Görüşmelerden sonra yapılan açıklamalar, ABD ile Türkiye’nin, PYD dışındaki konularda mutabakat sağladıklarını gösteriyor. Dikkat edilirse son dönemde kaleme aldığım makalelerde iki ülkenin ilişkilerinin sanıldığı kadar kötü olmadığını, hatta kötü olmadığını ve giderek iyileştiğini vurguluyorum. ABD; Libya’da, Somali’de, Afrika’nın genelinde, Kafkasya’da ve Orta Asya’da Türkiye’yi -göstermeden-destekliyor. Zira bu coğrafyalarda Türkiye’nin güçlenmesi, Çin ve Rusya’nın zayıflaması anlamına geliyor.

2025 yılında F-16’ları almamızın yanında F-35 projesine katıldığımızı göreceğiz. F-35 projesinin önemi Türkiye’de yeterince kavranmış değil. Bu projeye en baştaki şartlarla dahil olabilirsek, dünyanın en gelişmiş uçağının yanında, en son uçak teknolojisine sahip olacağız. Türkiye’de üretilecek parçaların ihracatı yılda 12 milyar dolar civarında olacak ki bu rakam 2024 yılında yaptığımız toplam savunma sanayi ihracatından fazla.

Suriye’de HTŞ’ nin önünün açılması ve geçiş sürecinin Türkiye’nin gözetiminde olması konusunda taraflar mutabıklar. Kaddafi devrilince Libya, Saddam devrilince Amerikan işgaline rağmen Irak ve Abdullah Salih’in devrilmesinden sonra Yemen, iç savaş yaşadı. ABD, petrol zengini Irak’ta trilyon dolarlar kaybetti. Suriye’de Türkiye’nin aktif olmasının iç savaş riskini azaltacağı düşünülüyor.

Fakat konu PYD olunca iki ülkenin yaklaşımları taban tabana zıt. İki tren birbirlerine doğru hızla ilerliyor. Bakalım direksiyonu kim kıracak? Direksiyon kırılmazsa en büyük zararı kim görecek? Ben Amerika’nın dümeni kırarak Türkiye ile anlaşacağını düşünüyorum.

Bilinken’ e verilen ilk mesaj, Tayyip Beyin cuma günü İstanbul’da olacağı söylenerek randevu talebinin reddedilmesiydi. Bilinken’ e, gelişini perşembe akşamına alabileceğini ya da önce İstanbul’a gelip oradan Ankara’ya geçebileceğini belirterek randevu konusunda ısrarcı olması üzerine, Esenboğa Havalimanının şeref salonunda randevu verildi. Seyahatini erkene alan Bilinken’ i protokol müdürü karşıladı ki bu en alt düzey protokol uygulandığını gösterir. Bilinken’ le Kalpaklı Atatürk fotoğrafının altında ve Amerikan bayrağı olmayan bir salonda görüşülmesi de birer mesaj.

Hakan Bey, görüşmeden saatler sonra verdiği mülakatta PYD için yol haritası önerdi: ‘’PKK kökenli PYD’liler ve Suriyeli olmayan PYD’liler Suriye’yi terk etsin. Geriye kalan PYD’liler silahlarını teslim ederek normal hayatlarına geri dönsün.’’ Fidan sözlerinin devamında sanki Devlet Beyin ifadesini tekrar etti: ’’PYD’ yi ya lağıv ederseniz ya da PYD lağıv ettirilir.’’ Fidan bu ifadeleri cumartesi günü Ürdün’de yapılan Dışişleri Bakanları toplantısında da tekrarladı.

İnsan Bilinken’ in programında olmamasına rağmen Türkiye’den Irak’a gitmesini, ‘’PYD’ lileri siyasi mülteci olarak kabul eder misiniz?’’ diye sormaya mı gitti diye düşünüyor ama bu akla yatkın değil. ABD, PYD’ den bu kadar kolay vaz geçmez. Vaz geçse bile Fidan’ın teklifini PYD liderleri ve Kandil kabul etmez.  Onlar savaşalım elimizde ne kalırsa kardır diye düşünürler. Onlar ölmeyecekler ki cepheye sürdükleri kandırılmış gençler ölecek. Savaşırlar, direnirler eğer hiçbir yeri ellerinde tutamazlarsa Kandil’e kaçarlar.

