ÜLKELERİ ANLAMAK YAZI DİZİSİ - 1

Suudi Arabistan sanıldığı gibi İngiltere’nin planladığı ve kurduğu bir devlet değil. İngilizlerin hedefi Arap yarımadasını param parça etmekti. Kendisiyle iş birliği yapan bütün büyük aşiretleri devletleştireceklerdi. Nitekim yarımadanın Osmanlıdan sonraki haritasına bakıldığında onlarca emirlik olduğu görülür.

Bu emirliklerden en güçlü olanı, savaş sırasında İngiltere’yle Osmanlı’ya ihanet etmeyi içeren anlaşma imzalayan Hicaz’dı. Anlaşmaya göre savaştan sonra Hicaz Emiri Şerif Hüseyin; Hicaz, Geniş Suriye (Ürdün, Filistin, Lübnan, İsrail ve Suriye) ve Irak’tan oluşacak olan Arap İmparatorluğunun kralı olacaktı.

İngilizler bu anlaşmayı Şerif Hüseyin’i ve ona bağlı olan aşiretleri isyana teşvik etmek için imzaladılar. Uygulamak gibi bir niyetleri yoktu. Zira SYKES-PİCOT anlaşmasına göre Irak ve Geniş Suriye’yi Fransa ile bölüşerek sömürgeleştireceklerdi. Yahudilere Filistin’de bir devlet sözü vermişlerdi.

Şerifin bir oğlu önce Suriye’de, Suriye halkı isyan edince Irak’ta kral yapıldı. Diğer oğlu kral olabilsin diye tarihte hiç olmayan bir ülke, yani Ürdün üretildi. İngiltere, ‘’İngilizler verdiği sözleri tutar’’ imajı oluşsun diye yeni formüller üretse de Şerifi memnun edemedi. (Sözde devletlerin başına halktan kopuk insanların getirilmesi Londra’nın işine geliyordu. Zira halk desteği olmayan zayıf yöneticiler iktidarlarını sürdürmek için İngilizlerle anlaşmak zorunda olacaklardı. (Aynı o devirdeki Mısır gibi) Ayrıca Şerifler Peygamberimizin soyundan geldiklerinden İngilizler için kullanışlıydılar.) Kandırıldığını düşünen Şerif Hüseyin her şeye itiraz eden, sürekli talepte bulunan bir soruna dönüşünce Londra planlarını değiştirdi ve Suudilerin önünü açtı.

Suudiler, 18. Yüzyılın başlarında, yani ailesi tarafından dışlanan Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab sığındığında, Doğu Arabistan çölünde ki Necd bölgesinde, Derriye kasabasını ve çevresini kontrol eden çok küçük bir emirlikti. Onlar Şeyhe sığınacağı bir yer ve fikirlerini yayma imkanı verdiler. Şeyh ise onlara tekfirci düşüncelerini kullanarak güçlenme ve zenginleşme fırsatı sundu.

Abdulvehhab, İslam’ı şekli olarak algılıyor ve farklı algılayanların kafir olduğunu yani dinden çıktığını savunuyordu. Dinden dönenlerin malları ve mülkleri Müslümanlara helaldi. Kendileri, eşleri ve çocukları öldürülebilir ya da köleleştirilebilirlerdi. Bu ideoloji Suudiler için eşsiz bir hazine değerindeydi. Şeyhin ailesiyle Suudi ailesi evlilikler yaparak bütünleşti. Emirliğin Suudilere, dini liderliğin Abdulvehhab’ın soyundan gelenlere ait olduğu, Suudi Arabistan’ın bugünlere gelmesine vesile olan bütünleşme bugünde sürmektedir.

Çöl insanlarının en büyük gelir kaynağı yağmacılıktır. Kervanları yağmalarlar, kervanlardaki insanları köleleştirerek satarlardı. İslam bunu yasakladı. Dönem cihat ve fetih ağırlıklı olduğundan ve kazanılan zaferler bol ganimet anlamına geldiğinden, çöl insanları bu yasağı sorun etmediler. Fakat fetihler bittiğinde, çöllerde kalan aşiretler fakirliğe mahkum oldu. Kimisi yağmacılık yaptı kimisi geçiş ücreti ve su parası adı altında kervanlardan haraç aldı kimisi de develerden, hurmadan ve keçilerden elde ettikleriyle yaşamını sürdürdü.

