Dinin fert ve sosyal hayat üzerindeki müspet tesirlerini anlatmak bile zait. Zira buna ilk insandan günümüze kadar bütün bir insanlık tarihi şahit.
İnsanlara keşmekeş bir hayat içerisinde çıkış yollarını gösteren ve onların iki dünyalarını temin etmenin sistemi olan İslâm dini ise hayata ait getirdiği esaslarla en büyük insanlık olan “İnsaniyet-i Kübra”dır. Kesin olarak şuna inanıyoruz ki, insanlar hem bu dünyada hem de ahirette huzuru yakalamak istiyorlarsa insanın kullanım kılavuzu olan Kur’an’a uymak zorundadırlar.
Bugün insanlığın içinde bulunduğu inanç ve ahlak kaosu ya kendi kullanma kılavuzundan habersiz olmaktan ya da haberi olanların onu kendi heva ve heveslerine göre eğip bükmelerinden kaynaklanıyor.
Bir de izan, mantık ve akıldan yoksun insanların, bu gerçeği görmelerine ve bilmelerine rağmen İslâmiyet’e düşmanlık yapmaları var ki Kur’an bu tipleri şöyle tasvir etmektedir:
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azap onlaradır.” (Bakara 7),
“Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler. (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (Hakk’a) dönmezler.” (Bakara 17-18)
İçinde asla şüphe olmayan Kur’an insanlık için her asırda kurtuluş rehberidir. Bunu alıp uygulayanlar bu reçetedeki ilaçların tesirini, algılayış ve yaşayışı nispetinde görmektedir.
Burada şu soruyu sormak istiyorum:
“İslâmiyet’i bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak kabul eden bizler onu hakkıyla yaşıyor, yaşatabiliyor ya da adam gibi temsil edebiliyor muyuz?”
Başta inanmış ve inancını hayata aktarmaya gayret gösteren bir insan olarak bunu hakkıyla yapamadığımı burada itiraf ediyorum.
Bu gerçeği benim itiraf ediyor olmamla bitmiyor. Etrafımıza baktığımızda da maalesef İslâm’ın hakkıyla yaşandığını ve temsil edildiğini görememenin acı neticeleriyle karşılaşıyoruz.
İnandığımız halde inancımızı sosyal hayata aktaramayışımızın sebepleri oldukça fazladır. Bu sebeplerden biri dinimizi Allah’a has kılıp yaşamamızdır. Kur’an bunu emrederken (Bkz. Zümer suresi 3. Ayet) buna uyma yerine kendimize değişik gruplar bularak onların söylediklerini uygulamaya çalışıyoruz. Kur’an bir ve beraber olup kuvvetimizi dağıtmamamızı emrederken bir gruplara ayırarak neredeyse bütün mesaimizi grupların ayakta kalması için harcayabiliyoruz.
Aslında bu tam anlamıyla inancımızla bir çelişki yaşamaktan başka bir şey değildir.
İsterseniz gelin bugün inanmış insanlar olarak nasıl bir durumda olduğumuz üzerine birkaç misal verelim.
Mesela Allah (cc) bize “Müslüman” adını vermişken biz “İslâmcı, Dinci, Siyasal İslâmcı, Radikal İslâmcı, Nurcu, Süleymancı, Fetullahçı, Erbakancı vb.” birçok kategorize edilmiş gruba ayrılarak kendimizle çelişkiye düşüyoruz.
“Bu tür kavramları özellikle Müslümanları bölmek ve parçalamak için belli güç odaklarının ürettiğini ve kullandığını biliyoruz.” Diyebilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, bu tür isimlendirmelerle kendilerini ifade edenlerin sayısı hiç de az değildir.
Bu grupların hepsi “en iyi Müslümanın” yaşantının kendilerinde olduklarını iddia ediyorlar.
Kimsenin itikadını sorgulama gibi bir niyetim yok ama zikredilenlerin büyük bir yanılgı ve yanlışın içerisinde oldukları da üstü örtülemez bir gerçek. Bu tür isimlerle kendilerini ifade edenlerin itikatları ile çeliştiklerinin farkında olup olmadıklarını sormak durumundayım.
