SSCB’nin yıkılması insanlığı sarsan ve dünyayı alt üst eden global bir depremdi. Bununla beraber bu gelişmeden direk yani derinden etkilenen coğrafyalar; Doğu Avrupa, Baltıklar, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Orta Doğuydu. Bu coğrafyalardaki memleketlerin bir kısmı SSCB’nin bünyesindeydi. Bir kısmı SSCB’nin sömürgesi konumundaki Doğu Bloku devletleriydi. Bir kısmında ise rejimler sırtını Sovyetlere dayamışlardı. Varlıklarını SSCB ile kurdukları ilişki sayesinde sürdürebiliyorlardı.
Doğu Blokuna mensup olan Avrupa devletleri ve Baltık ülkeleri SSCB yıkıldıktan hemen sonra NATO’ya ve AB’ye kabul edildiklerinden talihliydiler. Zira depremi olabilecek en az hasarla atlattılar. Çekoslovakya ikiye bölünmüş olmasaydı haritada değişiklik bile olmadı diyebilirdik.
Balkanlar için de aynı şeyi söyleyemeyiz. SSCB’den sonra Yugoslavya yedi parçaya bölündü. Bölünme yüz binlerce insanın öldüğü, katledildiği hatta soykırıma tabi tutulduğu bir süreçten sonra gerçekleşti. Hala ‘’taşlar yerine oturdu’’ denilemez.
Zira Sırbistan’da ve Romanya’da Macarların yaşadığı bölgelerin önce bağımsız olmasını sonra Macaristan’a katılmasını savunan güçlü ayrılıkçı akımlar var. Sırbistan halen Kosova’nın bağımsızlığını tanımadı. Bosna-Hersek’i oluşturan iki federe devletten biri olan Sırp cumhuriyeti Sırbistan’a katılmayı hedefliyor. Arnavut milliyetçileri Kosova, Arnavutluk ve Makedonya’da Arnavutların yaşadığı coğrafyayı birleştirerek Büyük Arnavutya’yı kurmanın peşinde.
SSCB üyesi olan Doğu Avrupa ve Kafkasya ülkeleri ise Balkan ülkelerinden de büyük sorunlar yaşadılar. Moldovya fiilen ikiye bölündü. Bağımsızlığını ilan eden Transdinyester Bölgesi gerçekte Rusya’ya bağlı. Gürcistan üçe bölündü. Abhazya ve Güney Osetya kağıt üzerinde bağımsız olsalar da komşuları olan Rusya’yla bütünleştiler. Ukrayna ise önce Kırım’ı kaybetti. Şimdi doğusunu kaybediyor. Ölen üç yüz bine yakın genç, sakat kalanlar ve ülkeyi terk edenler de cabası.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Cezayir, Libya, Sudan, Güney Yemen, Suriye ve Irak sırtını Sovyetlere dayayan rejimler tarafından yönetiliyorlardı. Bu devletlerin tamamı iç savaş yaşadı. Cezayir dışında hepsinde rejim değişti. Bir kısmı işgal edildi. Bu süreçte dokuz milyona yakın insan öldü. Beş milyon kadarı sakat kaldı. Yirmi milyon insan ülkesini terk etti. Ülke içinde yer değiştirenler yirmi milyondan da fazla.
Sovyetler Birliği dağıldığında Orta Asya bu coğrafyaların hepsinden daha dezavantajlıydı. Nüfusun %30’a yakını Slav’dı. Hele Kazakistan’da Ruslar Kazaklardan fazlaydı. Her cumhuriyette Ruslar dışında da kalabalık azınlıklar vardı. Çünkü harita özellikle planlı olarak ülkeler arasında sorunlar çıkacak şekilde çizilmişti. Örneğin Tacikistan’ın %30’u ve Kırgızistan’ın %25’i Özbek’ti. Özbekistan’ın %20’si Tacik’ti.
Azınlıklar ülke içinde dengeli dağılmamıştı. Örneğin Kazakistan’ın kuzeyindeki dört eyalette Ruslar %80’den fazlaydı. Tacikistan’ın kuzeyinde nüfusun %90’ı Özbek’ti. Kırgızistan’ın güneyinde Özbekler nüfusun %70’ini teşkil ediyordu. Ülkeleri çoğunluk değil azınlık mensupları yönettiğinden halklar birbirlerine düşmanlaşmıştı.
Örneğin Nazarbayev Kazakistan’ın ilk Kazak devlet reisidir. Özbekistan devlet başkanları Semerkant’tan ve Tacik, Tacikistan devlet başkanları Hocent’ten ve Özbek olurdu. Muttalibov Azerbaycan nüfusunun %1’inden bile az olan Tatlardandı. Devletlerin içinde ayrılmayı hedefleyen özerk cumhuriyetler vardı.
