(Resulullah’a (sav) Hadis Diye İsnat Edilen İftiralar)

Başlıktaki ifadeye bakarak bizi hadis düşmanı ilan edecek “densizler” için başta bazı zaruri açıklamaları yapmak istiyorum.

Bir insan için en ciddi mesele din olmalıdır. Dini meselelerdeki ciddiyetsizlik ve ilim yoksunluğu insanı sapıklığa götürebilir. Dinden konuşanlar için en sağlam kaynak içinde asla şüphe olmayan ve yolunda gitmek isteyenler için hidayet rehberi olan Kur’an’dır. Resulullah (sav) ise Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiğini ve pratikte nasıl yaşandığını bize gösteren rehberdir.

Müslümanlar olarak, Resulullah (sav) ile ilgili konuşurken ve O’ndan bir söz naklederken çok dikkatli ve hassas olmak zorundayız. Çünkü Resulullah’ın (sav) hareketleri ve sözleri bizim için örnek alınacak en güzel kaynaklardır. Resulullah’tan (sav) nakledilen bir söz sebebiyle yanlış işler yapan insanlar zarar gördüklerinde ise kalplerinde O’na (sav) karşı bir soğukluk hissedebilirler. Bu ise çok ağır bir vebaldir. Bu açıdan kesin olarak Resulullah’ı (sav) ait olduğunu bilmediğimiz bir sözü hadis diye nakletmekten şiddetle sakınmalıyız. Zira Resulullah’ın (sav) bu husustaki ikazları çok şiddetlidir: “Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnat ederse Cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhari, İlim, 38)

Bu açıklamalardan anlıyoruz ki, Resulullah (sav) adına yalan söylemek çok büyük bir günahtır, haramdır ve Cehenneme girmeye sebep olur. Hadis diye uydurulan sözün hükümler, faziletler, korkutma veya müjdeleme vs. hususlarda olması neticeyi değiştirmez. İnsanları ibadete teşvik için hadis uydurulabileceği yönündeki sözler yanlıştır.

Uydurma bir sözü bilerek hadis diye nakleden kimse Resulullah (sav) adına yalan uyduran kimse hükmündedir. Bu hususta hadis külliyatlarında şu rivayetler yer almıştır:

“Kim, yalan olduğu bilinen bir sözü benim hadisim olarak naklederse o da yalancıların biridir.” (Müslim, Mukaddime, 1; Tirmizî, İlim, 9/2662; İbn-i Mâce, Mukaddime, 5/39; Ahmed, I, 112)

“Benden çok hadis nakletmekten sakının! Kim benim adıma bir şey söylerse sadece doğruyu söylesin! Kim, söylemediğim bir şeyi bana izafe ederse Ateş’teki yerine hazırlansın!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 4/35; Dârimî, Mukaddime, 25/243)

Hadiste otorite olduğu bilinen İmam Mâlik’in şu sözleri hadis hususunda nasıl titiz davranılması gerektiğine güzel bir ölçü olmalıdır:

“Hadis ilmini kimden aldığınıza dikkat ediniz. Şu Mescid-i Nebevî sütunları altında hadis anlatan yetmiş kişiye yetiştim. Onların tümü “Allah Resulü şöyle dedi, Allah Resulü böyle dedi” şeklinde rivayetlerde bulunuyorlardı. Ben onlardan hiçbir şey almadım. Oysa onlardan birine devlet hazinesi emanet edilse bu konuda kendilerine güvenilirdi.” (Hatib el-Bağdadî, el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, s. 159)

Büyük imam Ebu Hanife’ de hadis hususunda çok titiz davranmış ve hadis diye rivayet edilen metnin mutlaka Kur’an’la test edilmesi gerektiğini şu muhteşem sözlerle savunmuştur:

“Kim rivayet ederse etsin, hadis diye rivayet edilen bir sözün sahih olabilmesi için sadece ravilerinin sağlam olması o sözün hadis olmasını ispata yetmez. Bizzat hadis diye rivayet edilen metnin Kur’an’ın açık naslarına da (Muhkem ayetler) ters düşmemesi gerekir. Zira haşa Resulullah (sav) Kur’an’a aykırı bir söz söylemez.”

