8. Henry tahta çıktığında İngiltere Avrupa’daki sıradan krallıklardan biriydi. Fransa’yla yapılan Yüzyıl Savaşları ve tahtı elde etmek için on yıllarca devam eden iç savaşlar İngiltere’yi çok zayıflatmıştı. Henry, Papa eşinden boşanmasına izin vermeyince, Katolik kilisesinden ayrılarak Anglikan Kilisesini kurdu. Kilisenin bütün malları kamulaştırılınca krallık son derece zenginleşti. Katolik papazlar katledildi. Halk süratle Anglikan oldu. Kral aynı zamanda Anglikan kilisesinin de başkanı olduğundan ülkede din-devlet ikiliği ortadan kalktı. Kral hem Papanın talimatlarını yerine getirmekten hem de kiliseye para ödemekten kurtuldu. İngilizlerde kiliseye vergi ve haraç ödemekten kurtulduğundan hem devlet hem de halk zenginleşti.
İngiltere’yi Avrupa’nın en güçlü devleti yapan, Henry’nin kızı Elizabeth’tir. Portekiz ve İspanya’nın sömürgeler vasıtasıyla hızla zenginleştiğini gören Elizabeth, Kaptan Drake gibi İngiliz kökenli korsanları organize etti. Zira İngilizlerin, kendilerinden çok daha güçlü olan İspanya’nın ve Portekiz’in karşısına direk çıkmaları mümkün değildi. Kraliçe korsanlara sığınacak limanlar ve adalar tahsis etti. Virgin Adalarını üs olarak kullandırdı. İlk hedef olarak, sömürgeleri Amerika kıtasında olan İspanya’yı seçti. Çünkü Portekiz’in o tarihteki sömürgeleri Afrika ve Uzak Doğu’daydı yani İngiltere’ye çok uzaktı.
İngiliz korsanlar İspanyolların gemilerini, Amerika kıtasındaki limanlarını, depolarını ve hatta sahil şehirlerini yağmalamaya başladılar. Kraliçe, Kaptan Drake’e hem devlet adına hem de şahsen ortak oldu. Drake, ilk seferinde, İngiltere’nin bütçesi kadar kâr elde etti. Elizabeth, Drake’in kaptan gemisini ziyaret ederek, korsanı şövalye ilan etti. Bunu gören binlerce denizci korsanlığa başladı. Korsanlık gençlerin gözde mesleği oldu.
İspanya korsanların saldırılarıyla başa çıkamadı. İngiltere’yi defalarca uyarsada sonuç alamadı. Çalınan ve yağmalanan mallar İngiltere’ye getirilip satıldığından, bu faaliyetlerin İspanya’ya zararı kadar İngiltere’ye faydası vardı. 1580 yılında Portekiz’i işgal eden İspanya, benzer ve kolay bir zafer kazanacağı düşüncesiyle, 1588 senesinde, İngiltere’yi istila etmek maksadıyla, yenilmez armadasını sefere çıkardı. İngiltere’nin gemi sayısı yetersizdi. Gemilerin çoğu ticaret veya korsan gemileriydi. Buna rağmen savaş, rüzgarında yardımıyla İngilizlerin zaferiyle sonuçlandı. İspanyol filosu imha edildi.
Bu savaştan sonra, İspanya, Avrupa’nın en güçlü krallığı olma statüsünü kaybetti. Artık İngiltere, en güçlü Avrupa devletiydi. (Osmanlı’dan sonra dünyanın ikinci gücüydü.) Bu zaferden sonra İngiltere, denizaşırı seferlerini, dolayısıyla ticaretini hızla artırdı. 1600 yılında Kraliçe, Doğu Hindistan Şirketi’ne (DHŞ), Hint Okyanusu’nda ticaret yapma ayrıcalığını verdi. DHŞ, zamanla politik oluşuma dönüşerek, kurduğu ordu vasıtasıyla Hindistan’ı ele geçirdi.
DHŞ, 18. asırda Çin’de de faaliyetlerini yoğunlaştırdı. 19. yüzyıl ortalarına kadar İngiliz emperyalizminin bir aracı olarak kullanıldı. Şirketin ana ticaret maddeleri ipek, afyon, tuz, pamuk, çay, çivit ve güherçileydi. DHŞ’nin ticaret mantığını, misal vererek izah edelim. İngiltere, kolonileştirmeye başladığında, Hindistan en büyük kumaş üreticisiydi. Milyonlarca Hintli el tezgâhlarında kumaş dokuyordu. Kumaşlar hem kaliteliydi hem de fiyatları uygundu. Yani İngiliz kumaşları, Hint kumaşlarıyla rekabet edemiyordu. Oysa İngilizlerin satın aldıkları mal karşılığında mal vermesi gerekiyordu. Bu yüzden, el tezgâhlarında kumaş dokumakta ısrar eden çıkrıkçıların birer parmağını keserek çıkrıkçılık yapamaz hâle getirdiler. Böylece Hindistan’ın kumaş üretimi hızla düştü. Piyasayı İngiliz ürünleri doldurdu.
