Odgurmuş: Pek ulusalcı Üstad’ım bu gün çok sinirli ve gerginsiniz. Bir sorun mu var, Yoksa Türkiye savaşa mı giriyor.
Üstad: Ne savaşı be kardeşim. Nereden çıkartıyorsunuz, Türkiye savaşa mavaşa giremez, Türkiye savaşa çekilir, Ortadoğu bataklığına düşer. Orada debelenir durur. “Laiklik elden gitti” sen savaştan bahsediyorsun. Laiklik yerlerde sürünüyor. Battı ülke battı. Devlet dairelerinin tamamı tarikatlar tarafından dolduruldu. Adamlar parsel parsel paylaşmışlar. Kardeşim Türkiye’de tarikatlar yasak değil mi. Adamlar sanki laik bir devlet yıkılmış, onun yerine dini bir devlet kurulmuş, cemaatler, devlet yönetimde olsun mu olmasın mı tartışmaları yapılıyor,
Odgurmuş: Ahkâm kesen Üstadım, bu ülkede laiklik konusu yıllar yılı toplumu korkutmak ve hizaya sokmak amacıyla kullanıldı. Bu gün bu durum tartışılıyor. Esasında kayda değer bir laiklik tarifi de yapılmadığı için aklına esen devletluu kimseler vatandaşın her hareketini laiklik açısından değerlendirdiler. Türkiye’de yaşayan her hangi bir kimse açık ya da gizli olarak herhangi bir tarikata ve onun görüşlerine ilgi de duyabilir, sempati de duyabilir ve hatta o tarikat ya da dini gurubun görüşlerini paylaşabildiği gibi toplantılarına da gidebilir, bunda ne beis var anlamadım. Hatta bu gibi kişiler devlet dairelerinde de çalışabilir ve görev alabilir. Almalıdır. Kanunlarımız açısından da herhangi bir suç teşkil etmez.
Üstad: Ama Müslüman olmak için bir tarikatın mensubu olmak zorunlu gibi gösteriyorlar. Şart mı yani bir tarikata girmek. Ben tarikat marikat tanımam. Hele efendim, bir tarikata yaslanmadan tayin ve iş yaptırma imkânı kalmadı sanki. Böyle bir şey olabilir mi? Hangi çağda yaşıyoruz.
Odgurmuş: Efendim şurası bir gerçektir ki, bir insan herhangi bir tarikata veya dini guruba girmeden de elbette Müslüman olabilir. Fakat. Eğer bir insan, okulda, ailesinde ve çevresinde edindiği dini bilgilerle yetinemiyorsa o zaman dini bilgilerini artırmak amacıyla istediği dini gurubu veya cemaati veya tarikatı takip edebilir ve kendisini dini yönden daha çok yetiştirme yoluna gidebilir.
Şöyle düşünelim, bir insan ilkokuldan itibaren kendi kendine matematik ve cebir öğrenebilir mi. Ne yapsa, ne kadar çabalasa, tüm çabaları bir yere kadardır. Bu yüzden bu çocuğun veya insanın matematik ve cebir konusunda bir hocaya ve bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Bu durum, matematik için böyle olduğu halde diğer bütün ilim dallarında da böyledir. Bir öğretici bir yön veren olması gerekir. Hal böyle iken dini konuda da bir insan kendi kendine bir takım konuları belki öğrenebilir fakat bu da bir yere kadardır. O insanın doğru bilgiye ulaşabilmesi için elbette bir yol göstericiye ve bir hocaya ihtiyacı vardır..Eğer öyle olmasaydı da herkes kendi kendine bir şeyler öğrenebilmiş olsaydı İlkokuldan beri herhangi bir tahsil yapmaya da, bu kadar okulun açılmasına da ne gerek vardı.
Tek parti döneminde tüm dini kurumlar ve din bilgisi veren tekke ve dergâhlar kapatıldığı için insanlar doğru bilgiyi, doğru dini öğrenecek kaynaklar bulamadılar. Elbette kitaplar vardı fakat onların da çoğu yasaklanmıştı. Bu durumda insanlar yer altına çekilerek dini ihtiyaçlarını, ne gibi bir otorite olduğu bilinmeyen insanlardan din öğrenmeye başladılar. Bu günkü dini hayatımızın tenkid ettiğimiz kısımları o günlerin eseridir.
