Geçmişe bakıp şöyle bir düşünüyorum da!
Benim çocukluğumda, benim köyde kapılarımız kilitsizdi. Kimi kapılarda kilit vardı ama anahtarı da ya kapı yanında bir deliğin ya da kapı önündeki süpürgenin altında olurdu.
Tarlada buğdayımız, bostanda karpuz, kavunumuz Tanrı’ya emanet bekçisiz dururdu.
Kimse kimseyi namazıyla, niyazıyla sorgulamaz, algılamaz, değerlendirmezdi. Bu kadar din eğitimi de yoktu o yıllarda:
Güven vardı.
Güvenin verdiği bir huzur vardı.
Günümüze bakınca; ne oldu bize demeden kendimi alamıyorum.
Nerden nereye gelmişiz diye de sormadan edemiyorum. Ateistlik ve deistlik (söylenenler doğru ise) en çok din eğitimi alanlar arasında artmakta imiş.
Ardına kadar açık kapılarla başladık hayata.
Gün geldi kapılara basit bir çengel taktık.
Yetmemiş olacak ki, bir asma kilit taktık.
Olmadı ahşap kapının üstüne demir bir kapı yaptık.
Yetmedi kapıları, çelik kapılara çevirdik.
Gördük ki yetmiyor, çelik kapılara üç farklı kilit geliştirdik.
O da yetmedi, her kilidi üçer kez kilitledik.
Yeter mi? Öyle sanmıştık.
Bu kez bir de alarm taktık.
Kesmedi kamera sistemi kurduk.
Yine yetmedi, bu kez de cadde ve sokakları mobeselerle donattık.
Bütün bu önlemlere karşın mal ve can emniyetimiz ne kadar güvende?
Sahi ne kadar güvendeyiz?
Sabah uyandığınızda donunuza kadar soyulmadığınızın ya da işyerinizde kasanızın açılmadığının garantisi ne kadar?
En iyimser olmak kaydıyla yarı yarıya değil mi?
Şimdi sadede gelelim.
Neden böyle olduk? Neden güven ortamını kaybettik, neden huzursuzlukta çıta yükselttik?
Yüz binin üzerinde cami var ülkede. Yüzlerce dini eğitim veren okullar var ülkede.
Binlerle müftü, vaiz var ülkede.
Bunların tamamı da din eğitimi vermekte ülkede.
Demek ki din değil ama din öğretimi verenler; Ahlaklı insanlar yetiştiremiyormuş ülkede.
Bu kadar cemaat, tarikat, şıh, şeyh, gavs olan bir ülkede bu kadar hırsız varsa, bunlar saksıda mı yetişiyor, ne oldu ülkede?
Vatikan da otellerde kıymetli eşyalarınızı resepsiyona emanet veriniz yazıyor. Japonya’da böyle bir yazı yokmuş. Neden?
Esen kalınız.