Hadisler hususunda hassas davranılması gerektiği ile ilgili yukarıdaki açıklamaları özellikle yaptım. Zira daha yazılanları okumadan peşin hükümle hemen tıpkı geçmişte İmam-ı Azam’ı hadis hakkındaki bu düşüncesinden dolayı “hadis düşmanı” olarak ilan edenlerin ekürileri günümüzde de mebzul miktarda bulunmaktadır. Bu tür taassup sahibi sözde okumuş cahil cühelanın varlığı beni böyle bir açıklamaya mecbur etti.

Bu mecburi açıklamalardan sonra hadis külliyatını okurken neden dehşete düştüğüm konusuna gelmeden önce Hadis âlimleri hakkındaki görüşümü de kısaca belirtmek istiyorum:

“Hadisleri derleyen âlimlerin niyetlerinin ne olduğunu ancak Allah (cc) bilir. Biz hüsn-i zan ederek onların iyi niyetle bu işi yaptıklarına inanıyoruz. Ancak kim olursa olsun insanların hata yapma ihtimalleri olduğu gerçeğini de unutmadan temkinli davranıyor ve İmam-ı Azam’ın Hadis hususundaki ölçülerine uyarak hadis diye nakledilen metinlerin Kur’an’a uyup uymadıklarını test etmekten de çekinmiyoruz. Kur’an’ın açık nasları ile çatışmayan rivayetleri kabul, Kur’an’ın açık nasları ile zıt olan ve çelişen rivayetleri ise kabul etmiyor ve ‘Bu sözler asla Resulullah’a ait olamaz.’ diyoruz.”

Meşhur hadis külliyatları içinde “Hadis” diye Resulullah’a (sav) isnat edilerek rivayet edilen öyle ifadeler var ki okuyunca ister istemez, “Yok ya, Resulüm (sav) bunları asla söylemez. Çünkü bu sözler hem Kur’an’ın muhkem ayetlerine hem de hayatın gerçeklerine uymuyor.” Demek zorunda kalıyorum.

Okuduğum hadis külliyatının Ehl-i Sünnetin kabul ettikleri Kütüb-i Sitte denilen 6 hadis kitabı ile ile Şia’nın kabul ettikleri Kütüb-i Erbaa denilen 4 hadis kitabı arasında da bir fark da görmedim. Zira ikisinde de aynı derecede dehşete düştüğümüz sözlerle karşılaşıyoruz.

Kütüb-i Sitte, (Altı hadis kitabı) “Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-i İbn Mace” isimli hadis kitaplarıdır. Şia’nın Kütüb-i Erbaa’sı (Dört Hadis Kitabı) ise “Küleyni’nin el-Kâfî, Şeyh Sadûk’un Men lâ yaḥḍuruhü’l-faḳī, Ebû Cafer et-Tûsî’nin Tehẕîbü’l-aḥkâm ile el-İstibṣâr” adlı hadis kitaplarını ifade eder.

Şimdi kimse, “Ehl-i Sünnetin veya Şia’nın kabul ettiği Kütüb-i Sitte ve Kütüb-i Erbaa isimli hadis kitaplarının içinde uydurma hadis yok, siz hadisi mi inkâr ediyorsunuz.” saçmalamasına girmesin. Çünkü bu eserlerde uydurma sözlerin Resulullah’a (sav) izafe edildiğini bizzat kendileri söylüyorlar.

Mesela Buhari’nin sahih diyerek kitabına aldığı hadisi Tirmizi veya Müslim sahih görmediği için kitabına almamış. Veya Müslim’in sahih dediği bir söze Buhari uydurma (mevzu) diyebilmiş. Yani bütün Hadis külliyatı içinde de bir tutarlılık olmadığını görüyoruz. Bu Şia’nın Kütüb-i Erbaa’sı içinde geçerli. Zaten Ehl-i Sünnetin hadis külliyatı olan Kütüb-i Sitte’nin kahır ekseriyeti Şia’nın 4 hadis kitabı sahih kabul edilmiyor. Şia’nın Kütüb-i Erbaa’sı da Kütüb-i Sitte yazarları tarafından kabul edilmiyor.

Kütüb-i Sitte’de veya Şia’nın Kütüb-i Erbaa’sında geçiyor diye bir söze, “Bu Resulullah’ın sözü olamaz.” Demek asla hadis veya Resul inkârı değil; aksine, “Bu söz Kur’an’a aykırı olduğu için asla Resulullah’a ait olamaz.” Demektir.

