İleri demokraside hızlı işleyiş mottosuyla geçilen yeni anayasal düzenle birlikte Türkiye tarihinin en kötü toplumsal sözleşmelerinden birisini yürürlüğe koydu. Anayasal düzenin öngördüğü CB hükümet sisteminde, iktidar yapısı ve yetki tekeliyle demokratik sistem üzerinde ağır bir hegemonya kuruyor. Değişmediği halde hukukun düzenlediği vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinde açık keyfi ve fiili bir baskı oluşuyor. Hiç kimsenin hukuki güvenliği kalmadığı fikri giderek yaygınlaşıyor. Öte yandan iletişimin hızlanması, bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla farklılaşan ve özgül ağırlığı artan toplumsal yapıda, sosyal talep ve beklentiler ile oluşturduğu çelişki de büyüyor.
Özellikle gençliğin geleneksel siyasi anlayış ve pratiğe zihnen karşı duruşuyla iktidarın halk desteğinde erozyon giderek artıyor. Halkın beklentilerini karşılamaktan uzaklaşan siyasi iktidarın örselenmesine yol açan çelişki de büyüyor. Normalde bu çelişkinin akılcı biçimde demokratik hukuk devleti ilke ve anlayışına dönülerek tolere edilmesi gerekiyor. Lakin ne zihniyette ne de öngörüde bu istenmediği için yerli milli sloganlı nevzuhur bir milliyetçilik, söylemde başarıya endeksli aktif dış politika ve bunları kuşatan geleneksel tehdit ve güç söylemi devreye giriyor. Bu tablo, geçmişte de kısmen başvurulan ham hamaset sığ slogancı milli dayanışma düşüncesinin toplumsal genetiğine dayanan kahramanlık gösterili bir oyundur. İktidara egemen tekçi zihniyetin, son evresindeki AKP'nin cankurtaran simidi misali sarılarak durumu kurtarma çabasıdır.
Yeterli olur mu onu en geç bir yıl içerisinde göreceğiz. Ancak, unutmamak gerekir ki, bu anlayışın temel unsurları tarihselliği olan bir yönetim geleneğine dayanıyor. Cumhuriyet'le birlikte çağdaşlaşma çabalarına ve her alanda alınan tüm mesafeye, toplumsal farklılıklar arasında yaşanan tüm etkileşim fasıllarına rağmen, Türk toplumu hala farklı ve yan yana yaşayan cemaatlerden oluşuyor. Bencillikten farklı kültürel bireyselleşme sağlanamadığından sivil toplum gelişemiyor. Toplulukçu (cemaatçi) doku siyasi faaliyeti, her topluluğun ya da cemaatin kendi yaşam alanını diğerlerinin aleyhine genişletmesi çabasına dönüştürüyor. Egemen olana dayanan cemaatler diğer tüm kesimleri kuşatan bir zihniyet üretiyor. Sonunda, kuralsızlık, faydacılık, aidiyet, sadakat üzerine kurulu siyasi ve kurumsal bir işleyiş hâkim oluyor ve meşru sayılıyor.
Hal böyle olunca dışarıda- içeride tehdit/tehlike söylemi kısmen de olsa karşılık buluyor. Çünkü cemaatçi düzenlerde, tehdit ve tehlike gündelik hayatın bir parçasıdır. Ötekilerin/karşıtların varlığı üzerinden kendi kimlikleri oluşturup 'devlet alanını' kontrole yönelik iktidar çatışmalarıyla üreyen güvensizlikler topluluğu sıkılaştırıyor. Korunma ve nemalanma güdüsü sadakati mutlaklaştıran bir yapılanmayı zorunlu kılıyor. Nihayet uygun bir konjonktürle, içerideki öteki ile dışarıdaki öteki işi zihinlerde aynı anda siyasileşiyor. Buna bağlı olarak içeride ve dışarıda fetih politikaları devreye giriyor. Sonuçta fethedilen bir yer veya yenilen bir düşman olmuyor ama iktidar fatih unvanı alıyor.
Bu zihniyetle bir iktidar sürdürülebilir mi? Ya da toplumu hukuki güvenlikten, huzur ve refahtan uzaklaştıran böylesi bir iktidara destek olan bu zihniyet nasıl aşılabilir? Sorularının olabilecek tüm cevaplarını konuşmak tartışmak icap eder. Selefilikten beslenen bu zihniyetin toplum katmanlarına nasıl sirayet ettiği çok geniş bir yazı konusu ancak bugün için panzehir toplumsal yapıda yaşanan değişimdir. Uşşaki şeyhinin marifetlerinin tekil olmadığı tersine yaygın olduğu herkesçe olduğu biliniyor. Öyleyse bu yapılanmaların gerçek yüzünü gizlemek yerine açığa çıkarmak herkesin vazifesi olmalıdır. Gizli açık iktidar desteğine rağmen bugün toplumsal yapı mevcut bu zihniyet dokusunun tersi istikametinde yol almaktadır. Toplum ile siyaset yapısı arasındaki artan çelişkiyi azaltacak şey sivil toplumun güçlenmesine verilecek destek olacaktır.
Şimdi, öteki fikrinin ve fetih duygusunun siyasallaşmasının kabarttığı içi boş yerli milli kavramına karşı, toplumsal katmanları kendisine çekecek, bekacı-milliyetçi dile karşı demokrat milliyetçilik, hukukun üstünlüğü, siyasette ahlak, yönetimde adalet eksenli bir dil üretmek durumundayız. Gençlerin bizden daha hızlı ve iyi kavradığı; diğeriyle iletişim kurmayı, yardımlaşmayı, uzlaşmayı ve paylaşmayı bilen, özgürlükçü, yaratıcı zekaya sahip devlet insanları tarafından yönetilme arzu ve beklentisini karşılamalıyız.