Demokrasi insanlığın bulabildiği ve eski Yunandan beri geliştirmeye çalıştığı geliştirdiği ilerlemeyi öngören idare şeklidir.
Demokrasi siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla seçildiği temsilcilerinin elinde bulunduğu tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi olarak tarif ediliyor.
Antik yunan da başlayan roma da devam eden demokrasi arayışları 1265 de İngiltere’de Magna Carta (Büyük Sözleşme) ile ilk kez çok kısıtlı da olsa seçimli bir yetki paylaşımı yapıldı.
1788 ABD bağımsızlık bildirgesi hemen ertesi yıl 1789 Fransız ihtilalı, Fransız insan ve yurttaş hakları bildirgesi ile demokrasi batılı toplumlarda yükselen değer olmuştur ( ABD Bağımsızlık Bildirgesi’nin Fransız devrimine etkileri ayrı bir araştırma konusudur)
Batılı toplumlarda inişli çıkışlı ama sürekli yükselen saygı duyulan ve katkı yapılmak istenen demokrasinin bizdeki başlangıcı 1876 Kanun-İ Esasi olarak kabul edilebilir.
Osmanlıda 1876’da kişi başı milli gelir yaklaşık 600 dolar iken Batı Avrupa ortalaması aşağı yukarı 1550 dolar idi. Aradaki fark 150 yılda kapanacağına daha da açıldı. Bizde bu yıl itibarı ile kişi başı yaklaşık 9 bin dolar iken Batı Avrupa toplumlarında yaklaşık 50 bin dolar ortalamadadır.
Bu 150 yıldaki gelir yönünden ara açılmasının tek ve yegâne sebebi demokrasideki aramızdaki farktır.
1930’lar Dünyada “Diktatörler Çağı” olarak da nitelendirilir, ülkelerinde seçimle yönetime gelen yöneticilerin zamanla diktatörleştikleri görülmüştür.
Bu örmekler bizde de görülmüş cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ten sonra ülkemizde iktidara gelen İsmet İnönü kendisine “Milli Şef” payesini vermiş, sonradan vazgeçse de, o zaman devleti yöneten tek parti olan CHP’ye “ölene kadar” Genelbaşkan olacağını parti tüzüğüne yazdırmıştı. İnönü’den sonra iktidara gelen ve sloganı “Yeter Söz Milletin” gibi kapsayıcı demokrasiyi izah eden Demokrat Parti’de zamanla diktatöryal eğilimler göstermiş, muhaliflerine asimetrik orantısız devlet gücünü kullanmıştır.
İhtilal hükümetlerinden zaten bir demokratik tavır beklemezken, halen ülkemizi yöneten Ak Parti‘de de geldiği günden bu güne demokrasiden ne kadar uzaklaştığı, hatta ülkemizi tek adam yönetimine mahkûm ettiği vakadır.
Görülüyor ki siyasal iktidarlar zamanla totaliterleşiyor ve muhalefete tahammülleri azalıyor kendilerine muhalefet eden kesimlere acımasız davranabiliyor .
Ya muhalefet;
Tüm ülkelerde muhalefetler halka demokrasi vaat eder, bizde de öyledir ülkemizin muhalif partileri iktidara geldiklerinde özgürlüklerin önünü açacaklarını, kayırmacılığın olmayacağını, tüm yurttaşların eşit olacağını vaat ediyor.
Peki, muhalefet partilerimiz kendi iç yönetimlerinde demokratik davrana biliyorlar mı? Parti içi siyaset kanallarını tüm üyelerine eşit sağlıyorlar mı? Kendi parti içi muhalefetlerine kendilerine tanıdıkları hakları tanıyorlar mı?
Eğer demokrasi vaat eden muhalefet partileri kendi içlerinde bir demokratik ortam üretebilmişlerse anlayacağız ki, ülkeyi yönetirken de ülke sathında bir demokrasi gelişimi gösterebilecekler fakat maalesef öyle olmuyor.
Ülkemizin ana muhalefet partisi CHP il kongreleri sürecini yaşıyor.
Aslında seçilecek yönetimi tüm üyelerin seçmesi gibi bir uygulama getirmesi gerekirken standart delege yöntemi ile il yönetimlerini belirliyor İstanbul il yönetimini 677 rey verme hakkına sahip delege varlığının 448 reyi ile İzmir il yönetimini ise 658 rey verme hakkına sahip delege varlığının 254 reyi ile seçilmiştir.
Adı geçen illerin nüfus toplamı 20 milyon ve 20 milyon insanın karşısına CHP bir örgüt oligarşisi ile çıkıyor halk yok demokrasi hiç yok.
Gene muhalefet partilerinden olan ve gene kongre süreci yaşayan koptukları MHP’nin demokratik olmadığı (aslında doğru iddia) ve kendilerinin bir demokratik parti olacakları iddiasıyla kurulan İyi Parti’de önlerindeki siyaset alanlarının daraltıldığı ve siyasi tacizlere uğradığı iddiasıyla bir milletvekili istifa etti.
Bir partinin kendi kongre sürecinde adil ve eşit bir ortamı sağlamadığı iddiasıyla zaten sayısı kısıtlı olan bir milletvekili istifa ediyor.
İktidarın bir demokrasi niyeti yok muhalefetin ise bir demokrasi görüşü bile yok.
Bir derebeylik süreci yaşıyoruz.
Ve bu süreç bizi bir üçüncü dünya ülkesi haline getiriyor.