İmam-ı Azam’ın metin tenkidi üzerinden hadis diye rivayet edilen sözleri tahlile tabi tutması “hadisi vahiyle eş tutan gelenekçi zihniyet” tarafından kavranamadığı için Ebu Hanife, “Kâfir, Fasık, Sözüne güvenilmez, Mürcie, Hidayete davet edilen ama gelmeyen adam, vs.” gibi suçlamalara muhatap tutulmuştur. İmam-ı Azam fıkıhtan çok hadiste uzman olmasına rağmen Kütüb-i Sitte hadis derleyicileri ondan hiçbir hadis rivayet etmemelerinin altında bu ithamlar yatar. Hâlbuki İmam-ı Azam çok basit ama çok sağlam şöyle bir yöntemi savunmuştur:

“Hadis diye rivayet edilen sözleri Kur’an’a arz edelim. Kur’an’a uyuyorsa bu hadis olabilir diyelim. Kur’an’a uymuyorsa bu asla Resul sözü olamaz. Çünkü Resulullah (sav) asla Kur’an’a aykırı söz söylemez.”

Şimdi birileri, “Hadis külliyatında geçen her söz sahihtir ve vahiy gibidir.” Diye bir saçmalığı savunmaya kalkmasın.

O zaman onlara şu soruyu sorarım:

“Buhari’nin sahih olarak rivayet ettiği hadis mi vahiy, yoksa Müslim’in aynı söz için uydurma dediği hadis mi vahiy?”

Ehl-i sünnetin Kütüb-i sitte’de aktardığı hadisler mi, yoksa Şia’nın Kütüb-i Erbaa’sındaki hadisler mi vahiy?

Öyle ya birinin sahih dediğine diğeri uydurma diyor. Hiç uydurma bir söz (haşa) vahiy olabilir mi? Hiçbir beşer sözü vahiy olabilir mi?

Bu tür düşünenler herhalde vahyin ne olduğundan haberi yok diyeceğim ama aksine bunlar vahyi okuyup, sonra da eğip büken okumuş cahiller arasından çıkıyor.

Mesela bu tür Ehl-i sünnet âlim diye piyasada yıllarda her kesim tarafından alkışlanan Fetullah Gülen, “Hadisin Kur’an’ı ihtiyacından çok, Kur’an’ın hadise ihtiyacı vardır.” Gibi saçma sapan bir söz sarf etmiştir. Ancak bu söz sadece ona ait değil, gelenekçi hadisçilerin kabul ettiği ortak bir düşüncedir. Bu türden gelenekteki hurafelerle beynini örten bir ilahiyatçı bugün ortaya çıkıp rahatlıkla, “Bana beş yüz ayet getirseniz, ben Buhari’nin dediğine inanırım.” Diyebiliyor. Ya da başka bir ilahiyatçı, “Buhari ve Müslim yıkılırsa İslam çöker.” Safsatasını ilim zannediyor. Sanki İslam Buhari ve Müslim ortaya çıkana kadar geçen 200 senelik zaman diliminde yaşanmamış, İslam çökmüş gibi bir mantıksızlıktır. Malum Buhari ve Müslim Kur’an’ın inzalinden 200-250 sene sonra doğan insanlardır. (Buhari 238, Müslim 243, Tirmizi 260, Ebu Davut 256, Nesai 283, İbni Mace 263) Buhari, Müslim ve diğerleri yoktu da Sahabe, Tabiin, Tebe-i Tabiin’in yaşadığı İslam değilmiş gibi bir mantıksızlığı ileri süren bu zihniyetin tutarlı hiçbir şeyi yoktur.

Hadisçileri kendi devirlerinin şartları içinde değerlendirmek gerekir. Zira o dönemlerde şimdiki gibi bilgiye ulaşmak hiçte kolay değildi. Onlar kendi zamanlarında ellerindeki imkânları kullanarak piyasada hadis diye gezen milyonlarca sözün hepsinin hadis olmadığını ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi hadisçilerin de insan olduğunu ve hata yapabileceklerini her zaman nazara almak gerekir.

