“Hiç kuşkusuz biz insanı zorluklarla mücadele etme gücüyle yarattık.”

(Beled Suresi 4. Ayet)

Dilciler Beled suresi 4. Ayette geçen “Kebed” kelimesinin “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara geldiğini söyler. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğu gerçeğini ihsas eder. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırır.

İnsanın fıtratının zorluklarla mücadele etme gücüyle donatıldığını gösteren bu muhteşem ayet gençliğimden beri bana yol gösteren rehber olmuştur.

Altmış yaşındayım. Üç kez hapishaneye girdim. Siyasi hadiselerden dolayı uzun yıllar kaçak hayatı yaşadım. Hakkımda açılan onlarca ceza ve tazminat davaları sebebiyle neredeyse adliyeleri ikinci adres olarak bildim. Ekonomik zorluklarla mücadele ettim. Karşılaştığım bütün bu zorlukları aşarken bu muhteşem ayetin öncülüğünde her zorluğun arkasında muhakkak bir kolaylığın olacağı inancını diri tuttum. Yaşadığım bütün sıkıntıları gideren Rabbime sayısızca hamd olsun.

O yüzden makalenin başlığını “İnsanız İşte!” koydum.

İnsanız ve hayat serüvenimizde birçok zorlukla karşılaşacağımız gerçeğini asla unutmamamız gerekir. Önemli olan hayatın zorluklarıyla karşılaştığımızda o zorlukları hangi metotlarla, çözüm yollarıyla aşacağımızdır.

İnsanız işte!

Yaratılmış bir mahlûkuz ve aciziz. Yaratan öyle takdir etmiş ama yarattıktan sonra başıboş bırakmamış. Rahman ve Rahim oluşunun bir tecellisi olarak nasıl yaşayacağımız konusunda bize yol gösteren muazzam bir kullanma kılavuzu da göndermiş. Bize de adı “Kur’an” olan bu kullanma kılavuzunu hakkıyla okuyup anlamayı ve hayatımıza uygulamayı vazife olarak yüklemiş.

"Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir. "(Bakara, 97)

İnsanız işte!

İnsan olmak istiyorsak gönderilen, gösterilen rehbere uymamız olmazsa olmaz şarttır.

İnsan beşerdir, âdemdir, yani adamdır.

Adam kelimesi Arapçada “Elif, Dal ve Mim” harflerinden oluşur.

Âlimlerimiz der ki, Adam olmak istiyorsanız kullanma kılavuzunda gösterildiği gibi “Elif gibi kıyamda”, “Dal gibi rükûda”, “Mim gibi secdede” olmak zorundasınız.

“İnsanı ancak Bana kulluk etsin diye yarattım.” (Zariyat 56)

Unutmayalım; bu dünyaya geliş maksadımız bu!

Atalarımız “İnsan beşerdir, şaşar.” Derken insani bir gerçeğe işaret etmiş. İşte o şaşan insanın şaşkınlığını gösterecek şaşmaz rehberi de merhameti sonsuz Rabbimiz bize ikram etmiş.

Bize düşen o muhteşem ikramı almak ve uygulamaktır.

*

İnsanız dedik ya!

Şaşkınlıklar ve tezatlar içinde bir hayat yaşıyoruz. Bazen halden hale giriyoruz.

İnsanın bu şaşkınlık uyandıran değişik hallerine ünlü düşünürler de eserlerinde işaret etmişler.

Bunlardan biri de önemli düşünürlerden Eflatun’dur.

Bir gün Eflatun’a sormuşlar:

“İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?”

Eflatun’un cevabı bugün hepimizin yaşadığı gerçekleri ortaya koyması bakımından harika:

“İnsanlar çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki büyüyünce bu kez çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.

İnsanlar bir garip. Yarınlarından endişe duyarken bugünü unuturlar. Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi yaparlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”

Soranlar bu gerçekler karşısında şaşırmış ve çare bulmak için tekrar sormuşlar:

“Peki, biz bu durumda ne yapabiliriz. Önerin nedir?”

Eflatun önerilerini şöyle sıralamış:

“Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.

Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.”

Yani özetle diyor ki: “İnsan olun. Fıtratınıza uygun yaşayın. Size verilenlere karşı teşekkür edin, şükredin.”

Bizi şükreden bir dil, zikreden bir kalp veren yaratıcımıza ne kadar teşekkür etsek yine azdır.

"Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size nimetlerimi artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7. Ayet)

İnsanız işte!

İnsan olmanın sorumluluğu da ağır, olamamanın sonucu da ağır!

