Cumhurbaşkanının baş danışmanı bir generalin, “Mehdi ne zaman gelecek? Allah bilir. Peki, bizim bir işimiz yok mu, ortamı hazırlamamız gerekmez mi? İşte biz Mehdi’nin gelmesine zemin hazırlıyoruz." Şeklindeki açıklaması aklıma şöyle bir soru getirdi:
“Müslümanlar tıpkı Hıristiyan Evanjelistler gibi bir an önce Mesih’in gelmesini ve Mehdinin zuhur etmesini istemekle Tanrıyı kıyamete mi zorlamak istiyorlar?”
Bundan yıllar önce bir kitap okumuştum. Yazarı ABD’li Grace Hallsell’di. 1999 yılında “Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak” isimli bir kitap kaleme almış ve genel olarak ABD’deki Hıristiyan Evanjelist öğretinin mahiyetini ortaya koymaya çalışmıştı. Kitap 2003 yılında Türkçe’ye çevrilmiş ve yayınlanmıştı.
Kitapta özet olarak, Hıristiyan Evanjelistlerin Amerikan Yahudileri ve İsrail sağı ile aralarında nasıl bir ittifak kurulduğunu anlatmanın yanında Hıristiyanlar için Kudüs’ün ve İsrail’in önemi, kıyamete Hz. İsa’nın (Mesih) yeryüzüne dönerek kendilerini nasıl kurtaracağı, Kudüs’ün başkent ilan edilerek Süleyman Mabedinin Mescid-i Aksa yerine yeniden inşa edilmesi, ABD’nin başına geçen veya önemli devlet kademelerinde bulunmuş olanların konuyla ilgili açıklamaları anlatılmaktadır.
Kitap, Hıristiyanlar için önem arz eden Evangjelizm ve Armagedon kavramlarını öne çıkarmıştı. Bilindiği üzere Evanjelizm, “Kutsal Kitaba yönelmek, dönmek” anlamına gelmektedir. Kutsal kitap ise İncil’dir. Hıristiyan Evanjelistler ABD’deki Hıristiyan toplumunun %35’şini oluşturur ve inanç açısından Yahudiliğe çok yakındır.
Kitapta öne çıkarılan ikinci kavram ise Armagedon ise, “Megido Tepesi” demektir. Yani Müslümanlar ile Yahudiler arasında kıyamete yakın yaşanacağı inanılan büyük savaşın Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında geçen ismidir. Bu konu İslami kaynaklarda ise “Melheme-i Kübra” (büyük ve kanlı savaş) olarak geçer.
“Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak” isimli eser genel olarak Amerika’daki fanatik Hıristiyanların kıyamete yakın tanrı olduğuna inandıkları Hz. İsa’nın yeniden geliş sürecini hızlandırmak için dünyanın kaos içine sokulması tezini savunmaktadır. İnançlarına göre Hz. İsa, Ortadoğu da zuhur edeceği için bu coğrafyanın bir an önce kaosa sürüklenmesi gerekmektedir. Çünkü Hıristiyan Evanjelistler, kıyametin 2000’li yıllarda Ortadoğu’da çıkacak bir kaosun ardından kopacağına inanmaktadırlar. Onlara göre çıkacak olan kaos ve kargaşa sonrasında Hz. İsa yeniden dünyaya teşrif edecek ve kendisine inanan Hıristiyan Evanjelistleri kurtaracaktır. Evanjelistlere göre, İsa Mesih’in dönmesi için Yahudilerin vaat edilmiş topraklara kavuşması ve Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine, eskiden var olan, Süleyman Tapınağı’nın da yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Hıristiyan Evanjelistlerin amaçları ile Yahudi Fundamentalistlerin amaçları bu noktada bir biriyle örtüştüğü için iş birliği yapmaktadırlar. Evanjelistlere göre Kudüs Evanjelizmin merkezi haline getirilecek ve bütün bunların Tanrı’nın isteğiyle gerçekleştirildiğine inanılmaktadır. İsa Mesih geldikten sonra içinde Müslümanların da olduğu büyük bir ordu ona karşı savaşacak fakat İsa Mesih “Megido Dağı”nda yani Armegedon’da onları yenecektir.