Bütün hadis derleyicileri kendi döneminin şartları dâhilinde piyasada hadis diye dolaşan milyonlarca sözü (Bunu kendileri söylüyor) süzgeçten geçirerek kendi hadis külliyatlarını oluşturmuşlardır. Kullandıkları eleğin ne kadar doğru olup olmadığını da yine kendileri birbirlerini nakzederek ortaya koymaktadırlar. Zira birinin eleğinden geçmeyen söz hadis diye kabul edilmezken diğerinin eleğine takılan söz hadis diye takdim ediliyor.

Yine kendi rivayetlerine göre Kütüb-i Sitte’de ismi geçen hadis derleyicilerinin yaptıklarının incelediğimizde karşımıza şu ilginç tablo çıkmaktadır:

Buhari, ulaşabildiği 600 bin rivayetten 2762’sini (% 0.46) hadis diyerek ve tasnif ederek kitabına almış, % 99.54’ünü almamış.

Müslim, ulaşabildiği 300 bin rivayetten 4348’ini (% 1, 449) hadis diyerek ve tasnif ederek kitabına almış % 98,551’ini dışarıda bırakmış.

Tirmizi, ulaşabildiği 300 bin rivayetten 3115’ini (% 1, 039) hadis diyerek ve tasnif ederek kitabına almış % 99,04’ünü hadis saymamış.

Ebu Davut, ulaşabildiği 500 bin rivayetten 4800’ünü (% 0,96) hadis diyerek ve tasnif ederek kitabına almış % 99.04’ünü, almamış.

İbni Mace, ulaşabildiği 400 bin rivayetten 4000’ini (% 1) hadis diyerek ve tasnif ederek kitabına almış % 99’unu, reddetmiş.

Nesaî, ulaşabildiği 200 bin rivayetten 4321’ini (% 1, 01) hadis diyerek ve tasnif ederek kitabına almış % 98,98’ini inkar(!!) etmiştir.

Bu açıklamalar Kütüb-i Sitte hadis derlemecilerinin kendi aralarında bir birlikteliğe varamamış olduklarını ortaya koymaktadır. Bir de buna Şia’nın dört temel hadis kitabı olan Kütüb-i Erbaa’sını katarsanız Resulullah (sav) hakkında kimlerin nasıl çelişkili sözler söylediğini rahatlıkla görebilirsiniz.

Ülkemizdeki Müslümanların çoğu kendini “Ehl-i Sünnet” olarak kabul etmekte ve “Kütüb-i sitte” deniler altı hadis derlemesinin (Diğer alt hadis kitaplarıyla beraber) Kuran’dan sonra en güvenilir kitaplar olduğuna inanmaktadırlar. Hâlbuki bu araştırmada da örnekleriyle göstereceğimiz gibi Kütüb-i Sitte’de geçen ve hadis diye bilinen bazı sözlerin Kur’an ayetleriyle çeliştiğine şahit olmaktayız.

Şimdi isterseniz Kur’an’a aykırı bu sözlerin (Hadis değil) neler olduğunu ve hangi ayete uymadığını beraberce inceleyelim.

Kur’an birçok ayette, “Mü’min kadınlar ve mü’min erkekler, iman eden kadınlar ve iman eden erkekler” gibi ifadelerle erkek ve kadın arasında iyilik ve kötülük yapma hususunda ayrım yapmazken hadis külliyatında var olan ve Resulullah’a (sav) isnat edilen sözlere göre erkek üstün varlık, iyilik ve takvada kadınlardan çok ileri, kadın uğursuz, dövülebilir ve erkeğe secde etmesi gereken bir aşağılık varlık olarak lanse edilir. Bu isnatlar ister iyi niyetle isterse kötü niyetle yapılmış olsun netice fark etmez. Resulullah (sav) asla Kur’an’a zıt şeyler söylemez. Nasıl söylesin ki; bizzat Allah (cc) böyle bir şey yaptığında şah damarından yakalayıp işini bitireceği tehdidinde bulunmaktadır.

“Eğer o Resul bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik.” (Hakka suresi, 44, 45, 46. Ayetler.

Bizzat Kütüb-i sitte içinde yer alan bir rivayette Hz. Aişe (ra) annemizin, “O yaşayan Kur’an’dı.” değimi ile Resulullah (sav) Kur’an’ın pratikteki uygulayıcısıdır ve asla Kur’an’a zıt fiil ve sözleri yoktur. Bu türden isnatlar Resulullah’a (sav) atılan en büyük iftiralardandır.