Şimdi bazıları çıkıp, “Biz bu tür isimlendirmeleri aidiyet belirtmek için kullanıyoruz.” diye itiraz edebilir. Bu tür bir mazeret ileri sürenlerin ne derece haksız ve yanlış içinde olduklarını bizzat Rabbimiz Kur’an’ın da belirtmiyor mu? Resulullah’ın (sav) bize şahit olması, bizim de insanlara şahit olmanız için, bizlere Müslüman adını veren Allah(cc) değil midir?
“Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Sizi O seçmiş, babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur’an’da, Resullerin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, size Müslüman adını veren O’dur. Artık namaz kılın, zekât verin, Allah’a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!” (Hac 78)
Bu muhteşem ayet bütün hakkaniyetiyle zikredilen gerçeği gözler önüne sermiyor mu?
İnanmış insanlar olarak “Müslüman” isimi dururken “şucu” veya “bucu” olarak anılmak en azından bu ayetlere saygısızlık olmaz mı?
Böyle bir aymazlığın ve anlayışın hiçbir mazereti olamaz. Bunun ya makam ve mevki, ya rant, ya da değişik bir menfaat elde etmekten başka gayesi olmadığını düşünüyorum.
Evet, “Müslüman” ismini bize Rabbimiz takmıştır ve aidiyetimizi en güzel ifadelendirecek kavram da budur.
“Elhamdülillah Müslümanım.”
Bunun dışında kendilerini, “İslâmcı, Dinci, Siyasal İslâmcı, Radikal İslâmcı, Nurcu, Süleymancı, Erbakancı ve benzeri”, isimlerle ifade edenler kendilerini ayetler ışığında ciddi bir muhasebeye çekmek zorundadırlar.
Günümüzde ne yazık ki bu tür isimlerle anılmak isteyenlerin bir tasnifini yapmak düşülen durumun vahametini gösterme bakımından elzem görülüyor.
Katılırsınız veya katılmazsınız, ama etrafımıza baktığımda aşağıdaki gibi kendini kategorize edenlerle her gün karşılaşıyoruz.
Müslüman: Kur’an ve sünnete inanıp, inandığını hayata aktarmak isteyen ve başka aidiyet tanımayanlar.
İslâmcı ve Dinci: İslam’ı istismar ederek kendisine onun üzerinden, makam mevki, rant vs. elde edenler. İslam’dan ve dinden geçinenler.. Tıpkı köfteci, sucu gibi..
Siyasal İslâmcı: İslam’ı kendi siyasi emelleri için istismar edenler, onu kullanarak devlet erkini eline geçirmek isteyenler.
Radikal İslâmcı: İslâm’ı vurma, kırma, yok etme olarak gören ve bunun üzerinden menfaatleşenler.
Nurcu: Said Nursi’nin yazdığı eserler üzerinden kendilerine makam, mevki, rant vs. elde etmek isteyenler. (Bugün maalesef en az 20 grup var ve hepsi birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul. Münafık Fetullah da yüzüne nurculuk maskesini geçirmişti. Halbuki Said Nursi ihlas ve uhuvvet risalesini kaleme alan kişidir.)
Süleymancı: Süleyman Hilmi Tunahan üzerinden makam, mevki, rant vs. elde etmek isteyenler.
Erbakancı: Erbakan’ın yanılmaz olduğunu, yanlış yapmayacağına veya yapmadığına inanan ve ölene kadar koltuğun gerçek sahibi olarak bilenler.
Menzilci-İsmailağacı: Kendilerinin Nakşi olduğunu söyleyen ancak kurdukları dünya saltanatı ile Nakşilikten nasibini alamayanlar. Tasavvuf züht yani dünyadan elini eteğini çekme mesleğidir değip milletin sırtından Karun gibi zenginleşenlerin merkezleri.
Tarikatçı: Şeriatı kabuk tarikatı öz olarak gören İslam’dan habersiz cahiller güruhu.
Şucu, bucu: Şu veya bu dini değerleri kendi dünyevi ihtirasları için kullananlar.
Siz bunlara başkalarını da ekleyebilirsiniz.
Son sözlerimi samimi bir duayla bağlamak istiyorum:
“Ey bize Müslüman adını veren Rabbim! Bizi samimi Müslümanlardan eyle. Ayağımızı kaydırma. İstikamet üzere olanlardan eyle.”
Bilmem siz de samimi olarak bu duaya âmin der misiniz?