Sadakanın en iyisi, hak sözmüş. Defterdâr Sarı Mehmed Paşa, şöyle diyor:

Bulamaz bu sevâbı bir âdem

Günde bin akçe ger vere nafaka

Söyle hakkı yirinde etme sükût

Hak söz oldu çü efdâl-i sadaka

Hak söz, sadakanın en iyisi ama bedeli de bir hayli ağır. Hani Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye’sinde bir “Sosyalist Ali” var ya ona benzemek var. Muhâfazakâr aydınlarımız ve yazarlarımızın ödü patlıyor, “sosyalist” damgası yemekten. Ordan oraya savrulmaktansa itaat et, rahat et! Asla bedel ödeme! Sonra da utanmadan Mustafa Kutlu ve Nureddin Topçu edebiyatı yap! İsyan ahlâkını diline pelesenk et! Topçu’nun Fransa’da Türk bayrağını nasıl dalgalandırdığını sık sık anlat ama bir öğrencisine torpil yapmayıp Anadolu’ya sürülmeyi göze aldığını anlatma!

Herkes, doların nasıl düşeceğinin, Hazine’nin nasıl dolacağının derdinde. Defterdar Sarı Mehmed Paşa da asırlar evvel bunun derdine düşüp sadakasını vermiş:

“Adâlet üzre harekete sa’y ü ictihad, cümle hükkâm üzerine lâzımdır. Lâkin pâdişâhlara cümleden ziyâde ehem ve elzemdir. Zîrâ adl, tevfîr-i hazîne ve teksîr-i raiyyete müeddidir. Hazîne ise reâyâ kesretinden ve memleket ma’mûrluğundan hâsıl olur. Memleketin i’mâreti ise adl iledir. Bir memleket ki harabola maldan bînasip ve halkı gınada bînisap olmalıdır.”

Mülk durmaz eğer olmazsa ricâl

Lâzım amma ki ricâle emvâl

Mal tahsîli raiyetten olur

Bâğ u bostan zıraatten olur

Olmasa adl reâyâ durmaz

Adlsiz çetr ikâmet kurmaz

Adldir asl-ı nizâm-ı âlem

Adlsiz saltanat olmaz muhkem

Mülkde zelzele gaflettendir

Terk-i ahkâm-i şeriâttendir

Bâğıbân etmeyicek çeşmini bâz

Bâğına herkes eder dest-i dırâz

Demek ki neymiş? Hazîne’nin dolması için memleketim ma’mûr olması, memleketin ma’m’ur olması içinde adâlet üzere hükmetmek lâzımmış. Halka âdil olursan o da aşkla şevkle çalışır; toprağı işlermiş. Yoksa elin oğlu, bağına bostanına el uzatırmış.

…..

Aristidis’i bilir misiniz? Eski Roma’da hükümdârın ve senatonun kararlarına karşı çıkan bir adâlet savaşçısı.

Aristidis, kendisi hakkında senatoda yapılan sürgün oylamasını beklerken dışarı çıkar. Etrafta dolaşırken bir çiftçinin garip davranışı dikkatini çeker. Yanına yaklaşır. Doğru dürüst yazma bilmeyen çiftçi, elindeki kiremiti Aristidis’e uzatarak. “Buraya Aristidis yaz!” der.

Aristidis şaşırır:

“Niye? Sana kötü bir şey mi yaptı?”

“Hayır, kendisini hiç görmedim ama âdildir dedikleri için adını saklamak istedim.”

Aristidis, kendisini tanıtmaz; ismini kiremite yazıp uzatır.

Geçen sene aralık ayında buna benzer bir hâdise ülkemizde vuku buldu. Üç adâlet savaşçısının ismini saklayıp dua etmek isteyen bir bylock mağdûru, cebinden çıkarıp oğluna uzattığı beyaz bir kâğıda şu üç ismi yazdırdı:

Ali Aktaş, Koray Peksayar, Tuncay Beşikçi

Her nedense binlerce mağdûrun kurtulmasını sağlayan bu hâdise, yeterince alkışlanmadı; yokmuş gibi davranıldı. Çünkü, ”Mağdur yok!” diye çemkirenler, daha doğrusu, “ne kadar mağdur, o kadar kaos” projesine gizliden gizliye hizmet edenler, yalancı çıktılar.

15 Temmuz Darbe Girişimi’nden evvel bir yazımda Hz. Ömer adâletinden bahsettim diye arsız bir peli-kancık, “Erdoğan’ı diktatör gösteren dış basınla aynı dili kullanan, bunu yaparken Hz. Ömer analojisi yapanlar var.” demişti. Tuhaf olan şu ki bu analojiyi, Fetöcülerin elindeyken kendisi yapardı.

Allah Allah! Ülkemizi yöneten insandan adâlet beklemekten daha tabiî ne olabilir? Adâleti, Putin’den mi bekleyeceğim veya onların yaptığı gibi Trump’tan mı bekleyeceğim? Devlet, millet, bayrak düşmanı bu kriptolar kim oluyorlar ki bizi vatan hâini yapıyorlar?

Tayyip Erdoğan’a kurulan en büyük tuzak, adâlet konusunda onu yanıltmak ve adâlet isteyenleri hâin olarak tanıtmaktı.

Bu hâinler, darbe gecesi ortadan kayboldular. Sonrasında, “Aman dikkat! Mağdurlar var!” diye feryat ettiğimizde ise “Vurun ha!“ yazıları yazdılar. Onlar da haklılar. ABD maşalığı yaptıkları kirli geçmişlerini ancak böyle kapatabilirlerdi. Saldırdılar, kustular. Ortalığı kirlettiler.

İstediğimizde “Ne adâleti? 250 şehidimiz var.” diye çemkirdiler. Oysa adâleti, en çok şehîdlerimiz için istedik. Kanlarıyla suladıkları bu memleketin huzûra kavuşması, mazlûmların sığınağı bu devletin ayakta durması lazımdı.

Şimdi utanmadan, sıkılmadan keyif çattıkları köşelerinden vatandaşa, “sabret” diyorlar. Bu millet sabretmeyi de şükretmeyi de biliyor ama bunlar konuşup yazdıkça öfkeleniyor.

Bu terbiyesizlerin susması lâzım!

Herkes, ekonominin düzelmesi için bir reçete sunuyor. Benim reçetem, üç adâlet savaşçısının adı yazılı olan bembeyaz kâğıt.

Bu kâğıda iyi bak Türkiye!

Doların nasıl düşeceği, Hazîne’nin nasıl dolacağı, bu kâğıtta yazılı.

ADÂLET, ÂDÂLET, ADÂLET