Bu kadar açıklamayı yeterli sayarak Kütüb-i Sitte’de Resulullah’a isnat edilen ve asla Kur’an’ın çizdiği inanç esaslarıyla uyuşmayan bazı rivayetleri beraberce inceleyelim.

KADIN UĞURSUZ MU?

Kütüb-i Sitte’de kadının uğursuz olduğuna ima ve işaret eden rivayetler vardır. Bunlardan ikisini örnek gösterelim:

(6616)– Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Bir şeyde uğursuzluk olsaydı, bu atta, kadında, evde olurdu.”(Buhari, Cihad 47, Nikâh 17; Müslim, Selam 119; Muvattâ, İsti’zân 21)

Bu rivayette uğursuzluk olsaymış, kadında, atta ve mesken de olurmuş deniyor! Bu rivayeti okuyan bir kadın “Neden erkekte olmuyor da kadında oluyor? Bu kadını aşağılamak değil midir? Resulullah (sav) böyle bir söz söyler mi?” diye bir soru sorsa nasıl cevap verilebilir ki? Zaten bu uydurma rivayetin altında bu kez ima ile değil direk kadının uğursuz olduğunu ifade eden rivayet de vardır.

(6617)- Salim’in babası Abdullah İbnu Ömer (ra) anlatıyor: “Uğursuzluk üç şeydedir: At, kadın ve evdedir.”( Kütüb-i Sitte, (6617) 630, 1995)

Hâlbuki Allah (cc) ayette açık biçimde uğursuzluk inancının müşriklere ait olduğunu açıklamaktadır:

“Onlara bir iyilik gelince, ‘Bu bizim hakkımızdır’ derler. Eğer kendilerine bir fenalık gelirse Musa ve onunla beraber olanları uğursuz sayarlardı. Bilesiniz ki, onlara gelen Allah katındandır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.” (Araf, 131)

Bu rivayet hakkında Hz. Aişe’nin görüşü sorulduğunda, “Kur’an’ı Muhammed’e gönderen Allah’a yemin ederim ki Resulullah böyle bir şey söylememiştir; o yalnız Cahiliye halkının kadınla, evle ve atla uğursuzluk oluşabileceği yolundaki inancını bildirdi.” cevabını vermiştir. Bu rivayette yine adı zikredilen hadis kitaplarında geçmektedir.

Yine aynı hadis kitaplarında Resulullah’ın (sav), “İslâm'da uğursuz sayma, kötüye yorma yoktur; en iyisi iyiye yormadır." (Buhari, Tıb, 54) buyurarak, bu zararlı anlayışın İslam'da bulunmadığı rivayet edilmektedir. Diğer bir hadiste ise şöyle söylediği rivayet edilmektedir: "Eşya da uğursuzluk yoktur, safer ayında uğursuzluk yoktur, baykuşun ötmesinde bir uğursuzluk yoktur." (Müslim, Selâm, 102)

Şimdi kendi içinde bile bir noktada birleşemeyen böyle rivayetlerin Resulullah’a (sav) ait olduğu söylenebilir mi?

Vahiy ile teyit edilmiş bir Resul (sav) böyle çelişkili ifadeler kullanır mı?

Bakın Diyanet’in hazırladığı ansiklopedi de bu hususta ne deniyor:

“İslâmiyet’in asıl ilkesi tevhittir. Hayır ve şer Allah’tan beklendiğine göre eşya kendi kendine uğurlu veya uğursuz olamaz; onun iyi kullanılması hayır, kötü kullanılması şer getirir. Kullanımdan kaynaklanan hataları nesne ve olaylara atfederek onları uğursuz kabul etmek doğru değildir. Ayrıca bir şeyi uğursuz sayma, dinin yanı sıra ilim, akıl ve gerçekle de bağdaşmamaktadır.” (TDV İslâm Ansiklopedisi, 42. cilt, s. 52)

KADIN VE EŞEK NAMAZI BOZAR MI?

Kütüb-i sitte Hadis külliyatındaki bazı rivayetlerde kadın ve eşeğin namazı bozacağı söylenmektedir.

2732)- Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Biriniz sütresiz olarak namaz kılarsa önünden geçtiği takdirde şunlar namazını bozar: Eşek, domuz, Yahudi, Mecûsi, kadın… Namazın bozulmaması için onun önünden, bunların bir taş atımlık uzaktan geçmesi yeter.”

