70'li yılların sonu,Manisa Ocak Başkan yardımcısıyım. Sıcak bir Temmuz akşamı. Ocak binasının bitişiğindeki binanın altında bağcılar kahvesi diye bilinen bir yer var. İnip akşam 20.00 haberlerini izleyeyim dedim. Ocağın altında da bir kaç dükkan,içlerinden biri bira'da satan bir büfe...
İndim, iki Elazığ'lı hemşerim büfenin önünde duruyorlar. Afişe etmemek için,birinin adına Fethi ötekine Hüsamettin diyelim.. Fethi tam bir mizah adamı. En trajik olaylardan bile gülünecek şeyler çıkarabilen biri. Kendince de biraz yol adamı. Ağır takılan tiplerden. 3-5 kişilik kafa dengi bir tayfası var. Yumurta topuk ayakkabıları,her gün ütülü pantolonuyla hepimizden farklı bir ülkücü.Bıyıklar desen, hilal. Kereta yakışıklı da.Arada bir güya kamufle olmak için yakaladığı bir sokak finosunun boynuna bir tasma geçirip,ucuz güneş gözlüklerini takarak Manisa sokaklarında turistler gibi arzı endam eder. Amacı, polisin üzerinde eylemci olmadığı kanaatini uyandırmaktır. O zaman da şimdi de en sevdiğim arkadaşlardan. Kafam bozulduğunda gecenin saat kaçı olursa olsun gider, uyandırır bir kaç laf eder, geri dönerdim. Her defasında tepkisi aynı olurdu,"kafayı mı yedin, saat kaç?"
Öteki hemşerim ise garibanın teki. Askerliğini Manisa'da yapmış, şehri sevince orada kalmaya karar vermiş,mobilyacı. Ocak'ta hemşerileri olduğunu duyunca,koşup geldi,yolumuz öyle kesişti. Bu kesişme ona o kadar pahalıya mal oldu ki, on bir yıl hapis... Bazen bunlar aklıma gelince, bizim kuşağın başını hiç secdeden kaldırmaması gerektiğini düşünürüm. Ama arkadaşların çoğu namazı- niyazı mahpushanede unuttu.
Neyse, bu kadar tasvir yeter,yanlarına gittim. Fethi'nin her zaman Türk-İslam davasına hizmet etmek için nevi şahsına mahsus fikirleri vardır. Bana emmi derdi, "emmi dedi gülerek, bir şey diyeceğim ama kızmak yok".Halbuki o ne söylerse söylesin ben gülerdim. Öyle bir üslubu vardı ki kızmak ne mümkün. "Yok dedim söyle kızmayacağım."Büfenin, camekanı dışarıda olan buzdolabını gösterdi. Camı iki kenarın birleştiği yerden üçgen şeklinde kırılmış,öylece kalmıştı. İçinde iki adet bira vardı. Emmi dedi tekrar," ben diyorum ki şu kırık camı çekip, bu biraları alalım.Ocağa çıkıp yarısını döküp,diğer yarısının üstüne üstüne bevl edip,tekrar getirip buzdolabına bırakalım." Eee öyle yapınca n'olacak? " N'olacağı var mı,yarın bu biraları içen tiksinir,içkiyi bırakır,iki adama içkiyi bıraktırmış oluruz." Git lan dedim öyle şey olur mu?" Ama içten içe de Fethi'nin bu komik fikrine güldüm.Aslında derdi kimseye içki bıraktırmak değil,eğlenmekti. Onları bırakıp hemen yan tarafta bulunan kahveye akşam sekiz (20.00) haberlerini izlemeye gittim. O zamanlar böyle renkli menkli televizyon yok. İkide bir görüntüsü kaybolan siyah beyaz televizyonlar var. Haberlerden önce 5-10 dakika reklamlar çıkıyor. Hiç unutmam, meşhur bir bira reklamı da çıkardı. Pos bıyıklı,kahve renkli bereli bir adam elinde bir bira şişesi ile çıkar,kapağını açar,şişeden soğuk olduğu imajını uyandıran buğular çıkar ve o pos bıyıklı adam