Ayrıca bizim tarihi geleneğimizde de her insanın bir dini büyüğü, önderi veya intisap ettiği bir şeyhi olması gerekir. Biliyoruz ki Tarikatların amacı topluma iyi insan yetiştirmektir. Olumsuz örnekler bakarak, tarikatlar aleyhine konuşmak, Selçuklu ve Osmanlı devletimizin kurucularının ruhlarını muazzep eder.
Üstad: Kardeşim devlet bir insan olmadığı için onun dini olmaz, insanlar için din vardır. “Din Allah’la kul arasındaki bir davranış biçimidir”. Kul kendisine tebliğ edilen dinin kurallarına uyarak, doğru olmayı, hırsız birey olmamayı öğrenir ve o toplum o şekilde İslam’ın doğruluk dürüstlük felsefesi yaşanmış olur.
Odgurmuş: Evet Üstadım, doğru söylediniz, Devletin dini olmaz, insanların dini olur. Yanı diyorsunuz ki devlet laik olur. Dine karışmaz. Fakat insanların dini olduğu için insanlar isterlerse laik olurlar ve o görüşleri benimserler, istemezlerse Laik olmazlar ve inançlarını-düşüncelerini istediği gibi yaşarlar. Buna da kimse karışmaz.
Üstadım, her konuda her şeyi bilen ve her konuda ahkâm kesen üstad’ım şimdi de dini konularda ahkâm kesiyorsunuz. Bildiğim kadarıyla sizin dini bir tahsiliniz de yok. “Din Allah’la kul arasındadır” diyorsunuz. Biliyorsunuz bu tabir de yine “tek parti döneminde” Türk toplumunu dini yönden bir kalıba sokmak ve dinin toplum hayatındaki etkisini daraltmak için kullanılan bir tabirdir. Hatta daha da ileri giderek “Dinin yeri insanın vicdanı ve mabettir” demişlerdir. Senelerce bu tekerlemeyi tekrarlayarak, dini insanların vicdanına hapsetme gibi bir yola gitmişlerdir. Bu uygulamayı tek parti yönetimi bir plan dâhilinde bilerek ve isteyerek uygulamışlardır. Bu yanlış bir düşüncedir ve geri tepmiştir.
“İnsanlar dinin tebliğ ettiği doğruluk, dürüstlük kurallarına uyarak doğru ve dürüst olurlar”. Diyorsunuz. O halde sizin konuşmanızdan şu anlaşılıyor; “İnsanlar kendi kendine öğrenir hâşâ Peygamberlere ne lüzum vardı” gibi bir sonuç çıkıyor. Nasıl olsa dinin kurallarını insanlar kendi kendine öğrenebiliyorlarsa.
Biraz yukarda belirttim bir insan kendi çabasıyla önünde bir hoca, bir usta, bir öğreten olmadan matematik ve cebir öğrenebilir mi?
Öyle olsaydı, insanlar dinin tebliğ ettiği şeyleri kendi kendine öğrenip yapabilselerdi, ne peygambere ne de din adamlarına ihtiyaç olurdu. Tıpkı ilkokullarda olduğu gibi; Çocuklarımız tahsil ve terbiyeyi, hayatı ve çeşitli konuları kendi kendilerine öğrenebilselerdi orada da hiçbir şekilde öğretmene de ihtiyaç olmazdı ve çocuklarımız kendi kendine her şeyi öğrenebilirlerdi, hatta dinlerini dahi öğrenebilirlerdi.
Böyle bir şeyin olması mümkün olabilir mi?.
Üstad: Bu toplumda-ülkemizde başka inanç sistemine mensup insanlarda yaşıyor, vergi veriyordur, askere gidiyordur, yani bu bayrağın altında vatandaşlık bilinciyle bağlıdır. Eğer devletimizin dini olursa, ortada bir bölünme parçalanma olmaz mı?