Bir diğer rivayette şöyle denmiştir:

“Namazı, hayızlı kadın ve köpek bozar.”( Buhari, Salat 90, İlm 18, Ezan 161, Cezau’s-Sayd 25; Müslim, Salat 254, (504); Ebu Davud, Salat 110, 113 (703, 704, 715, 716, 717); Tirmizi, Salat 252, (337); Nesai, Kıble 7, (2, 64, 65))

(2743)- Ebu Zerr (r.a.) rivayet ediyor: Resulullah (sav.) buyurdular ki:

“Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; önünden geçtiği takdirde siyah köpek, kadın, eşek namazını bozar…”

Ebu Zerr’e dendi ki:

“ Siyahın, kırmızıdan, beyazdan farkı nedir?” Şöyle cevap verdi:

“Ey kardeşimin oğlu! Sen bana benim Resulullah’a (sav) sorduğum şeyi sordun.” Resulullah, “Siyah köpek şeytandır.” buyurdular.”( Müslim, Salat 265, (510); Ebu Davud, Salat 110, (702); Tirmizi, Salat 253, (338); Nesai, Kıble 7, (2, 63); İbn Mace, İkametu’s-Salat 38, (952))

İslam a özellikle kadın üzerinden yöneltilen saldırıların temelinde yer alan ve hadis diye rivayet edilen bu rivayetlere baktığımızda kadın eşek ve köpekle bir tutulmakta ve aşağılanmaktadır. Böyle bir sözün hadis olarak rivayet edilmesinin en temel yanlışı hadisçilerin ravilere ve isnada bakıp, cümleyi İmam-ı Azam metoduyla metin açısından incelememeleri ve tenkide tabi tutmamalarıdır. Kadının eşek ve köpekle bir seviyeye getirilmesi kadını yücelten ve adına bir sure (Nisa) olan Kur’an’ın genel hitabına aykırı olduğu açıktır. Çünkü Kur’an özellikle emir ve yasaklar konusunda asla cinsiyet ayırımı yapmamıştır.

Zaten yine aynı hadis külliyatında bu rivayetin yanlışlığını ortaya koyan başka rivayetler de vardır. Mesela, Hz. Aişe’nin (ra) bu rivayet hususunda şöyle söylemiştir:

“Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz. Vallahi, ben Resulullah’ı (sav) ile kıblesi arasında yatakta yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hâsıl olunca oturup onu rahatsız etmek istemezdim. Yatağın ayak tarafından sıyrılıp çıkardım.” (Buhari, Salât 99, 102, 105, 108; Müslim, Salât 269-271)

İmam Malik, Ebu Hanife ve İmam Şafii gibi mezhep imamları da dâhil olmak üzere âlimler yukarıda sayılan ve sayılmayan şeylerin namaz kılanın önünden geçmesi ile namazın bozulmayacağını söylemektedir.

Siyah köpeğin şeytana benzetilmesi de İslam’ın genel ilkelerine uymayan bir rivayet olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu rivayetten yola çıkan bazıları “Bütün siyah köpekleri öldürün.” Diyerek fetva vermiş ve hayvanları katletmişlerdir.

ERKEK KADINI DÖVEBİLİR Mİ?

Hadis külliyatındaki bazı rivayetlerde erkeğin kadını dövebileceği ve kadının da erkeğine asla “Neden beni dövdün” diye soramayacağı gibi ifadeler hadis diye rivayet edilmektedir:

(3299) “Erkeğe karısını ne sebeple dövdüğü sorulmaz.” [3299, Ebu Dâvud, Nikah 43, (2147))

Bu nasıl bir anlayıştır? Erkek karısını niçin dövsün? Erkeğe karısını niçin dövdüğü sorulmaz ise o zaman kadın da erkeği döverse sorulmasın?

Ayet açık biçimde kadın ve erkeklerin birbirlerine eziyet etmelerini yasaklamış ve bunun günah olduğunu belirtmiştir:

“Mü’min erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” (Ahzap, 58)

Kadını aşağılayan rivayetler bununla da sınırlı değil. Mesela başka bir rivayette, “Kocanın vücudu irin olsa, kadın da onu yalasa yine de hakkını ödeyemez.” (Müsned, V, 239) gibi insan hak ve hukukuna uymayan sözler hadis diye aktarılmış.