bağırırdı;"Biracılar, bira bu kapağın altında." Bu reklamı o kadar çok izlemiştik ki artık ezberlemiştik. Haberleri beklerken yine o reklam çıkmasın mı?Yine mi, diye söylenerek kalktım, hemen bir kaç adım ötede, büfenin önünde laflayan Fethi ile Hüsamettin'in yanına gittim. Camı yana çekip çıkarın biraları dedim. Çıkardılar. Hadi ocağa dedim, beraberce çıktık. Önce Hüsamettin, tekrar yerine koyabilmek için biranın kapağını incitmeden açtı. Yarısını lavaboya döktü,tuvalete girip üstünü idrarıyla doldurdu. O çıkınca bu defa Fethi Bira şişesinin kapağını açtı, ama dökmek yerine bana dönerek, "emmi yazıktır, israf olmasın içeyim" dedi.? Dök lan dedim. İstemeye istemeye döktü. İçeceğinden değil beni kızdırmak için. Çünkü, o zamanlar bizim muhitte bir ülkücü içki içemezdi,Ocak anayasasına aykırıydı. Ama o günün sarhoşu bile bugünün İslamcısından daha imanlıydı. Fethi'de şişenin yarısını idrarıyla doldurup,kapağı kapadıktan sonra aşağı indik. Buzdolabının kırık camından biraları buzdolabına yerleştirdiler.Kırık cam eski haline getirildi. Fethi'nin tebliğ üsulüne göre görevin ilk aşaması tamamlanmıştı. Fethi, her zaman ki muzipliği ile Hüsamettin'e dönüp,"oğlum Hüsamettin, sabah 6 ile 9 arasında sen nöbetçisin.Uykuya muykuya kalma,sabah gel büfenin önünde bekle bakalım bu biraları kim içecek. Saat 9'dan sonra da ben nöbetçiyim.Oğlum dikkat et bir ülkücü içmesin." Fethi bir taraftan bunları söylerken bir taraftan da,emmi yarın bu biraları içen ne tatlı ne güzel bira diyecek diye dalgasını geçiyordu. Biraz dolaştık, sonra geç saatlerde ayrılıp evlerimize gittik.
Ertesi gün öğleye doğru Ocağ'a geldim. Fethi'nin gece rahat edemeyeceğini biliyordum. O mutlaka yaptığı işin sonuçlarını görmek isterdi. Sabaha kadar kendini biraları içenlerin yerine koyup eğlendiğine emindim. Daha Ocağ'a varalı bir kaç dakika olmuştu ki iki kafadar, kahkahalar ata ata geldiler. "Emmi dedi,Büfe'nin önünde bekledim. Ben geldiğimde biralar gitmişti.Kim içti, tadını nasıl buldu diye merak ederken, büfenin yanında ticari taksi çalıştıran taksicilerden biri geldi,Büfecinin boğazına yapıştı, sinkaflı küfürler savurarak,"ulan Neco, o nasıl biraydı lan. İçine mi işedin lan, çiş kokusu geliyordu." Ne çişi lan, sabah sabah daha Bismillah demeden içersen öyle olur,çiş kokusu senin ağzından geliyor." Emmi, o taksici bir daha bira içmez.İçtikçe burnuna çiş kokusu gelir." dedi. Sonra muzip bir şekilde Hüsamettin'e döndü,"Hüsamettin oğlum ilk eyleminde tarihe geçtin." Ben yine ne yumurtlayacak diye beklerken,Hüsamettin şaşkın şaşkın sordu;niye? "Niyesi var mı lan,herkes topla,tüfekle,tankla eylem yaparken, sen şeyinle eylem yaptın."
Bazen arkadaşlar niye hatıralarını yazmıyorsun diye soruyorlar.Ciddi konular arasında böyle şeylere ne sıra geliyor, ne aklımıza geliyor.Geçen gün Fethi'yi görünce unuttuğumu sandığım onlarca olay tek tek hafızamda canlanıverdi. Dedim, hadi bir tanesini yazayım.İyi mi ettim,kötü mü ettim ona da okuyucular karar versin. Biz hep kavga yapmamıştık,böyle muzipliklerimiz de oldu...