Şark cephesinde sürpriz yok, gelecekti gelmekte olan ve geldi. Kasım-2002 şartlarında süregelen siyasi çekişmelerden bunalan halkın denemeye karar verdiği AKP'nin ilk yıllarda nispeten tecrübeli ekibinin parti içinde tasfiyesiyle geride kalan zihnen yetersiz, donanımsız ama muhteris bir kadronun akıbetidir aslında yaşanan. Haziran-2015'den beri yönetme yetersizliğine duçar olduğunu savunduğum AKP'nin lider partisine, sistemin de tek adamlığa evirilmesiyle birkaç yıl daha idaresi için değişken ittifakları da işe yaramayınca sonuç böyle olacaktı ve oldu. Ülkeyi yıllardır tek başına yönetmiş olan Erdoğan’ın tabanına kazandık nutukları atmasına rağmen işin farkına vardığını sanıyorum. Aksi halde bu kadar keskin dönüşler yapıyor olmasının izahı olamaz. Kaybediyor olması, kaybetmesi ve kaybını durduramıyor olması bir yana içeride ve dışarıda hareket alanının iyice daralmış olması esas mesele.
Yaklaşık 5 yıldır süren yönetemezlik hali şimdi çok daha belirginleşti. 31 Mart seçimlerindeki bâriz yenilgi ile de tescillendi. Özellikle İstanbul’u ve Ankara’yı kaybetmekle, artık AKP’nin aşağı doğru sürüklendiğini ve ciddi bir şekilde önünü göremediğini görüyoruz. Böyle bir ortamda bir yandan seçim yenilemesi için YSK'na baskı yapıyor, diğer yandan -olmaz ama olursa- İstanbul seçimleri için mevcut ittifakının yetersizliğinden dolayı MHP yerine HDP ile takası hesap ediyor. Bunu da Türkiye ittifakı olarak seslendiriyor. Partisinin içinden en az bir parti çıkacağı herkesin malumu iken büyük bir ittifaktan söz ederek vaziyete hakim olduğunu göstermek istiyor. Ama bu da işe yaramıyor. Tıpkı seçim akşamı yaptığı balkon konuşması gibi havada kalıyor.
Asıl soru bu durumda muhalefet ne yapabilir, ya da yapmalı? Düne kadar Erdoğan’ın yenilmezliği ve her istediğini yapabileceği kanısı, kendi tabanı kadar, hatta belki ondan da fazla O'nu sevmeyen ve karşı olanlar tarafından benimseniyordu. Bu da “Erdoğan bir şey derse yapar, eğer o bir politika uyguluyorsa bunu hayata geçirir” şeklinde bir ön kabul oluşturmuştu.Ve aslında güçlü olmasının, güçsüzken güçlü görülmesinin en büyük nedeni buydu. Muhalif mahallede öğrenilmiş çaresizliğe, kendi tabanında da yenilmezliğine olan inanç son seçimde ciddi biçimde örselendi, erozyona uğradı. Bu yenilginin ağır yükü altında Erdoğan şimdi toparlamaya çalışıyor. Parti içinde hareketlenmelerle ne yapacağını tam olarak bilmediğinden sürekli anlık politikalarla yol almaya çalışıyor.
Neticede bir yanda kaybeden bir iktidar koalisyonu var. Yani AKP ve MHP, BBP yani Cumhur İttifakı. Yüzde 53 oy vs. falan diyor, ama kendileri de inanmıyor. Hatta iki kanadın hesaplamaları da tutmuyor biri mutlak kaybetmiş gözüküyor. Ortada ülkenin büyük şehirlerinin tümünü kaybettiren bâriz bir yenilgi var. Ama klasik siyaset pratiğimizin ilkesi olan kaybedenin sanki kendisi kazanmış gibi yapmaya çalıştığı geçici bir mevsimdeyiz. Nisan sonunda sona erecek bu mevsimle birlikte siyasette baş döndüren gelişmelerin de arifesindeyiz.
İşin kazanan yanı pek tabi ki muhalefet bloğu. Yapmaları gereken iktidara can suyu verecek bir ittifaka dahil olma yerine güçlerinin farkına varmalarıdır. Şu bir gerçek; inisiyatif iktidarda değil artık. Esasen son seçim öncesinden itibaren böyleydi. 31 Mart akşamı halkın da göreceği biçimde iyice ortaya çıktı. Siyasetin akışı değişti ve ivme kazandı. AKP içindeki sorunlarla boğuşurken zaten yetersizliği açığa çıkmış iktidar anlayışıyla ülkeyi daha fazla yönetemez. Muhalefetin başını kaldırıp daha ileriye bakması ve yakın zamanda gelişecek siyasi manevralara ve ülke yönetimine hazırlanması gerekir. Muhalefet kolaycılığından kurtulup her meseleye çözüm üreten, yönetim yetisi olan bir kadro ve halkın önüne koyabilecek bir tablo zamanıdır. Iskalayan kaybeder..