Evanjelist Hıristiyanlara göre; İsa Mesih’in dönmesi ve krallığını kurması için Ortadoğu’nun dönüşüne hazırlanması yani Fırat ve Dicle arasındaki çok geniş bir alanın burada yaşayan Müslümanlardan temizlenmesi gerekmektedir. Onun için Osmanlı’nın Orta Doğu’dan çekilmesiyle başlayan kaos, kan ve göz yaşı bugün de devam etmektedir. Her gün Suriye, Irak, Mısır ve Filistin başta olmak üzere Orta Doğu’da yüzlerce masum insan öldürülmesinin Evanjelist Hıristiyan inancıyla doğrudan ilişkisi vardır. Evanjelist Hıristiyanlar ve Fundamentalist Yahudiler kendilerince inanç haline getirdikleri kıyametin kopmasını hızlandırmak için İsa Mesih’in dönmesine ortam hazırlamaya, böylece tanrıyı kıyamete zorlamaya çalışmaktadırlar.
Kıyamete yakın Hz. İsa’nın yeniden dünyaya geleceği inancı Kur’an’a değil, geleneklere bağlı bazı Müslümanlara da aynen geçmiş, onlar da kıyamete yakın Hz. İsa’nın gelip tıpkı Hıristiyanları kurtardığı gibi kendilerini de kurtaracağına inanmaktadırlar.
Kurtarıcı inancı zamanla form değiştirmiş, bazı zaman ve zeminlerde bu kurtarıcının adı Mehdi olmuştur. Kur’an ve Resulullah’tan asla referans alamayan bu iddia geleneği din yerine koyan bazı mezhep mensuplarınca da inanç esası olarak algılanmış ve daha sonra neredeyse mezhep ayrımı yapılmadan bütün Müslümanlara sirayet etmiştir.
Mehdi ve Mesih’in geleceği meselesi İslam’ın ilk yüz yılı hariç bütün tarihi boyunca Müslümanların başına musallat olan ve yüz binlercesinin katledilmesine sebep olan bir inanç haline gelmiştir. İslam’ın ilk yüz yılında yazılan hiçbir itikat kitabında Mehdi ve Mesih7in gelmesi yer almamıştır. Emeviler ile başlayan bu inanç büyük bir istismar kapısını açmış ve bu kapıyı sonuna kadar istismar eden bazı tipler kendilerinin Mehdi ve Mesih olduğunu iddia ederek kendisine inananları peşine katıp sürüklemiş, dünya da ve ahirette helak olmalarına sebep olmuşlardır. İslam tarihi boyunca sırf bu inanç yüzünden on binlerce Müslüman birbirini katletmiştir.
Başta da değindiğim gibi Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığını yapan emekli bir general yaptığı konuşmada Mehdi’nin geleceğini ve kendilerinin mehdinin gelmesine zemin hazırladıklarını iddia etmişti.
Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği (ASSAM) ve Üsküdar Üniversitesi'nin iş birliğiyle 'ASRİKA Ortak Savunma Sanayii Üretimi' temasıyla İstanbul'da düzenlenen 3. Uluslararası İslam Birliği Kongresine katılan emekli generalin makalemizin başında aktardığımız sözleri ülkemizde Mehdi ve Mesih’in gelme hadisesini yeniden gündeme taşıdı. Hatta bazıları Mehdi’nin geldiğini ve kendi tarikat/cemaatlarının başındaki kişinin Mehdi veya Mesih olduğunu ileri sürdüler.
Mehdî kelimesi kavram olarak "Hidayete eren, doğru yolda olan, hidayete vesile olan" manalarına gelir. Literatüre ise yukarıda değindiğimiz gibi "Kıyamete yakın geleceği ve Müslümanları kurtaracağına inanılan kişi” olarak geçmiştir.
