Ülkem bir garip oldu. Kimin ne dediği belli olmamaya başladı. Ortada bir Man Adası Devleti’ne aktarıldığı söylenen milyon dolarlar, öbür yanda Acem oğlunun ABD’deki itirafları ya da iftiraları.
Şu iki şeyin altını çizmekte fayda var. Para transferi var, Acem oğlunun itirafları gerçek gibi. Ama bir diğer gerçekte Sam amca ABD’nin Rezza üzerinden Sn. Erdoğan’ı ve Türkiye’yi hedef aldığı.
Türkiye’nin menfaatleri gereği İran ve Rusya ile yaptığı siyaset oyunu ve ikili ilişkiler, ABD denen Sam amcayı oldukça rahatsız etmişe benziyor. ABD bunun intikamını; yaptırımlar ya da tavizler kopararak alma peşinde.
Bunlar yadsınamaz gerçeklerdir. Bu konularda elbette hükümetimizin ve devletimizin yanındayız. Türkiye Cumhuriyeti devleti elbette çıkarlarını koruyacak ve uluslararası antlaşma ve sözleşmeler gereği her türlü siyasi, askeri, ticari, ekonomik ve kültürel faaliyetlerini kimselerden izin almadan yapacaktır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti üçüncü sınıf bir Afrika ülkesi hiç değildir.
Fakat bizimde yanlışlarımız yok mu? ABD’nin eline bu kozu neden verdik?
Hükümet Rezza konusunda, ötmeden önce ABD’ye, “Vatandaşımızın can güvenliğinden endişe ediyoruz diye 2. notayı vermedi mi?”
Rezza konuşmaya başlayınca, bu kez de “FETÖ AJANI” dır demeye başlamadılar mı?
Bu yaman çelişkiyi nasıl izah edeceğiz? Kamuoyu bekliyor, Sn. Erdoğan, medeni ülkelerde olduğu gibi herhangi bir TV kanalına çıksın Kemal kılıçdaroğlu’nun karşısına, belgelerin sahte, Kılıçdaroğlu’nun yalancı olduğu ispatlasın.
Kaldı ki bu ülkede dönem dönem bazı suçlamalarla insanlara kıyılmıştır.
Bir dönem; iktidarı kim eleştiriyorsa, kim iktidar aleyhinde konuşuyorsa: KOMÜNİST suçlamasıyla derdest edilip içeri tıkılıyordu. İşinden olmuş, eşinden olmuş, sağlığından olmuş, onurundan olmuş hiç önemli değildi. Kömünist damgasını yediği gibi sosyal hayattan koparılıyordu.
Bu suçlama yıllarca sürdü.
Zaman değişti, bu kez de kim iktidara karşı ise iktidarı eleştiriyorsa; irticacı suçlamasıyla damgalanıp içeri alınıyordu. İşi, eşi, sosyal hayatı, sağlığı hiç önemli değildi.
Epey bir zaman böyle idare edildi. Oysa her iki dönemde de gerçek kömünistler kadar olmayan vatandaşlarda itibarsızlaştırılmış ve içeri alınmıştı.
Aynı şey irticacı suçlaması içinde söylenir. Gerçek irticacılar kadar da pek çok masum insan, mağdur edilmişti.
Günümüzde aynı sistem yine devrede.
Bu ülkede devleti yıkmak, düzeni değiştirmek ve mevcut hükümeti al aşağı etmek için bir FETÖ terör örgütlenmesi vardı ve gerçekti. Başta Sn. Erdoğan olmak üzere pek çok kurum bunlarla mücadele etmekteler. Bu konuda başarılı olmaları için duacıyız.
Fakat pek çok akademisyen, devlet memuru, kamu görevlisi, asker ve hukuk adamı da FETÖcü suçlamasıyla perişan edilmektedir.
Bunu en canlı örneği, S. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Sn. Erdoğan’ın Başbakan, Sn. İsmet Yılmaz’ın Milli Savunma Bakanı sıfatıyla üçlü kararname ile Genel Kurmay Başkanı yapılan Sn. İlker Başbuğ Paşa değil mi? İçerde aylarca yatmadı mı? Ali Tatar’ı, Kuddusi Okkır’ı unuttuk mu?
Ne olur, lütfen! Fetö ile mücadeleye evet ve sonuna kadar evet. Fakat pek çok insanı da FETÖ suçlamasıyla eşinden, işinden, onurundan, sosyal hayattan koparmayalım, onlara kıymayalım. Bazı hataların “Affedersiniz, özür dileriz”leri açılan yaraları tedavi etmiyor, edemiyor.
Esen kalınız.