Hakkı teslim etmek yerine tarafımızın siyâsetine kurban oluyoruz. Beyinlerimiz kısa devre yapıyor. Farkında mıyız bilmiyorum, kalplerimiz kararıyor.

Deniz Çakır haberinin tam açıklığa kavuşmasını beklemeden ben de, ”içkili mekânda başörtü savunması” ifâdesini kullandım. Bu ifâdemi geri alıyorum. İçkili mekân denilen yer, Vakkorama’nın içindeymiş. Yâni alışveriş yapan birinin de soluklanmak için oturduğu bir kafe.

Bu memlekette hiç kimsenin, bir kafede oturan vatandaşı, değil sözle, bakışlarıyla bile, “Bunun burada ne işi var?” diye tâciz etmeye hakkı yoktur. Bu, ilkelliktir. Sanatçı müsveddeliğidir. Bir sanatçı, yaşadığı toplumun dinamiklerinden habersizse sanatçı müsveddesidir.

Vaka-i âdiyyeden diyebileceğimiz bir mesele, gereksiz yere büyüdü. Çünkü hem Deniz Çakır’ın yanındakilerin hem de Vakkorama çalışanlarının, tâciz edilen hanımlardan özür dilemiş olması önemlidir. Geriye, Deniz Çakır’ın özür dilemesi kaldı.

Maalesef seçim öncesi, politikacıların ve köşe yazarlarının kucağına nur topu gibi bir başörtü meselesi düştü. Bir taraf, “Kabataş yalanı” meselesine sığınarak olmadı diyor; diğer taraf, sanki başörtülü kızlar kafede dayak yiyip yaka paça dışarı atılmış gibi habercilik ve siyâset yapıyor.

Ortada bal gibi, “Bunlar, burada ne arıyor?” tâcizi var. “Kabataş yalanı” söylemleriyle Deniz Çakır’ı haklı çıkarmaya çalışmak, beyhûde gayret. El insaf! Yalansa Çakır’ın yanındakiler, niye başörtülü kızlardan özür diledi?

Bâzı yayın organlarına malzeme lâzımdı. Her gün uyduruk maaş zammı haberleri veya ekonominin iyiye gittiği müjdesi, nereye kadar idâre edebilirdi ki?

Konu yargıda. Kamera kayıtları incelenecek. Fakat ne zaman kamera kayıtları bahsi ortaya çıksa “Kabataş yalanı” ısıtılıyor ve Kabataş’daki kamera kaydı, delil olarak sunuluyor. Oysa ortada dakikası dakikasına, yakın çekim bir kamera kaydı yok ama tâciz edildiğini beyân eden; doktor raporu ve savcılık ifâdesi olan bir kadın var.

Her ne hikmetse koskoca Kabataş’ta, sâdece bir tâne kamera kaydı var. O da Kanal D’de yayınlandı. İnternette de var. İlk yayınlandığında bu kamera kaydını saniye inceledim. Kayıp dakikalar var. Fakat spiker öyle bir yönlendiriyor ki kimse kaydın eksik olduğuna dikkat etmiyor. Lütfen tekrar tekrar seyredin. “Kabataş yalanı” ifâdesini sakız gibi çiğneyen köşe yazarları da seyretsinler. Üstüne sosyolog Mualla Kavuncu’nun Hayko Bağdat’a hitâben yazdığı yazıyı da okusunlar. O da benim gibi delil diye sunulan videoya inanmamış. (Kavuncu, bunları yazdığında not almıştım. Şimdi aradım; yazı, internette yok. Kendisi hayatta. Yazıyı, aşağıda ek olarak sundum.)

Aklıma takılan bâzı sorular var.

Deniz Çakır’ın FOX TV’de dizisi başladı. Olay çığrından çıkmadan evvel, başörtülü kızlar hakkında sosyal medyada yayın yapıp reyting yükseltmek istemiş olabilir mi?

Bu genç kızlar, sıradan birisi tarafından tâciz edilseler gene de şikâyetçi olurlar mıydı?

Ece Erken, Beyaz TV’de, Deniz Çakır’ın lehinde öyle bir program yaptı ki Deniz Çakır bile şaşırmıştır. Peki Osman Gökçek aday yapılsaydı Beyaz TV, kimden yana olurdu?

Deniz Çakır gibi hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını bilmeyen bir densizin savunulmasından ne kadar rahatsız olduysam T. C. Cumhurbaşkanı tarafından muhâtap alınıp eleştirilmesinden de bir o kadar rahatsız oldum.

Çünkü beğenmediğimiz Temel Reis’in ıspanağının kilosu, bu hafta pazarda 8 liraydı. Bundan ne Vakkorama’da başörtülü görmek istemeyen Deniz Çakır’ın ne Edis konserinden çıkıp Çakırla aynı mekânda bilmem kaç liralık kahve yudumlayan başörtülü kızların ne de pazar yolu bilmeyen köşe yazarlarının haberi var.

Cumhurbaşkanımızın elbette haberi vardır. Başörtü sorununu çözdüğü ve beni, Deniz Çakır gibilerin karşısında özgürleştirdiği için müteşekkirim. Fakat artık, bir başörtülü bacısı olarak ve haddim olmayarak, sebze fiyatlarını, başörtü meselesinin önüne almasını tavsiye ediyorum.

...........

Mualla Kavuncu’nun Hayko Bağdat’a hitâben kaleme aldığı yazı:

“Taksim dışındaki gezi, hele de İstanbul dışındaki gezi, bizim burda havasını soluduğumuz geziden çok farklıydı. Gerçekten, başörtülü görünce kendini kaybeden bir gürûhun egemenliğine geçti çoğu yerde. Hadi Kabataş’taki olaya inanmayalım -ki ben inanmamıştım- o kadar çok başörtülü arkadaşım tacize hakarete uğradı ki. Ankara’da benim gibi düşünen, geziye destek olmak için onlara katılan başörtülü yeğenim, kendini neredeyse linçten zor kurtarıp bir dükkâna sığındı; yine de Taksim’deki çekirdeğin yanında yer almaya devam etti ve sâdece, ‘Ankara’da herşey çok farklı.’ demekle yetindi.

Gezide böyle gürûhlar vardı maalesef Hayko. O gördüğümüz, günlerce yaşadığımız hârikulâde ruhun üzerine titremek istesek de ona toz konduramasak da maalesef o ruh, sadece Taksim’deydi. Futbol holiganları, içkili genç erkekler, kadını meta gören zihniyet, gözü dönmüş kitle psikolojisi, herşey herşey yapar. Allah, hepimizi böyle bir gürûhun arasında kalmaktan korusun.

Zehra ne üstü çıplak deri eldivenli 80-100 kişiden bahsediyor ne de bu 80-100 kişinin üzerine işediğinden. Bazılarını öyle tanımlıyor, ‘kalabalık bir grup’ diyor, ‘Sanırım bir kaçı üzerime işedi; öyle hissettim.’ diyor. Yere düştükten sonra yerde olanları etrafları grupla çevrili olduğundan dışardan kimse göremez zaten; kameralar da göremez. Videoda da tramvay görevlileri, duraktakiler uzun uzun dikkatle bakıyorlar, orda ne oluyor anlamak için. Bu görülüyor. Peki bağırmadı mı Zehra? Grup bağırdığı için ve zaten tramvay, trafik gürültüsü de olduğu için bağırabildiyse bile duyulmamıştır ki sesi.”