Şia mezhebi hariç bütün ehl-i sünnet mezhepler Mehdi’nin ve Mesih’in yeniden gelme meselesinin İslam itikadına ait bir mesele olmadığı hususunda müttefiktirler. Buna rağmen bu mezheplerin mensupları Hıristiyan Evanjelistlerin ve Şia’nın tesirinde kalarak Mehdi ve Mesih’in gelmesini inanç esası olarak algılamaktadırlar.
Ülkemizdeki Müslümanlar içinde en büyük guruplardan biri olan Nurcular da tıpkı Hıristiyan Evanjelistler ve Şia gibi Mehdi’nin ve Mesih’in geleceğine inanmaktadırlar. Hatta içlerinden bazıları bu Mehdi’nin Said Nursi, bazıları ise Risale-i Nur isimli eserler olduğuna inanmaktadırlar.
Said Nursi ise eserlerinde Mehdi ve Mesih meselesinin kesin olarak geleceğine inanmakta ama şahıs mı yoksa bir şahs-i manevi mi olarak geleceği hususuna karar verememektedir. Eserinin birinde bu hususla alakalı şöyle yazmaktadır:
“Bu zaman şahıs zamanı değildir. Eski zamanda bazı harika şahıslar çıkmışlar, kıymettar hizmetlere vesile olmuşlar. Ama bu zamanda küfür şahs-ı manevi olarak hücum etmektedir. Bu hücuma karşı en büyük ferdi mukavemet başarısız kalmaya mahkumdur. Onun için bu külli hücuma mukabil bir şahs-ı manevi çıkarmak gerekir.”
Mehdiliğin bir makam olduğunu iddia ettiği yerde ise şöyle farklı bir yaklaşım sergiler:
“Mehdiyetin İman, Hayat, Şeriat şeklinde üç merhalesi vardır.”
Said Nursi sürgünde iken saf gönüllü bir zat, "Efendim, üzülmeyin. Mehdi gelecek, her şeyi düzeltecek" dediğinde ise ona şöyle cevap veridği eserlerinde yazar:
“Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun!..”
Galiba Risale-i Nur eserlerini okumuş olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı general de buna istinaden, Mehdinin geleceğine inanmış ve ona zemin hazırlamakla meşgul olduklarını dile getirmiştir.
Tam böyle bir noktada durup generale şu soruyu sormak geliyor içimizden:
“Mehdinin gelişine Müslümanların yok edilmesi için mi hazırlanıyorsunuz?”
Çünkü Evanjelist Hristiyanlar ve Fundamentalist Yahudiler Hz. İsa’nın gelerek onları kurtaracağını ve Müslümanları yok edeceğini savunmaktadırlar.
Kur’an’da, İslam’ın sonraki yüzyıllarında anlaşıldığı şekliyle, Kıyamet öncesi geleceği müjdelenen mehdiliğe her hangi bir işaret yoktur. Kur’an açık biçimde Resul ve Nebiliğin sona erdiğini açıklamış ve Kur’an’ı insanların ve toplumların kurtuluşu için hidayet rehberi olarak tanımlamıştır.
Evanjelist Hıristiyanlar, Şia, Nurcular gibi geniş bir yelpazede Mehdi ve Mesih’in gelmesini bekleyenler acaba nasıl bir kişi tasavvur etmektedirler? Çünkü herkesin ortaya koyduğu Mehdi ve Mesih figürleri çok farklıdır. Kimi mehdisini Şam’a indirirken, kimi İstanbul’a kimi de roma’ya indirmektedir. Yani muhal farz bir mehdi gelse diğerleri bu mehdinin kendi bekledikleri Mehdi olmadığını ileri sürerek asla ona itaat etmeyeceklerdir. Tarih boyunca ortaya çıkan mehdiler hep bu akıbetle karşılaşmışlardır.
