Osmanlı’nın başkenti İstanbul 30 Ekim 1918’de 35.000 itilaf devleti askeri ile işgal edilmişti. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinin oluşturdu deniz filosu Boğaziçi’ne gelerek başkenti abluka altına aldılar.
İşgalci kuvvetlerin baskısı karşısında padişah 21 Aralık 1918’de yani yaklaşık 40 gün sonra Osmanlı Meclisi’ni dağıttı.
Osmanlı başkenti denetimi ve komutası artık Büyük Britanya yüksek komiserinin emri altındaydı.
İşgal, şanlı Türk ordusu İstanbul’u o işgalcilerden geri alana kadar beş yıl sürdü.
İşgal yıllarında İstanbul’da işgalcilerle işbirliği halinde Türk olmayan unsurlar da vardı.
Rum, Ermeni, Yahudi azınlıklar işgalcileri büyük coşkuyla karşılamış, Türkleri aşağılamış, işgalcilere gammazlamış, şımarık davranışlar sergilemişlerdi.
İşbirlikçiler arasında batı hayranı işgalci hayranı Türk asıllılar da vardı. Çıkarıcı, bencil işbirlikçiler olduğu gibi devlet katında da işgalcilere teslim olmuş, onlara hizmet eden hainler bolca vardı .
Sadrazam Damat Ferit, gazeteci daha sonra içişleri Bakanı Ali Kemal, devletin Şeyhülislamı Mustafa Sabri bunlardan bazıları idi .
Osmanlı Devleti’nin son Şeyhülislamı şunları söyleyebiliyordu:
“Yalnız Müslüman insan olarak kalmak üzere Türklükten istifa ediyorum. Tövbe Türklüğüme, Allah’ım beni Türk milletinden addetme.”
Osmanlı başkenti İstanbul işgal edildiğinde işgalcilerle işbirliği içinde olan devşirme aparatlar işbirlikçiler, İngiliz Muhipleri(sevenleri) cemiyeti, İslam Teali cemiyeti, Kürt Teali cemiyeti, Wilson prensipleri cemiyeti adı altında kurulan cemiyetler de yani günümüz deyimiyle siyasi partilerde örgütlenmişler ve siyasal çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmüşlerdir.
Türk milleti 100 yıl önce bu travmatik kaos ortamını yüksek bir manevi güçle, birliktelikle ve Türkçülüğe sarılarak ortadan kaldırmıştır.
Aradan geçen yüzyıl sonunda Türk siyasetinde yukarıda adı geçen cemiyetler gibi siyasi partiler var mıdır?
Soru kadar enteresan değil mi ?..
İçimizde yüzyılda türeyen hainler var mıdır
Koynumuzda beslediğimiz yılanlar var mıdır
Var ise tehlikeleri ne boyuttadır?
Son günlerde bazı siyasi partilerin anayasamızın 66. Maddesi’ndeki Türklük tanımını değiştirmek istediğini Genel başkanı ve genel başkan yardımcısının ağzından net olarak duyduk.
Bu sözler Osmanlı’nın son işbirlikçi Şeyhülislamı Mustafa Sabri’nin sözleriyle ne kadar örtüşüyor değil mi?
İstanbul’un işgalinde şeyhülislam Mustafa Sabri’yi Türklük’ten istifa edecek söylemini söyleten de aynı güçtür. Bugün Türk devletinin anayasasından Türklük tanımını çıkaracağını söyleyen parti başkanlarının o gücü aldığı yer aynıdır.
Aynı siyasal parti Türkiye’nin savunma sanayisinde yaptığı imalatları durduracağına dair bir açıklamayı da yaptı.
Savunma Sanayinde Türkiye yaptığı ürünleri ihraç ediyor.
Öne çıkan Balkar firması özel bir kurum.
Balkar firmasının sahipleri cumhurbaşkanının dünürü.
Şöyle söylenebilir; Balkar firmasına devlet bütçesinden karşılıksız olarak para aktarılmışsa bu incelenecektir fakirin fukaranın kör kuruşu son kurşuna kadar en yüksek faiziyle geriye tahsil edilecektir.
Türkiye devlet olarak savunma sanayiinde önemli girişimlerde bulunmuştu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Kayseri’de uçak fabrikası, İstanbul’da silah fabrikası kuruldu ikisinin de faaliyetleri 1947 ABD emperyalizminin kuyruğuna takıldığımızda kapatıldı.
1990’lü yıllarda Aselsan, Roketsan adıyla savunma sanayii üretim şirketleri kuruldu hatta Aselsan Türk ordusuna cep telefonu üretti ama kısa zamanlar içinde Aselsan da bu işleri yapan Türk mühendislerinin tek tek suikastlere uğradığını ve şehid edildiklerini gazetelerden öğrendik .
Ak parti hükümeti savunma sanayii işini özel bir şirket olan ve başında damadı olan Balkar ‘a havale etmiş.
Balkar şirketine devlet bankaları da kredi desteği vermelidir. ( tabii geri almak koşulu ile Demirören gibi değil )
Bu tıpkı Alman devletinin Mercedes veya Bayer ‘e veya Kore devletinin Hyundaı’ya sahip çıkması gibi bir şey.
Aslolan toplumun ortak olduğu paranın veya varlığın akıbetinin takip edilmesi. Toplum yararına olan kredilerin desteklenmesi işin geliştirilmesidir.
Savunma sanayiinin gelişmesini durduracağını söyleyen siyasetçinin, Aselsan mühendislerini öldüren dış devlet ajanı katillerden ne farkı var.
Ajan silahla çocuklarımızı öldürmüş savunma sanayiimizi bitirmiş. Bu siyaset yolu ile kalemle savunma sanayiimizi bitirmek istiyor.
Yüz yıl önceki işbirlikçi yapılar yeni yüzleri ile devrededir.
Biri ABD büyükelçisi ile bir ayda 5 kere görüşüyor.
Yüksek yönetim kadrosuna getirdiği eski il başkanı Alman vakıfları üzerinden BND ile halvet içinde.
Diğeri ABD de uçak ile bir saatte gidebileceği yolu araçla 8 saatte gidiyor ama onun da 3 saatinde ortadan kayboluyor.
Bir diğeri hepiniz toptan Kürtçe öğreneceksiniz diyor.
İktidardaki de ABD başkanının kendisine göz kırpmasını bekliyor.
Bizler Türk milletinin mensupları olarak bağımlılığı reddedip bağımsızlık için en azından beyinlerimizde bir yer açmazsak her yüz yıl bu işbirlikçi aparatlar devşirmeler önümüzde sahnemizde yer bulacaklar.
Aslında kurucu önderimiz bize her şeyi söylemiş.
Türk milletinin mensupları “Gençliğe Hitabe“yi bir kere daha okuyup içselleştirebilirse, yanına birde “İstiklal Marşı“mızı yüksek sesle bir daha okuyabilirse beyinlerimizde epeyce mesafe katedeceğiz.
Her şey bizim beynimizde başlıyor ….