Cumhuriyet kurulduğundan beri Musul/Kerkük Türkiye'nin kırmızı çizgisiydi.
Eylül ayında Barzani'nin bağımsızlık referandumu var. Dolayısıyla artık o kırmızı çizgiler yok. İktidarın bu gelişmeden çok da rahatsız olduğunu sanmıyorum. Musul/Kerkük yeni kaybedilmedi. Ülkeyi yönetenler Diyarbakır'da Barzani ile koro halinde türkü söylediklerinde kaybetmiştik.
Bölücü çevreler yıllardır -Kürt sorununun- çözümü için iktidara akıl veriyorlar. Ana dille eğitim,özerklik,federalizm hatta konfederasyon teklifinde bulunuyorlar. Bazıları Atatürk'ün özerklik sözü vermesine rağmen sözünde durmadığını söylüyordu.Mandelamız Apo'da bir Kürt/ Türk konfederasyonunu savunuyor.
60'lı yıllara kadar Musul ve Kerkük'te en büyük nüfuslardan birini Türkler teşkil ediyordu. Önce Araplaştırma,sonra Kürtleştirme politikaları sonucu nüfus dengelerinde değişiklik olduysa da bu Kerkük'ün bir Türk şehri olduğu gerçeğini değiştirmez. Hala Musul ve Kerkük'te büyük bir Türk nüfusu var.
Türkiye'de ulus devlete karşı çıkanlar Barzani'nin -ulus devlet-inşa çabalarını görmezden geliyor.
Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için Özerklik verilmesini savunanların aklına Kuzey Irak'ta Türkmenlere özerklik verilmesi gelmiyor.
Burada iki resmi dil olmasını söyleyenler söz konusu Kuzey Irak olunca susmayı tercih ediyor. Bunun tam bir ikiyüzlülük olduğunu söylemeye gerek var mı?
Azınlıklarla ilgili bir çok sözleşmede demografik yapının değiştirilmesi yasaklanmıştır. Musul ve Kerkük'ün nüfus yapısı değiştirilirken ne Türkiye'den ne de insan hakları örgütlerinden en küçük bir tepki gelmemiştir. 18 ada Yunan tarafından işgal edildi. Süleyman Şah türbesini IŞİD'in elinden zor kaçırdık. Şimdi de Musul/Kerkük...Buna başarılı dış politika diyorlar... Ya bir de başarısız olsaydık?
***
Son Hakimler savcılar kararnamesiyle bir çok ülkücü hakim ve savcının pasif görevlere getirildiği iddia ediliyor.Başta Yeni Çağ olmak üzere bazı gazeteler buna tepki gösterdi. Ben biraz farklı düşünüyorum. Ülkücülük kavramı çok istismar ediliyor.Makamını kaybeden ideolojik gerekçeler öne sürerek kendini savunmaya çalışıyor. Önemli olan makam sahibi iken ülkücü olduğunu söyleyebilmektir. Kaldı ki lafla ülkücülük olmaz. Bu dönemde FETÖ operasyonları adı altında bir çok ülkücü hakim,savcı,polis,memur,öğretim görevlisi,yazar-çizer de mağdur edildi. Bu beylerin o zaman ülkücülük akıllarına geldi mi acaba? Yahut gadre uğrayan ülkücüler için ne yaptılar? Yıllarca iktidarın değneği gibi görev yap, sonra bir kenara itilince ülkücülüğü hatırla. Böyle bir ülkücülüğe ne aklım eriyor, ne midem kaldırıyor. Ülkücü, şartlar ne olursa olsu haktan ayrılmayandır. Ülkücü, elindeki imkanları milletinin,devletinin menfaati için kullanandır. Ülkücü, hakkı hiç bir menfaat karşısında satmayandır. Ülkücü, adaleti peygamber davasının en büyük rüknü olarak gören, ondan asla taviz vermeyendir. Ülkücü, yargıyı şu veya bu gücün emrine vermeyendir. Ülkücü, vicdanını kiraya vermeyendir. Ülkücü, haksızlık karşısında dilsiz şeytan olmayandır. Ülkücü, davasına kötülük yapmak pahasına bir görevde kalmaktansa bütün makamları elinin tersiyle iten adamdır. Daha sayayım mı? Görevinin gereklerini yerine getiren,haktan hakikatten ayrılmayanlara bir diyeceğim yok.Onlara saygı duyuyorum. Ama bir makam kapınca iktidardan yana, kaybedince ülkücü olanlara kalem oynatmak,ağıt yakmak içimden gelmiyor. Kimse kusura bakmasın.