Bilinken henüz uçaktayken, PYD Başkanı Mazlum Abdi, Suriye ve Iraktaki Kürt partilerine Şam’daki görüşmelere beraber katılma çağrısında bulununca Irak seyahatinin amacı ortaya çıktı. Abdi ‘’Tüm Kürtlerin kazanımı olan özerk yönetimin varlığı tehlike altında. Herkes taşın altına elini koymalı’’ dedi. Gelecekte özerk bölgeyi beraber yönetmeyi vaat etti. Çağrı her ne kadar genelse de asıl muhatap Barzani. Zira sadece Barzani’nin Suriye’de karşılığı var. (PYD, Kuzey Suriye’yi işgal edince Barzani’ye bağlı yarım milyon civarında Kürdü zorunlu göçe tabii tuttu. Bunların büyük kısmı hala Kuzey Irak’ta yaşıyor.) Şam’ın karşısına daha güçlü çıkmayı ve PYD’ yi kamufle etmeyi amaçlayan çağrıyı Barzani ret, Talabani kabul etti.

Fidan ile Bilinken görüşmesiyle aynı anda Şam’da PYD ile HTŞ arasındaki ilk toplantı yapılıyordu. Dağıtılan sirkülere göre PYD; Fırat’ın doğusuna yapılan saldırıların durdurulmasını, dört eyalette Kürtlere özerklik tanınmasını, Türkiye’nin kontrol ettiği topraklardan göç etmek zorunda kalanların geri dönmelerine izin verilmesini, HTŞ’ nin Türkiye ile PYD arasında arabuluculuk yapmasını, Kürtçenin Suriye’nin iki resmi dilinden biri olmasını, PYD’ nin askeri güçlerinin özerk bölgenin güvenliğini sağlamaktan sorumlu olmalarını, merkezi hükümette Kürtlere kota tanınmasını ve sürecin sonunda Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesini talep etti. Bu taleplerden PYD’ nin Irak’taki bölgesel yönetimi örnek aldığı anlaşılıyor.

Bu teklife karşı HTŞ, PYD’ den, bünyesindeki tüm yabancıları Suriye’den çıkarmasını (PKK), yabancı askeri güçlerle ilişkilerini kesmesini(ABD), Türkiye ile uzlaşmasını, Arap bölgelerinin hemen merkezi yönetime teslim edilmesini (Rakka ve Deyrizor’un halen işgal altındaki kısmı), petrol ve gaz gelirlerinin %50’sini merkezi yönetime ödemesini, hapishanelerdeki herkesin serbest bırakılmasını, DEAŞ’lı mahkumların hükümete teslim edilmesini, sınır kapılarının birlikte yönetilmesini ve bir mekanizma oluşturularak PYD askerlerinin kurulacak Suriye ordusuna katılmasının sağlanmasını istedi.

Sirkülerden de anlaşılacağı gibi HTŞ, ABD tarafından desteklenen PYD’ yi karşısına almak istemiyor. Zira hem terör örgütleri listesinden çıkarılmak istiyorlar hem de yaptırımların kaldırılmasını. Aksi halde Suriye’yi yönetemezler. Zira 3. ülkeler bir terör örgütünü muhatap almak istemez. Yaptırımlar kalkmazsa ülkeye para gelmez. 3. ülkeler kendileri de yaptırım kapsamına alınabileceklerinden isteseler de para gönderemezler. 

Bununla beraber HTŞ lideri Colani toplantıdan saatler sonra PYD’ yi hedef alan aşağıdaki açıklamayı yaptı: ‘’Yeni yönetim ülkenin toprak bütünlüğünü sağlayana kadar mücadele edecek. Bölgede terör estiren PKK/PYD ile Kürt toplumu arasında büyük fark var.’’

PYD’ nin teklifleriyle HTŞ’ ninkiler arasında uçurum var. Bundan da istifade ederek HTŞ’ yi de sürece dahil ederek Suriye’deki PKK varlığını bitirmeliyiz. Bir daha bu fırsatı yakalayamayabiliriz.