Yine aşağıdaki rivayetlerde kadın aşağılanmış ve adeta dolaylı olarak erkeğe secde etmesi istenmektedir:

“İnsanın insana secde etmesi uygun olsaydı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” (3293, Tirmizi, Radâ 10, (1159)

“Erkeklere kadınlardan daha zararlı fitne bırakmadım.” [3308, Buhari, Müslim, Tirmizi] Bkz. Kur’an-4/1 49/11)

“Kadınların akılları kıt ve dindarlıkları eksiktir.” (3307, Ebu Davud, Müslim, Buhari, İbnu Mâce)

“Cehennemdekilerin çoğu kadınlardır.” (5374, Buhari, Müslim, Nesai, Muvatta, İbn Mace] [2075, Buhari, Müslim]

“Ey kadınlar, sizler cehennem odunusunuz.” [3039, Buhari, Müslim, Ebû Dâvud, Nesai)

İnzal olduğu dönemde kadının aşağılandığı Arap toplumunda kadına değer vererek yükselten İslam dininin Resulü (sav) hiç böyle şeyler söyleyebilir mi?

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.“ (Hucurat, 11)

KIZ ERKEK ÇOCUK AYRIMI VAR MI?

İslam kız ve erkek çocuk ayrımı yapar mı? Hadis külliyatındaki bazı rivayetlerde erkek çocukları yüceltilirken kız çocukları aşağılanmaktadır. Soyu kızı Fatıma’dan (ra) devam eden Resulullah (sav) böyle rivayetlerde bulunur mu? Bunu akıl sahibi kimse bulunur diye cevaplayamaz.

Kütüb-i Sitte’de kız çocuklarını aşağılayan ve erkek çocuklarını yükselten şu tür rivayetler mevcuttur:

(3506)- Ümmü Kays Bintu Mihsan (ra) anlatıyor: “Ben, henüz yemek yemeyen küçük bir oğlumla Resulullah’a (sav)’a gitmiştim. Varınca, çocuğu kucağına oturttu. Derken çocuk elbisesine akıttı. Su getirtip elbisesini serpti, fakat yıkamadı.”

(3507)- Lübâbe Bintu’l-Hâris anlatıyor: “Hz. Ali’nin oğlu Hasan (ra), Resulullah’ın (sav) kucağında idi, elbisesine akıttı. Ben atılıp:

“Ey Allah’ın Resulü, yeni bir elbise giy. İzârını da bana ver yıkayayım!” dedim. Cevaben:

“Kız çocuğun idrarı olsa yıkanırdı; ancak erkek çocuğun idrarı su çilemek suretiyle temizlenir!” buyurdular.” (Ebû Dâvud, Tahâret: 137, (375); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/336.)

Çocuklar arasında erkek ve kız ayrımı yapanlara dersini veren şu ayet ne muhteşemdir:

“Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir!” (Nahl, 58)

Kız çocuklarını ikinci plana iten rivayetler arasında kurban kesme meselesi de vardır. Bu husustaki iki rivayeti kısaca aktaralım:

[3970]- Ümmü Kürz (r.anha)’dan rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Oğlan çocuğu için birbirine denk iki kurban, kız çocuğu için bir kurban kesmek gerekir. (Kurbanlığın) erkek veya dişi olması farketmez.” (Ebû Davud, Edâhî 21, (2834, 2835,2836); Tirmizî, Edahî: 17, (1516) Nesâî, Akîka 3, (7, 165)

Hz. Aişe (r.a.)’den şöyle rivâyet edilmektedir.

“Resul-i Ekrem (s.a.s.} bize erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir koyun “akîka” olarak kurban etmemizi emretti.” (İbn Mâce hadis no: 3163, Zebâih, no: 1515).

Kurban hususunda kız erkek çocuk ayrımı yapan hadisleri uyduranlar Resulullah’ın kendi söylediğine zıt hareket ettiğini gösteren şu rivayeti de “hadis” diye aktarmaktadırlar:

Abdullah İbnu Abbâs (ra) anlatıyor:

"Resulullah (sav), torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için, akîka olarak BİRER KOYUN kurban etti." (Ebû Dâvud, Edâhî 21, (2841)

Bu rivayetçilere göre Resulullah (sav) kendi sünnetine bile uymamış ve erkek torunları için birer koyun kurban etmiştir!

