AKP'nin çoklu baro teklifi, “büyük barolarda güç yoğunlaşması olduğu, bu güç üzerinden siyaset yapıldığı” iddiasına dayanıyor. Mevcut yapıya nüfuz edemediğinden dolayı da bu gücü kırmayı hedefliyor. Ancak bu iddia, demokratik düşünce bakımından baştan aşağıya tutarsız ve anlamsızdır. Anayasa 135.maddede düzenlenen bir meslek örgütü olarak barolar “hukuk düzenlemeleri ve ihlalleri üzerine çalışmalar yapar, siyasi tavırlar alır, güç odaklarına, gerekirse siyasi iktidara muhalefet eder, bu çerçevede bir tür siyaset yaparlar” ki bu işin doğası gereğidir ve doğrudur.
Hukukun 4 temel kaynağı vardır. 1-Yasa, 2-Örf adet, 3-Yargısal içtihatlar 4-Bilimsel görüş-doktrin. Son 3'ünün hukuka kaynaklık etmesi son derece sınırlıdır. Yüzdelersek 2-3 civarındadır. Hukukun en temel ve en güçlü kaynağı yasadır. Yasaları da tümüyle siyasi bir organ olan TBMM yapar. Yani hukuk özünde siyasidir. Bu da doğaldır zira toplumun seçerek yetki verdiği bir organ yasayı yapmalıdır ve yapar.
Ancak bu günlük siyaset değildir. Barolarca yapılan, tanımı itibariyle, taraflara, çıkarlara, pozisyonlara ilişkin dar siyasi faaliyet değil, ilkesel siyasettir. Bu da ayıplanacak bir şey olmayıp tersine, demokratik düzenlerde bu tür meslek örgütlerinden beklenen temel işlevdir. Başka bir ifadeyle sivil toplum örgütleri olarak barolar, toplumsal sahada, siyasi alanda ve yargıda hukuk zeminini korumak, savunmak, hukuk dışı ve karşıtı güç odaklarına karşı durmakla mesleki ve ahlaken yükümlü yapılardır.
Bu anlamda varlıkları ve siyasi faaliyetleri, demokrasinin güvencelerinden birisidir. Barolarda, iç siyasi tartışmaların yaşanması, zaman zaman kimi ideolojik çatışmaların patlak vermesi, kimi görüşlerin öne çıkması, temsili yapıların doğasındandır ve büyük resmi ortadan kaldırmaz. Türkiye örneğinde de genel itibariyle kaldırmamıştır.
Mevcut haliyle TBB'nde temsiliyette eksiklikler vardır. Bunlar basit bir yasa değişikliğiyle düzeltilebilecek iken bu yapılmayıp kurumları bölerek güçsüzleştirme, etkisizleştirme ve kısmen yandaşlaştırıp ayrıştırma, nihayetinde sivil toplumu zayıflatma amaçlı bir girişimdir. İktidarın özellikle son iki yıllık uygulamalarına bakıldığında demokratikleşme gibi bir kaygının olmadığı tersine kamu yetkisi kullanmada 'tek'leştirme anlayışı da ortadadır. Her alanı tekleştirip kendine bağlamayı düşünenlerin baroları parçalama düşüncesi iyiniyetli değildir.
Demokrasi; 1-Hukuk devleti, 2- Güçlü sivil toplum 3-Özgür medya, sacayağına oturur. Medya özgür değil, devlet ne yazık ki artık hukuk devleti de değil. Zaten zayıflamış sivil toplumu da yok edersek demokrasi biter. Olaya bu açıdan bakınca her şeyin planlı olduğu aşikardır. Baroların bölünmesi avukatı değil savunmayı zayıflatır. Yani bu avukatların değil tüm toplumun meselesi olmalıdır. Adliyeye gitmek durumunda kaldığınızda yanınızda olan ve kalan sadece avukattır.
Yargı sacayağının iddia (C.Savcısı) ve karar (yargıç) atanmış kamu görevlisidir. Sivil olan ayağı savunmanın da yandaşlatırılarak kısmen resmileştirilmesi, mesleki olarak haksız rekabeti, sonuç olarak halkın hakkının savunulmasında daha fazla zorluk doğurur. Tekli ya da çoklu baro olması halinde avukatlar avukatlığını yapmaya devam eder de, halkı-hakkı savunmada zorlanırlar. Öyleyse neticede bu avukatın değil halkın sorunudur. Toplumun buna karşı çıkması avukatın değil kendisinin yararınadır.