Abdulvehhaab’ın, kendisine inanlar dışında, herkesi dinden çıkmış kabul eden anlayışı bu nedenle kısa sürede çöllerde ve fakir bölgelerde yaşayan Araplar tarafından benimsendi. (İslam’ın ilk yıllarında yine çöl insanları tarafından benimsenen Haricilikte tekfirci ve dolayısıyla yağmacı ve yıkıcıydı. Haricilerde İslam’ı şekli olarak algılıyorlardı.) Vehhabiler ordular kurup şehirlere saldırmaya başladılar. Kerbela’yı, Necef’i, Mekke ve Medine’yi defalarca yağmaladılar. Zenginleştiler. Güzel kadınları cariyeleri, erkekleri köleleri yaptılar. O kadar güçlendiler ki Osmanlı ordusu Vehhabilerle başa çıkamayınca Kavalalılar isyanı bastırmakla görevlendirildi. Kavalalılar isyanı bastırdı. Suudi emiri ve reşit çocukları İstanbul’da idam edildiler. Ortalık yatıştı.

Suudi ailesi önce Mısırda sonra Kuveyt’te uzun süre kendi halinde yaşadı. Çok hırslı olan Suudi Arabistan’ın ilk kralı Abdülaziz Osmanlının zayıflamasından da istifade ederek memleketine döndü ve hüsnü kabul gördü. Zira Suudi devri altın dönem olarak hatırlanıyordu. Abdülaziz yine ordular kurdu fakat çöl yağmacılığı yapmadı. Çevredeki emirlikleri teker teker yenerek bertaraf etti ve devletini büyüttü. Halkını ganimetlerle zenginleştirdiğinden yarımadanın her tarafından gelen katılımcılarla ordusunu güçlendirdi.

İngilizlerin Şerif Hüseyin’den bıkmasını ve Şerif’in Halifeye ihanet ettiğinden halk nezdine itibarını kaybetmesini fırsata çevirerek Hicaz’ı ele geçiren Abdülaziz, İngilizlerin izin verdiği yerlerin tamamını aldıktan sonra Suudi Krallığını ilan etti. Krallığın hamileri İngiltere ve ABD’ydi.

Din işleri yani camiler, okullar ve üniversiteler Şeyhin soyundan gelenlerin idaresine bırakıldı. Devlet bir şey yapmadan önce dini otoriteden fetva almak zorundaydı. Dini idarenin bütçesini kral veriyordu yani iki tarafta birbirlerine muhtaçtı.

Suudi Arabistan bu yapılanma ve tarihi arka plan nedeniyle bir Vehhabi devleti olarak doğdu. Bu durum Suudilerin hem içeride hem de dışarıda yumuşak karnı oldu. Ülkede Necd dışında Vehhabi yok denecek kadar azdı. Halkın büyük çoğunluğu Sünni, kuzeydoğuda yani petrol bölgesinde yaşayanlar Şii’ydi. Yani devlet halktan kopuktu. Körfezdeki küçük azınlıklar dışında İslam dünyasında da Vehhabi inancını benimseyen yoktu.

Suudiler bu tabloyu değiştirmek için propagandaya büyük bütçeler ayırdılar. Ülke içindeki başarıları sınırlı oldu. Toplumun bir kısmı devletle ters düşmemek için Vehhabiymiş gibi davransa da baskın çoğunluk geleneksel inançlarını muhafaza ediyor. Aksine zenginleşen ve şehirleşen Vehhabilerin ekseriyeti ya İslam’dan ya da Vehhabilikten kopuyor. Zira çok katı bir çöl ideolojisi olan Vehhabiliğin şehirlerde, gelişen ve kalkınan toplumlarda aynı katılıkta sürdürülmesi mümkün değil.

Ülke dışında özellikle eskiden Sovyetler Birliğinin kontrol ettiği ülkelerde ve Arap toplumlarında başarılı oldular. SSCB’den ayrılan devletlerin halkları dinden kopmuşlardı. Bilgisizdiler ama dine açtılar. Vehhabiliği Sünnilikten ayırabilecek durumda değillerdi. En büyük bütçeleri ayıran, her yere tebliğciler gönderen, okullar, camiler, medreseler ve üniversiteler açan Suudilerin sonuç almasını yadırgamamak lazım.