Müslüman ülkenin başkenti ve en büyük şehri olan Dakka’ya indiğimde nelerle karşılaşabileceğimi buraya gelmeden önce az çok öğrenmiştim. Uçaktan iner inmez nemli ve biraz da boğucu bir havanın beni karşılaması az da olsa rahatsız etmişti. Türkiye’nin yarısı kadar yüzölçümüne sahip olmasının yanında bu ülkenin nüfusunun ülkemizin iki katından fazla olması, ne kadar kalabalık bir toplulukla karşılaşacağıma bir işaretti.
Caddeler ve yollar o kadar kalabalık ki, Korona adeta kendine yer açmakta zorlanıyor. Genelde trafik ışıklarının olmadığı yollarda ve caddelerde arabaların, otobüslerin birbirlerine değerek geçmesi ve şoförlerin de bu duruma hiç aldırış etmemesi beni gerçekten şaşkına uğratmaktı. Hiç kesilmeyen korna seslerinin ayyuka çıkması zaman zaman başımın ağrımasına neden oluyor, o esnada yanımdakiyle konuşamaz duruma geliyorum.
Muson yağmurları durmaksınız yağıyor bardaktan boşanırcasına gece gündüz. Güneş kendini göstermekten imtina ediyor, saklıyor durmadan ışığını yaramazlık yapmış utangaç çocuk misali. Yağan yağmurdan sonra zaman zaman koyu griye çalan pamukların arasından yüzünü göstermeye çalışan ateş topu, bir anlık da olsa huzur bulmama sebep oluyor bu ülkede. Güneşi nadiren gördüğüm zamanlarda yanı başımda Cox’s Bazar şehrinin Hint okyanusuna açılan dünyanın en büyük kesintisiz (150 km) sahilinde yürüyüş yapmak ve burada güneşin batışını izlemek, bu ülkede yaşayabileceğim ve görebileceğim en güzel anların, doğa harikasının başında geliyor.
O güzelim sahilin maalesef ki çöplere ev sahipliği yapması ise beni derinden sarsan şeyler arasında yerini alıyor. “Atmayın o çöpleri yazık etmeyin bu güzelim doğaya, çevreye” demek istesem ne faydası olacak ki!
anlamayacaklarını, bir şekilde artık bu tutum ve davranışların değişmeyeceğini tahmin ediyorum. Böyle gelmiş böyle gider gibi bir durum var burada. Ben yine de güneşin portakal rengiyle bu sahile veda edişini hayranlıkla izlemeye devam ediyorum. Bir daha ne zaman görürüm onu bilemiyorum. Herhalde birkaç ay sonra muson mevsimi - yağmurları- bittikten sonra olsa gerek... Muson mevsimi diyorum, çünkü burada Türkiye’de ki gibi dört mevsim göremiyorsunuz. Muson mevsimini de eklersek beş mevsime sahip bir ülke oluyor Bangladeş.
Şehir içi ulaşım araçları genelde “tomtom” denen motorlu üç tekerlekli araçlarla ve bunun yanında yine üç tekerlekli bisikletlerle yapılmaktada. Bisikletin arkasına en fazla iki kişiyi alabilen sürücü, bitap bir halde yolcuları varacakları yere ulaştırmaya çalışıyor; bacak kaslarının güçten kesildiği anda bisikletinden inip yolcuları çekmeye başlayan sürücü, gücünü topladığı zaman tekrar oturuyor seleye ve yoluna devam ediyor. Yolların asfalttan çok uzak olduğu bu ülkede insanlar genellikle ya terlikle ya da yalın ayak çamurlara bata çıka yürüyorlar. Çok farklı alışkanlıklara sahip olduklarını görüyorum. Yağmur altında çamur içinde top oynamaya çalışan çocukların yüzü yine de tebessüm etmeye devam ediyor. Çocuk her yerde çocuk misali.
Ülke genelde yağışlı ve nehirleri bol olduğundan dolayı insanlar burada pirinç ekimine ağırlık vermiş durumda. Zaten nereye misafir olsanız, hangi restauranta gitseniz menüde muhakkak ki pilav çeşitlerini görür, farklı farklı çeşitlerini yiyebilirsiniz.
Fakat yerken dikkat edin lütfen çatal kaşık istemeye, yoksa geleneksel olarak elle yemek yeme alışkanlığı kazabilirsiniz.
Pilavı elle yemek mi? Hoş bir görüntü olmadığını söyleyebilirim. Bu arada sıkça karşılaştığım bir şey ise erkeklerin geleneksel olarak giydikleri eteğe benzer yerel ismi ile “Lungi” giymeleridir. İskoç erkeklerinin giydiği geleneksel etekten biraz daha uzun olduğunu söyleyebilirim. Başımı nereye çevirsem bu etekleri giyen erkekleri görebiliyorum.
Bambudan veya basit malzemelerden yapılmış derme çatma dükkânlarda satışa sunulan ürünler, mallar görmeye alışık olmadığım türden.
Çöp yığınlarının yanına kurulmuş ve hijyenden uzak eczanelerde satılan sağlık ürünlerini almak zorunda kalan insanları gördükçe bir şeylerin değişmesi gerektiğini kuvvetle hissediyorsunuz.
Aynı şekilde çeşmesi olmayan tek bir havuzdan onlarca kişinin abdest aldığını gördüğümde, ülkemize ve insanlarımıza bir kere daha içtenlikle bağlandığımı söyleyebilirim.
Yaptıkları bu uygulama “temizlik imandan gelir” sözünün burada pek geçerli olmadığına işaret ediyor.
Birçok olumsuz fiziki şartlara rağmen bu ülke insanlarının ülkemize ve bizlere duydukları yakınlık ve sıcaklık beni mutlu etmeye yetiyor. Nerede bir Türk görseler fotoğraf çektirmek için sıraya giriyorlar. Bunun sebebi aslında Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nda göstermiş olduğu direniş ve Türkiye’ye duydukları bağlılık ve saygıdandır.
Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın da halk nezdinde sevilmesi ve kendisine saygı duyulması, bu ülke için yaptığı yardım ve faaliyetlerle eş değerdir. Ne de olsa Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na ve halkına duyulan sevgi ve saygı hepimiz için gurur kaynağı olsa gerek.
Kemal Atatürk burada...
Hindistan-Pakistan savaşı bittikten sonra, Bangladeş’in 1971 senesinde Pakistan’dan ayrılması ve Bangladeş halkının, idaresinin vermiş olduğu özgürlük mücadelesi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kurtuluş Savaşı’nda göstermiş olduğu mücadeleye benzetilmesinden dolayı, Bangladeş halkı ve idaresi Atatürk’e büyük sevgi ve saygı göstermektedir. Onun düşüncesi ve askeri başarıları kendilerine bağımsızlıkları yolunda bir meşale olmuştur. Bu sebeple, Mustafa Kemal’e duydukları saygıya kanıt olarak da Dakka (Başkent)’nın en güzel caddelerinden birisi olan Bonani’de ki bir caddeye “Kemal Atatürk” ismi verilmiştir. Vatanımızla, insanlarımızla, Devlet erkânıyla, tarihimizle ve cennet ülkemizle ne kadar iftihar etsek azdır.
Bangladeş’ten canım ülkeme sevgilerimle ve saygılarımla.