Havalar iyiden iyiye ısındı. Şehirlerin apartman hayatı (modern hapishaneler) bizleri sıktıkça sıkmaya başladı, bunaldık, daraldık, nefes alamaz hale geldik.

Covid-19 da işin tuzu biberi oldu.

Bu mevsim, “Yaylaya Çıkma” mevsimidir.

Yaylalar günümüzde iki türlü olmaya başladı. Hani eskilerin deyimi ile “KATAR KATAR YAYLA GÖÇÜ” geçmişlerde kaldı. Birincisi şehirlerin, denizlere, köylere, dağ başlarına gittiği, ikincisi Akdeniz Yörüklerinin develeriyle, kıl keçileriyle Torosları aşarak, Sertavul, Karaman-Konya ovalarına inmeleri.

Yaylalar mutlaka çıkılması gereken yerlerdir. Yaylalar aynı anda; özgürlük, bağımsızlık alanlarıdır. Ne trafik ışıkları, ne caddelerin ve sokakların sıkıcılığı!

Akdeniz’in Yörükleri, koyununu, keçisini rahatça otlatmalı. Otlatmalı ki yörüğün başı ağrımasın. Öbür yandan, değişen hayat şartları, takip edilen yanlış politikalar; hayvancılıkla uğraşanların sayısı her geçen gün, “Güneş Görmüş Kar Misali” eritmektedir. Bunun içindir ki, “Katar katar yayla göçü” geçmişte kalmıştır

Yaylalara sadece Yörükler çıkmıyor artık.

Yazımın başında da dediğim gibi, artık yaylalar bir lüks değil artan bir ihtiyaç konumundadır. Şehir hayatının sıkıcı ortamından bunalan şehirliler, kendilerini yaylalara atmaktadırlar. Yurdumun hemen hemen her bölgesinde, Akdeniz’de, Ege’de, Karadeniz’de, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, İç Anadolu’da yaylalara çıkılmaktadır artık.

Yaylalar, doğasıyla, havasıyla, suyuyla insanları rahatlatmakta, tatlı bir huzur vermektedir. Bu huzuru kim istemez?

Yaylalar, kilometrelerce uzaklıkta olduğu gibi, hemen yanımızda yanı başımızda da olabilir. Şehrin, kasabanın, köyün biraz dışında, biraz yüksekçe yerler de olabilir.

Köyler zaten yayla niteliğinde olmasına rağmen, köyün hemen dışında, otu daha bol, doğal güzelliği bozulmamış yer ve yörelerde “Yayla” konumundadır.

Amma velâkin!

Bir konu var ki gözden kaçırılmaya.

Hayvancılık için yaylalara çıkan yörükhan taifesinin dışında, şehir hayatının sıkıcı havasından bunalıp yaylalara çıkanlar, yaylaları betonlaştırmaktadırlar. Buna dikkat! Karadeniz’in canım yaylaları betonlaşmakta.

Zevksiz, plansız, ucube betonlaşma ile buraların da havası bozulmaktadır ne yazık. Yaylaların güzellikleri böylece kaybolmaktadır. Ayder ve Uzungöl maalesef bitmiş.

Yayla geleneğimiz ve kültürümüz, otantik haliyle korunmalı, yaşanmalı ve yaşatılmalıdır. Yayla turizmini geliştirirken, yaylaklarımızı yok etmeyelim. Toplumda yayla sevgisini, doğa sevgisini, doğal güzellik sevgisini hançerlemeyelim.

Buraların, bitki ve hayvan varlıklarını koruyalım.

Konya, yayla kültürü ve yaylacılık açısından çok güzel bir potansiyele sahiptir. Konyamızın etrafında o kadar güzel yaylaklar var ki buraların, yayla turizmine açılması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu konuda belde belediye başkanlarımıza büyük görevler düşmektedir. Hem teşvik hem de doğal hayatın korunması açısından.

Ayrıca İl Kültür ve Turizm Müdürlüğümüz ile gönüllü kuruluşların da bu konuyu gündemlerine almaları kaçınılmaz bir gerçektir.

Tarih zenginliklerimiz ile Hz. Mevlana ve yaylaklarımızı birleştirmenin tam zamanıdır

Yazımızı, “ Sarı yaylam da yaylayamadım kar iken/ Yavru palazını da avlayamadım tor iken/ Sende bu güzellik bende bu gençlik var iken/ Alırım ahtımı da koymam yâr sende.”

“Yaylalar otlu olur/ Suyu kuvvetli olur/ Allah’ın hikmetinden/ Güzeller dadlu olur.”*

İki yayla türküsüyle bitirmek istiyorum.