Odgurmuş: Elbette bir devletin tebaası arasında her dinden, her mezhepten insan ve guruplar olacaktır. Bunu engelleme imkânı kesinlikle yoktur. Bu konuda yeryüzünde eşi ve benzeri olmayan bir devlet kuran Selçuklu ve Osmanlı atalarımız da bu çok milletli ve çok dinli imparatorluklardır. Hatta İslamiyet’i kabul etmeden önce kurduğumuz devlet ve imparatorluklarda da her dinden insan ve topluluklar olmuş ve hiç birini ayırt etmeden idare etmişler ve insanların burunları dahi kanamadan sevk ve idare etmesini bilmişlerdir. Ama unutmamak gerekir ki gerek Selçuklu devletimiz ve gerekse Osmanlı devletimiz dünya âlemin bildiği gibi Müslüman bir devletti. Müslüman bir devlet olmasına rağmen tabası arasında her dinden, her milletten ve çeşitli tarikatların bulunduğu çok geniş coğrafyalara hükmetmişlerdi.
Üstad: Ben onu bunu bilmem. Babamdan, dedemden ve dedemin babasından işittiğime göre onlar neye inanıyorlarsa o şekilde ibadetlerini ve dinlerini ve dini kural ve kaidelerini istedikleri gibi
uygulayabildiklerini biliyorum. Hatta ben de öyle inanıyorum.
Odgurmuş: Her şeyi bilen pek ulusalcı ve laik Üstad’ım. Sizin bu inanış şekliniz “tevatüren” bir şekildir. Yani atadan dededen nakledilen tevatürlere ve bilgilere göre iman edilir ve bu imanın gereğine göre hareket edilir. Bu şekilde iman etmek bizim geleneğimizde vardır. Ancak dinimizce farz olan. Ayrıca birde “tafsili iman” vardır ki olması gereken de odur. İnsan bir takım nakiller yoluyla inanabilir ve kabul edebilir fakat bu nakli imanını bir süre sonra tafsili iman şeklinde kuvvetlendirmesi gerekir. Fakat dikkat edilirse, dini konularda bilgi edinmek için bir çabaya girilmezse bu günkü gibi bir dini uygulama orta yere çıkar ve bunu da biz sürekli eleştirir ve İslamı kendi çapında yaşamak isteyen ve yer yer yanlışlıklara da düşen insanları sürekli tenkid ederiz.
Üstad: Laiklikten din adına taviz verirsen, bazı dini guruplar, saf olarak inandığımız din kuralları yerine art niyetli adamlar olabilir. Aklımızı başımıza alalım, laiklikten ayrılmayalım, kurtuluşumuz laikliktedir.
Odgurmuş: Pek laik ve de ulusalcı üstadım. Biliyorsunuz, laiklik prensbi, Fransadan olduğu gibi alınarak Türk toplumu, Fransa’nın sistemine uydurulmaya çalışılmıştır. Bu durum bizim toplum yapımıza uymadığı için ve tek parti idaresinin laiklik adına baskıcı idaresi Mütedeyyin halkımızın kabullenemeyeceği bir durum doğurdu. En ufak bir dini faaliyet yapılsa, hemen “laiklik elden gider “ diye feryadı bastılar ve toplumu bununla zapturapt altına aldılar. Bu yüzden Laiklik uygulaması toplumda istenmeyen bir baskı aracı gibi kullanıldı. Özellikle sıkıyönetimler zamanında, çarşafla gezen garip köylünün zorla başlarının açıldığı, evlerde kuran okudukları için jandarma tarafından toplanıp götürüldükleri ve suç delilleri olarak kabul edilen dini yayınlar yüzünde çok eziyetler çekildi.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer zamanında bir ucube gibi “kamusal alan” icat edildi ve kamusal alanlara başı kapalı insanlar sokulmadı. Fakat zamanla görüldü ki, kamusal alan vs. yokmuş ve laiklik de hiçbir şekilde elden gitmiyormuş.