Hindistan’ın toprakları afyon üretimine uygun bir eyaletinde, afyon dışında ürün ekilmesini yasakladılar. Hindistan’a kumaş verdiler karşılığında afyon aldılar. Afyonu Çin’e satıp karşılığında çay, ipek ve porselen gibi ürünler alıyorlardı. Afyon müptelalarının sayısı artıp, gündelik hayat etkilenmeye başlayınca, Çin, afyon ithalatını ve kullanımını yasakladı. İngiliz tüccarlar afyon satışına, gayriresmî olarak devam ettiler. Gümrük yetkilileri, bazı depoları basıp, kaçak afyonlara el koyup imha edince, İngiltere, Çin’e savaş açtı. Zayıf Çin’i kısa sürede yendi. Çin, tazminat olarak, yirmi bir milyon gümüş dolar ceza ödedi ve Hong Kong’u sömürge olarak İngiltere’ye verdi. Ayrıca beş limanını İngiliz ve Fransız gemilerinin kullanımına açtı. Afyon müptelası olan milyonlarca Çinli ya öldü ya da hayattan koptu.
İngiltere 1600’lerde iki devrim yaşadı. İlk devrim, vergileri yükseltme teklifini kabul etmeyen parlamentoyu fesheden, I. Charles’a karşı yapıldı. Charles, Anglikan olan soyluların ve halkın çoğunluğunun aksine Katolik olduğundan, zaten sevilmiyordu. Parlamento, feshi kabul etmeyerek, kralı gayrimeşru ilan etti. Dolayısıyla iç savaş başladı. Savaşı parlamentoya bağlı kalan ordu kazandı. 1649’da kral idam edilerek, cumhuriyet kuruldu.
Cumhuriyet, kısa sürede ordunun başındaki Cromwell’in diktatörlüğüne dönüştü. Halk büyük sıkıntılar yaşadı, eziyet gördü. Cromwell’in ölümünün ardından, krallık yeniden kuruldu. Bu kısa tecrübe İngilizlerin cumhuriyet rejiminden nefret etmesine yol açtı. Son kralın oğlu Charles, kral oldu. Charles’tan sonra kral olan kardeşi James de parlamentoyu feshederek, mutlak monarşiye geçmeye çalıştı. Aristokratlar ve halk beraberce kralı devirdiler. Parlamento, kralın damadı olan Orangelı Wilhelm’i, kral olarak Hollanda’dan İngiltere’ye davet etti. Zira Wilhelm küçücük Hollanda’yı ekonomik olarak süper güç yapmıştı.
Avrupa’da kralları Tanrı’nın seçtiğine inanılıyordu. Böylece ilk kez parlamento kral seçti. 1688 senesinde anayasal monarşi kuruldu. Haklar Bildirgesi yayımlandı. Bundan sonra Birleşik Krallık’ı, başbakan yönetecekti. Kral, istediğini değil, parlamentodaki çoğunluk partisi üyelerinden uygun gördüğünü başbakan olarak atayabilecekti. Başbakan ve kabine halka karşı sorumlu olacaktı. Görevlere liyakati olan kişiler, soyluluk şartı aranmadan gelebilecekti. Düzenlemeler halkta, yönetime karşı güven oluşturunca, vergi gelirleri arttı.
Aslında İngiltere, 1215’te imzalanan Magna Carta’dan beri yetkileri kısıtlanmış hükümdarlar tarafından idare ediliyordu. O tarihten beri meclis vardı. Kral yasalarla bağlıydı, yasalar dışında vergi alamaz, kimsenin malına, mülküne el koyamazdı. Bunun dışına çıkmak isteyen hükümdarlar, direnişle karşılaştılar. Israrcı olanlar tasfiye edildi. Avrupa’nın geri kalanındaysa, mutlak monarşi hâkimdi. Krallar keyfî kararlar alarak, uygulayabiliyordu.
Ticaretin ve sanayinin neden İngiltere’de geliştiği anlaşılabiliyor, değil mi? Bu tarihten sonra düzenli seçimler yapıldı. Tüccar ve sanayicilerin desteklediği Whig Partisi ile arazi sahiplerinin desteklediği Torry Partisi kuruldu. Yeni parlamento, tüccarları, müteşebbisleri ve halkı koruyan yasaları peş peşe çıkardı.
Yasaların en önemlileri, patent ve denizcilik yasalarıydı. Patent Yasası’yla, mucitler destekleniyordu. İcatların, on beş yıl süreyle başkası tarafından kullanılması yasaklandı. Denizcilik Yasası’yla, Hollanda’nın Britanya adalarına ve sömürgelere mal taşıması yasaklandı. Vergiler minimize edildi. İş kurmak ve şirket açmak gibi ticari faaliyetler kolaylaştırıldı. Hem bu uygulamalar hem de denizaşırı ticaretin İspanya ve Hollanda’dan İngiltere’ye kayması ve hızla sömürgeler elde edilmesi, İngiltere’yi zenginleştirdi.