2020 yılına hem dünya hem de ülke olarak iyi bir giriş yapmadık. Bir yandan virüs belası tüm dünyayı etkisi altına alırken, bir yandan da ülkemizde yaşanan deprem ve çığ felaketi maalesef nice canların yitirilmesine sebep oldu. Buna bir de geçtiğimiz günlerde İdlib’de verdiğimiz şehitlerimizi eklersek nasıl zor günler geçirdiğimizi anlayabiliriz.
2011’de başlayan Suriye iç savaşı sonrasında topraklarının birçoğunu muhalif gruplara kaybeden Esad, son yıllarda Rusya’nın ve İran’ın güçlü desteği sayesinde kaybettiği topraklarının birçoğunu geri alarak şu an ülkenin ¾’üne hâkim duruma geldi. Hamisi ABD olan PYD/SDG güçlerinin kontrol ettiği Fırat’ın doğusunu saymazsak, Suriye rejimi adım adım amacına doğru yürümektedir.
Gelelim İdlib meselesine...
İdlib neden önemli?
Öncelikle stratejik konumu itibarıyla baktığımızda bu kent, Suriye’nin kuzeybatısında Hatay’a komşu ve 130 km sınıra sahiptir; kuzeyinde, TSK’nın Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı sayesinde kontrol ettiği Afrin bulunuyor. Ayrıca Suriye’nin liman kenti olan ve Rusya’nın donanmasının bulunduğu Lazkiye’ye komşu olması, bölgede ticaretin sağlandığı en önemli yollar olan M4 ve M5 karayolunun da bu vilayetten geçmesi İdlib’in önemini göstermektedir. Türkiye’nin buradaki çekincesi, bu şehirde yaşayan hâlihazırda 4 milyona yakın Suriyelinin yaşanan çatışmalardan dolayı birçoğunun evsiz kalması ve Türkiye için yeni bir göç dalgasını doğurması ihtimalidir. Türkiye’nin bir diğer endişesi de idlib’in Suriye rejimine geçmesinin ardından hemen kuzeyinde bulunan Afrin’in Esad güçleri tarafından kontrol edilmesi ihtimalidir.
Esad rejiminin, Rusya ve İran desteğiyle güç toplamasının akabinde muhaliflerin elinde olan son vilayete yani İdlib’e doğru yürüyüşü hız kazanmıştır. Türkiye Astana anlaşması çerçevesinde burada 12 gözlem noktasına sahiptir. Fakat bu anlaşma çerçevesinde Rusya’nın Türkiye’den beklediği aksiyon, muhaliflerin ve terörist örgüt olan El Kaide uzantılı Tahrir El- Şam’ın bu bölgeden el çektirilmesi ve İdlib’in güvenliğinin sağlanması idi; çünkü bu terör örgütü, İdlib’in neredeyse tamamını, kent merkezini ve vilayetin kuzeyini kontrol etmektedir.
Türkiye’nin en başından beri gayesi, Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması ve bu devlet sınırları içerisinde yer alan terörist grupların etkisiz hale getirilerek, güvenli sınır politikasını icra etmekti. Burada şimdi bir tezatlık oluşuyor. Hem Suriye’nin toprak bütünlüğünü istiyoruz hem de Suriye rejiminin kaybettiği bölgeleri tekrar kontrol etmesine şüphe ile yaklaşıyoruz.
Verdiğimiz şehitler için ABD ülkemize taziye mesajı gönderiyor, NATO Rusya ve Suriye’yi çatışmayı durdurması için uyarıyor. Rusya’dan ise şehitler için herhangi bir mesaj alamıyoruz! Rusya ile de ipler gerildi!
Hep söylendi sürekli söyledik. Bizi Suriye bataklığına çekmek istiyorlar diye, maalesef çamura saplandık.
Neyse devam edelim.
nokta itibarıyla Türkiye’nin ABD ve Rusya arasında yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal misali arada kaldığı bir gerçektir. ABD, İdlib’de bulunan muhalif grupları dolaylı yoldan finanse edip silah desteği sağlarken, Esad rejiminin bu vilayeti kontrol etmesini önlemeye çalışmaktadır. Maalesef Türkiye de ABD’nin amacına paralel bu bölgedeki muhalif unsurlara çok müdahalede bulunmamaktadır. Hâlbuki yukarıda da bahsettiğim gibi Türkiye’nin amacı, Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması yönünde idi. Niyet ile icraatın maalesef örtüşmediği aşikârdır. Rusya ile anlaşmazlığın da bu sebeple açığa çıktığını söyleyebilirim.
Rusya Astana anlaşması çerçevesinde, bu bölgede bulunan radikal gruplarla ılımlı grupların birbirinden ayrılması noktasında Türkiye’nin daha fazla rol üstlenmesi gerektiğini açıklamasına karşın, son tahlilde Rusya, Türkiye’nin aldığı sorumluluğu yerine getirmediğini ifade etmektedir. E haliyle Rusya’dan güç bulan Suriye rejimi de TSK’nın gözlem noktalarına yaptığı asker sevkiyatı sırasında konvoyumuza saldırıyor ve maalesef İdlib’e bağlı Serakib kırsalında 13 şehit veriyoruz.
Bunu noktada, şunu sormak hakkımızdır diye düşünüyorum. 2011’de başlatılan Suriye iç savaşında Türkiye bu ülkenin iç işlerine müdahil olarak ne elde etti? Ne kazanmayı hedefliyordu ve ne kazandı?
Bundan sonra ne mi olmalı?
Türkiye’nin ivedi olarak Rusya ile gerilen ilişkileri düzelterek bu devlet öncülüğünde diplomasi yolunu elden bırakmadan Suriye devletiyle uzlaşma yolunu düşünmelidir. Çünkü Türkiye, haklı olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü önemsiyor, dolayısı ile kendi güvenliğine ve 4 milyonu bulan mülteci sorununa çözüm arıyorsa bu işi Suriye ile görüşerek sağlamalıdır. Nitekim Esad hâliyle BM tarafından da meşru görülen Suriye Arap Cumhuriyeti’nin devlet başkanı, yani uluslararası alanda tanınan bir devletin… Libya’nın BM tarafından meşru olarak tanınan Serraj hükümeti ile doğrudan konuşabiliyor ve antlaşmalar imzalayabiliyorsak aynı şekilde neden 911 km sınırımız, tarihi bağlarımız olan ve BM tarafından meşru olarak tanınan, zamanında aramızdan sular sızmayan Suriye Arap Cumhuriyeti ile görüşmüyoruz? ABD mi istemiyor acaba bilemiyoruz!
Son olarak, Suriye ve İdlib krizinin çözümü güçler dengesi gözetilerek çözülmeli, uluslararası ilişkilerde ‘dostluk yoktur çıkarlar vardır’ prensibini işleterek hareket etmeliyiz. Diplomasinin en üst seviyede işletilmesi sağlanarak bir an önce Rusya ve dolayısıyla Suriye ile bir çözüme gidilmelidir. Aksi halde daha fazla gözyaşı dökmek, daha fazla şehit vermek bu çamurun içinde hiçte imkânsız değildir.
Ebedi şefimize hürmeten… Yurtta sulh, cihanda sulh