Orta Asya devletlerinin ekonomileri Rusya’ya ve birbirlerine muhtaç olacakları şekilde yapılandırılmıştı. Açık denizlere çıkışları yoktu. Avrupa’ya komşu değillerdi. Onlara sahip çıkacak AB ve ABD yoktu. Özellikle geri bırakılmışlardı. Komşuları iç savaş yaşayan Afganistan, Şiiliği Orta Asya’ya ihraç etmeye çalışan İran ve bana Orta Asya’dan pay düşer mi diye bekleyen, komşularını (Mançurya, Tibet, Kore, Tayvan, Güney Moğolistan ve Doğu Türkistan) işgal etmekle maruf Çin’di.
O tarihlerde Çin çok hızlı büyüyordu. Hammaddeye, madenlere ve enerjiye ihtiyacı vardı. Orta Asya hammadde, maden ve enerji zenginiydi. Çin’in nüfusu her beş yılda Orta Asya’nın nüfusu kadar artıyordu. Yani Çin iyi yönetilmesi gereken bir büyük tehditti.
Türkistan devletlerinin bir başka handikabı ordularının olmamasıydı. SSCB dağılınca Kızıl Ordu Rusya’da kaldı. Bir başka handikap uzun süre çarlığın ve SSCB’nin işgali altında kalmalarıydı. Orta Asya’da Moğol istilasından sonra yaklaşık 700 yıl uzun süre varlığını koruyan, güçlü devletler kurulamadı. Timur Türklerin içinden çıkan en büyük cihangirlerdendir ama devleti ne uzun ömürlü oldu ne de gücünü koruyabildi.
Oysa mesela Doğu Avrupa, Baltık ve Balkan devletlerinin hepsinin orduları vardı ve ikinci dünya savaşından sonra işgal edilmişlerdi. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da tüm kurumlarıyla ayakta olan, modern silahlarla teçhiz edilmiş ordular kurmuş ve zengin kaynaklara sahip devletler vardı. Bu devletler sadece güçlü bir müttefiklerini kaybetmişlerdi.
Bu liste daha da uzatılabilir. Tüm bu dezavantajlara rağmen Tacikistan hariç dört Türkistan devleti ve Azerbaycan iç savaş yaşamadılar. İsyana muhatap olmadılar. Türkistan devletleri birbirleriyle savaşacakları bir sürü sorun varken savaşmamayı, önce dost sonra müttefik olmayı başardılar. Azerbaycan Rusya tarafından desteklenen Ermenistan’ın saldırılarına muhatap oldu. Topraklarının dörtte birini kaybetti. Otuz yıllık sistemli bir hazırlıktan sonra topraklarını kurtardı. Tacikistan İran’ın manipülasyonlarının da etkisiyle nispeten kısa süren bir iç savaş yaşadı. Savaştan sonra hızla toparlandı ve Türk devletlerine entegre oldu.
Orta Asya devletleri dünyanın açık denizlere en uzak ülkeleri. Bu nedenle bütün sektörlerde nakliye ve üretim çok pahalı. Sevkiyat zor ve riskli. Oysa Baltık, Orta Doğu ve Kuzey Afrika devletlerinin hepsi deniz kenarında. Doğu Avrupa ve Balkan devletlerinin de çoğu öyle. Sahili olmayan bir iki tanesi de denizlere nehirlerle ulaşabiliyorlar.
Bütün dezavantajlarına ve zorluklarına rağmen Türk devletleri sadece varlıklarını korumakla kalmadılar, kalkındılar ve zenginleştiler. Rusya’yla savaşmadan, çatışmadan devletleştiler. Belki ‘’tam bağımsızlar’’ diyemeyiz ama her geçen gün bağımsızlıklarını pekiştirdiler. Bugün Orta Asya’daki Rus azınlık %8’in, Kazakistan’da %20’nin altına düşmüş durumda. Hepsinin giderek güçlenen orduları var. Kendi aralarında ve büyük devletlerle iş birliği yaparak büyük projeler geliştirdiler. Türkiye’den fazla yabancı yatırım aldılar.
Tablo buyken AB, stratejik ortaklık önermiş Türkistan devletlerine. Kalkınacakları zenginleşecekleri projeler geliştirmiş. Öyle ki bu sürecin sonunda doğal olarak daha güçlü olacaklar. Rusya ve Çin’e olan bağımlılıkları her geçen gün daha da azalacak. Bunun karşılığında sembolik olarak anlamlı ama pratikte hiçbir sonucu olmayan bir taviz vererek Rum Kesimini tanımışlar.
33 yıllık sürece baktığımızda Türk devletlerine güvenmemiz gerekmez mi? Bu devletleri nasıl yargılaya bilir, hatta mahkum edebiliriz? Her devlet önce kendi menfaatini düşünür. Ne yapacaklardı yani, AB’yi görmezden mi geleceklerdi? Çin ve Rus tahakkümüne razı mı olacaklardı? Türk birliğine, Türk dünyası fikrine zarar veren Türk devletleri değil. Türk devletlerini Türkiye’nin müstemlekesi sananlar. Türk devletlerini devlet olmanın gereğini yaptıkları için suçlayanlar.