Önümüzdeki hafta seçime gideceğiz. Seçimin yereli aşan sonuçları olacağı için iktidar olanca gücüyle seçime yükleniyor. Bütün bakanlar sahada, devlet gücü bir partinin kazanması için bonkörce harcanıyor. Lakin onca gayret ve abanmaya rağmen anket sonuçları iktidar cephesinin beklediği şekilde gelmiyor. Çünkü vatandaş iktidara verilen her desteğin krizi daha da derinleştireceğini, Türkiye’yi gittikçe yalnızlaştıracağını, yönünü Batı’dan doğuya çevirip Türkiye’yi 3. Bir dünya ülkesi haline getireceğini görüyor. Evine soğan alamayan bir vatandaşın bu iktidara oy vermesi demek, memleketin daha da kötüye gitmesine onay vermesi demektir.

Siyaset bir dünya işidir. Parti aidiyetinin kimseye kazandıracağı manevi bir kazanç yoktur. Üstelik vatanseverliğin, milletseverliğin ölçüsü de değildir. Partileri etnik veya dini oluşumlar şeklinde sınıflandırmak o ülkeyi etnik ve dini temelde parçalamaktır. Ne yazık ki uzun zamandır İslamcılık ve Osmanlıcılık adı altında -milletleşme süreci- tahrip ediliyor. Millet olmamamız için etnik kimlikler, mezhep veya meşrep kimlikleri öne çıkarılıyor.

Kullanılan yıkıcı, parçalayıcı siyaset dili ile ilgili ise onlarca yazı yazdım. HDP üzerinden iktidarın yürüttüğü kampanya HDP’yi zayıflatma maksadına matuf değil, HDP üzerinden millet cephesi zayıflatılmaya çalışılıyor. Oysa bir beka sorunu varsa bu HDP/PKK ile ilgilidir, zayıflatılması gerekenin de Millet ittifakı değil, HDP olması gerekir. İktidarın kullandığı dil tam tersine hizmet ederek HDP’nin arkasındaki kitleyi kemikleştiriyor. HDP’ye bu ötekileştirici dili kullanarak yeni fırsat alanları açıyor.

Siyasetin HDP karşıtlığı üzerinden yürütülmesinin sonuçlarından biri de HDP’yi giderek PKK’ya daha çok bağımlı hale getirmesidir. 2010 referandumu ile parti kapatma imkansız hale getirilmiştir. Esasen devlet bir deneme tahtasına döndüğü için düşünülmeden çıkarılan her yasa sonradan devletin aleyhine işlemekte, iktidar da sorumluluk almak yerine hata etmişiz veya aldanmışız diyerek aradan çekilmektedir. Ayrılıkçı siyaseti etkisizleştirmenin yolu onu itip kakarak mağdur durumuna düşürmek değil, onu etnik siyaset alanından Türkiye siyasetine çekmektir. HDP, iktidarın kullandığı arızalı siyaset dilini Doğu’da hep Kürt karşıtlığı şeklinde tercüme etmekte bu şekilde kitlesi ile arasındaki bağları daha da perkitmektedir.

Dilin ne kadar önemli olduğu son Yeni Zelanda katliamında bir defa daha ortaya çıktı. Yeni Zelanda başbakanı Ardern, gerçekten güçlü bir liderlik ortaya koydu. Müslümanların acısını hafifletecek çok olumlu ve pozitif bir dil kullandı. Öyle ki, ABD gazeteleri, keşke bizim de Ardern gibi bir başbakanımız olsa diye yazdılar. Karar da, Elif Çakır’da bu öfkeleri dindirici, yaraları sağaltıcı dili övdü. Biz ne yaptık, Yeni Zelanda hesap sormazsa biz sorarız diyerek acı bir olayı seçim malzemesi yaptık. Hadi bir daha Çanakkale’ye gelin tabutlara koyup gönderelim dedik. Sonunda ne oldu? bu üslup iki ülkeyi de rahatsız etti. Kendi 18 adamızı koruyamıyor,  Yunan’a tek laf edemiyor iken Trump’ın Golan tepeleri ile ilgili açıklamaları üzerinden hamaset ürettik.

Türkiye, Cumhuriyetle birlikte yönünü Batı’ya dönerek modernleşme ve demokrasi yolunu seçmiştir. Eleştirilecek yönleri bulunmasına rağmen bu tercih temelde doğrudur. Aksi takdirde Türkiye’nin durumu bugünkü Afganistan, Irak ve Suriye gibi iç bütünlüğünü sağlayamamış, her açıdan çağının gerisinde kalmış devletler gibi olacaktı. Günümüzde toplumların çimentosu demokrasi, adalet, insan haklarına saygı ve ilim zihniyetidir.

İşte bu seçimde sadece yerel yöneticileri seçmeyeceğiz bu ekonomik krize ve  ayrıştırıcı dile de bir şeyler söyleyeceğiz. Demokrasi ile otokrasi arasında da bir tercih yapacağız. CB sistemine geçilmesi ile birlikte iktidar tek bir kişinin eline geçmiş, hiçbir denetim mekanizması kalmamıştır. Oysa denetlenemeyen her güç sonunda yozlaşmakta, kuralsızlığı siyaset haline getirmektedir. Bu denetimsizlik yüzünden haftalardır  seçmen tehdit edilmekte, bazı adaylarla ilgili linç kampanyaları yürütülmektedir. İktidarı denetleyecek tek bir mekanizma kalmıştır: Seçim. Mesele bir partiye mensubiyeti, kişi ve grup çıkarlarını aşmıştır. Ya iktidar partilerine destek vererek bu sistemin daha da derinleşmesine katkıda bulunacağız yahut daha demokratik daha adil, daha barışçı bir siyaset için muhalefete yöneleceğiz. Yerel seçimlerde cevabını arayacağımız soru budur!