Ortalama altmış yetmiş sene rahat bir hayat için gecemizi gündüzümüze katıp çalışıyoruz. Ama sonuçta bitiyor bu hayat. Biriktirdiklerimizin çoğunu harcama fırsatı bile bulamıyoruz. Biriktirdiklerimizi ya evlatlarımız ya damatlarımız, gelinlerimiz, torunlarımız yiyor. Biz ise hesabını veriyoruz.

Altmış yetmiş yıllık bir hayat için bunca zahmete katlanıyoruz da ebedi hayatımız için ne yapıyoruz?

Dünyadaki hayatımıza harcadığımız zamanın belki de yarısını, onda birini ebedi hayatımız için harcayabiliyor muyuz?

İnsanız işte! Bunun mukayesesini bile yapmaktan aciziz. Çünkü Rabbimizin bize verdiği aklı çalıştırmadığımız için böyle bir kıyaslamayı bile yapamıyoruz.

“ Biz emaneti göklere, yer küreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir. (Ahzab 73)

İnsanız işte! Bize insan olma emaneti verilmiş.

“Emanet.”

Ne büyük nimet!

İnsandan daha büyük, güçlü ve dayanıklı gibi görülen göklerin, yerin ve dağların taşıyamayacağı kadar ağır ve önemli bu emaneti insan yüklendi. Çünkü insan, bu büyük emaneti yüklenecek kabiliyet ve yetenekte yaratılmıştır.

Ama işte insanız! Kendisine gerçeği bulması ve vahyi anlaması için kendisine emanet olarak aklını çalıştırmadığı için neyi yüklendiğinin farkında değil! Farkında olmadığı için de emaneti taşımada başarılı olamıyor.

Bu cehalettir; ama normal bir cehalet değil. Kat kat cehalet, şuursuzluk, bilgisizlik, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmamaktan kaynaklanan zorunlu durum.

İnsan fıtratına uygun bir hayat yaşamak istiyorsa kendisine emanet olarak verilen her şeyin hakkını istenilen şekilde yerine getirmeye zorundadır. Bu zorunluluğu kavrayamadığı içinde kendine zulmeden bir zalim, ama normal bir zalim değil; kat kat zalim.

Kendisine ikram edilen kullanma kılavuzunu okumaya ve anlamaya vakit ayırmadığı için kat kat cahil; aklını çalıştırmadığından ahretini kaybetme tehlikesini göremediği için de kat kat zalim.

“Benden size muhakkak bir rehber gelecektir. Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.” (Bakara, 38)

Bu dünya ahretin tarlasıdır. Burada ne ekersek gerçek âlemde onu biçeceğiz. Burada heybemize ne koyabiliyorsak ebedi âlemde önümüze o çıkacaktır.

Akıl ve vahiy insana yükleneceği emanetin farkına varması için verilen iki en büyük nimet.

İnsan olarak yapılacak fiillerimiz bellidir. Aklımızı çalıştırarak vahyi anlamaya ve yaşamaya çalışmaktır. Vahiy ancak akılla anlaşılır. Akıl ise istikameti, doğruluğu, emanete sahip çıkmayı ancak vahyin ışığında ilerlerse bunu başarır.

İnsanız dedik bu noktalara geldik.

Rabbim bizi en güzel şekilde yarattığını ayette şöyle açıklıyor:

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tîn, 4)

Gerçekten de en güzel yaratılış sırrına sahip olmak, beşer olmak, adam olmak insan için en önemli hakikattir.

Biz, Rabbimize verdik emaneti teslim alırken adama gibi adam olacağımız sözünü verdik. Şimdi bize düşen görev, aldığımız emanete uygun davranmak, ihanet etmemek ve verdiğimiz sözde durmaktır. Zaten Rabbim gerçek inananların vasıflarını ayette, “O mü’minler, emanetlerine riayet eder ve verdikleri sözlerde dururlar.” (Mü’minun, 8) şeklinde tarif etmektedir.

İnsanız işte!

Gerçek insan olmak istiyorsak, Rabbimizin bizim hakkımızda tespit ettiği özelliklerimize sahip çıkmak zorundayız.

Büyük Akif Safahat’ında bu gerçeği ne güzel dile getirmiş:

“Takdîr edilen güçlü bir îlâhi bilinç el.

Vermekle bütün fertlere feyz-nâk-ı müselsel.

Son beklediğin rûz-i elest gelmeden evvel.

Allah’a güven, sa'ye sarıl, hikmete râm ol.

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”