RAHMET PEYGAMBERİ ÇOCUĞA BEDDUA EDER Mİ?

Hadis külliyatı içinde Resulullah’ın (sav) çocuklara hem beddua etmeyin dediği hem de beddua ettiği ve bu sebeple çocukların sakat kaldığı gibi çelişkili rivayetler vardır.

Baştan şunu ifade edelim ki, rahmet elçisi olan bir Resul’ün çocuklara beddua etmesi asla kabul edilemez ve bu Resulullah’a yapılan en büyük iftiralardan biridir.

Zaten Hadis külliyatı içinde çocuklara beddua edilmemesi hususunda şu rivayet de yer almaktadır:

“Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd 74. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 27)

Sevgi ve rahmet elçisi Resulullah (sav) hem kendi çocuk ve torunlarına karşı şefkat ve içtenlikle davranan bir baba ve dede hem de diğer çocuklara karşı olan sevgi ve hoşgörüsü bilinen örnek bir şahsiyettir.

"Resulullah namaz kılarken hırçın bir çocuk önünden geçti. Resulullah, 'Allah'ım onun ayağını kes.' demiş. Ondan sonra çocuk bir daha yürüyememiş, öyle kalmış, hırçınlığının cezasını bulmuş."(Sünen-i Ebu Davut)

Rivayetin başka bir versiyonu ise şöyle:

“Said bin Gazvan hac dönüşü Tebük'e gelmişti. Bir de ne görsün; yere oturtulmuş sakat bir adam duruyor. Yanına yaklaştı, niçin bu hâle düştüğünü sordu. Sakat adam şöyle dedi:

"Sana bir hadis haber vereceğim, fakat ben sağ oldukça benden duyduğunu kimseye söylemeyeceksin:

"Resulullah Tebük'e geldiğinde bir hurma ağacının önüne inmişti. 'Şu ağaç bizim kıblemizdir.' buyurdu. Ve hurma ağacına dönerek namaza durdu. Ben daha o zaman çocuktum. Koşarak geldim. Sütre olarak duran hurma ağacı ile onun arasından geçtim. Bunun üzerine Resulullah: 'O bizim namazımızı kesti, Allah da onun ayağını kessin.' dedi. O günden bugüne kadar ayağa kalkamaz oldum.” (Ebû Dâvud, Salât: 110)

Buna benzer daha farklı güya Resulullah’ın (sav) çocuklara beddua ettiğine dair rivayetler hadis külliyatı içinde yer almaktadır.

Kendi torunları namazda sırtına çıktığı için onları incitmeme adına namazı uzatan bir elçinin başkasının çocuğu önünden geçti diye beddua etmesini iddia etmek her şeyden önce başta Resulullah’a (sav) iftiradır ve ihanettir.

Burada sadece birkaç örnek vererek meselenin mahiyetini özetlemiş olduk. Hadis külliyatında bu türden örnekleri yüzlere çıkarmamız mümkündür. Bu ve benzeri rivayetlerin Kur’an’ın anlattığı Resul profiline asla uymadığını bir kez daha ifade ediyorum. Tarih boyunca Resulullah’a (sav) isnat edilerek hadis kılığına sokulmak istenen rivayetlerin mahiyetini geniş şekilde öğrenmek isteyenler uydurma hadislerle ilgili yapılan çalışmalara bakabilirler. Özellikle günümüzde yapılan bir çalışma olan ve Harun Ünal tarafından hazırlanan 6 ciltlik “Uydurma Hadisler” isimli eseri tavsiye ediyorum. Zira bu eser şimdiye kadar uydurma hadisler konusunda tüm kaynak eserlerin bir özeti mahiyetindedir.

Resulullah (sav) bize Kur’an’ı getiren elçidir. Elçilerin görevi Allah’tan aldıkları vahye bir şey ekleme veya bir şey çıkarmadan olduğu gibi insanlara anlatmaktır. Zaten Kur’an bu hususta Resulleri tehdit ederek, “Eğer Bizim sana verdiğimizi anlatmazsan seni şah damarından yakalarız.” Demiştir.

Resulullah’a (sav) ait olmayan bir sözü ona isnat etmek en azından bir iftiradır ve bunu yapanların ahirette ne ile karşılaşacaklarını tahayyül bile edemiyorum.