanlar kendilerini güvende hissedebilirler mi?

Güney Afrika Cumhuriyeti dışında, azınlığa dayanan bir diktatörlük yıkıldıktan sonra, azınlıkla çoğunluğun birlikte yaşamaya devam ettiği bir ülke yok. Botsvana’da, Zambiya’da, Zimbabve’de ve Ruanda’da azınlık mensupları ya kaçtılar ya da katledildiler. İran’da devrim olduğunda rejimi destekleyen dört milyona yakın İranlı vatanını terk etti. Taliban iktidara geldiğinden beri fırsatını bulan muhalifler Afganistan’dan kaçıyor.

Lübnan, azınlığın çoğunluğu ezdiği bir diktatörlük idaresi yaşamadı. Ama iç savaştan sonra Hıristiyanlar ülkeden ayrılmaya başladılar. Lübnan kurulduğunda ahalinin %52’si Hıristiyan’dı.  Sayım yapılmadığından güncel durum bilinmiyor ama Hıristiyanların nüfusun %20’i kadarı olduğu tahmin ediliyor. İsrail kurulduğunda ülkeden ülkeye değişmekle birlikte Arap ülkelerinde %5 ile %10 arasında Yahudi azınlıklar vardı. Bugün Umman ve Fas’taki küçük azınlıklar dışında Arap ülkelerinde hiç Yahudi yaşamıyor. İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü zulmün bedelini bu kendi halindeki Yahudiler ödedi.

Hamaney’ in çağrısından sonra Nusayrilerin ve Şiilerin bir kısmının isyan başlatmaya çalışması, öngörümün daha hızlı gerçekleşmesine yol açacak. Dikkat edilirse, HTŞ’nin isyancılara çok sert müdahale etmesine rağmen Batı ses çıkarmıyor. Zira İran söz konusu. Nusayrilerin ve azınlıkların maddi durumlarının görece iyi olması da Suriye’den ayrılmalarını kolaylaştıracak.