İslam tarihi boyunca gelen mehdilere ve Mesihlere baktığımızda çok farklı Mehdi tipolojileri ortaya çıkmaktadır. Bu hususla alakalı “Mehdi Tipolojileri” isimli geniş bir makale kaleme alan Prof. Dr. Sönmez tarihi süreçte kurtarıcı bekleme inanışının, Hıristiyan Evanjelistler yanında İslam mezhepleri ve alt grupları, Sufi oluşumlar, çağdaş dinî hareketler ve siyasi İslamcılar arasında farklı şekillerde kendine yer edindiğini ortaya koymuş ve özetle bugüne kadar gelen Mehdi ve Mesih tipolojilerini beş başlık altında incelemiştir.
Kabileci ve Asabiyetçi Mehdi Tipolojisi başlığı altında Haşimiler, Emevîler, Süfyani ve Abbasî Mehdilerini örnek göstermiş, Mitolojik Mehdi Tipolojisi çerçevesinde ise Gulat-ı Şia, İsmaililik, Dürzilik örnekliğinde meseleyi izah etmiştir. Vahdet-i Vücudçu (Sufî) Mehdi Tipolojisinin ise İbni Arabi ile temsil edildiğini dile getiren Sönmez, bu tipolojinin kendinden sonra gelen bütün tasavvuf akımlarını tesiri altına aldığını ileri sürmüştür. Sembolik Mehdi Tipolojisi altında ise Hindistan’da zuhur eden Mirza Gulam Ahmet ve Kadiyanilik ile birlikte ülkemizde Said Nursi ve Nurculuğu ve onların açılımını yapan Fethullah Gülen ve Gülencilik akımını örnek göstermiştir. Islahatçı Mehdi tipolojisi altında ise Afrikadaki Senusilik, Cemalettin Afgani ve Pakistan’da Mevdudi örnekliğini anlatmıştır.
Tarihte hangi tipoloji ile ortaya çıkarsa çıksın bütün Mehdi ve Mesih hareketleri, Müslümanların sorunlarını asla çözememiş aksine problem üzerine problem oluşturarak Müslümanların kan ve gözyaşı dökmelerine sebep olmuşlardır.
Sonuç olarak diyoruz ki; Mesih ve Mehdinin kıyamete yakın yeniden gelmesi meselesi Kur’an ve sahih sünnetten asla referans alamayacak bir meseledir ve asla inanç esası olamaz. Bu İslam kültürüne özellikel Kur’an’ın inzalinden iki asır sonra sokulan bir iddiadır. İslam inancında hidayet kaynağı Kur’an ve akıldır. İnsanlık için en büyük hidayet kaynağı Bakara 2. Ayette belirtildiği gibi Kur’an’dır. Kur’an gibi bir Mehdi ortada iken, tıpkı batılıların Süperman, Batman vb. olağanüstü kurtarıcıları gibi bir süper Mehdi ve Mesih arayan kimse, gündüz güneş varken, gece olduğu vehmine kapılıp mum ışığıyla aydınlanmaya veya yol bulmaya çalışan kimseye benzer.
Mehdi ve Mesih bekleme inancı, bugünkü İslam dünyasında yaşayan şekli ile Yahudilik ve Hristiyanlıktaki Mesih (kurtarıcı) inancının Müslüman kitlelere aktarılmış halinden başka bir şey değildir. Yahudiler, İlyas Peygamberin göğe çıkarıldığına ve kıyamete yakın dünyayı kurtarmak üzere geri geleceğine inanmışlardır. Hristiyanlar ise aynı inancı Hz. İsa’yı göğe çıkararak yaşatmıştır. Bu inanç, İslam akidesi içine de, ne yazık ki, İsa’nın ölmediği ve kıyamete yakın yeniden geri geleceği şeklinde girmiştir. Mehdi inancı gerekeni yapamayan veya yapmayanların avunmasını sağlayan bir ütopya ve inanç bekleme esaslı bir inançtır. Bunun için Mehdi’nin ve Mesihi’ni geleceğini hayal eden kitlelerin kalkınması, ilerlemesi tarih boyunca görüldüğü gibi asla mümkün değildir. Mehdî inancı Aliya İzzet Begoviç’in değimi ile atılım, üretim, gelişim ruhunu felce uğratan büyük bir tembelliğin adıdır. Bu hurafeye destek olarak ortada dolaştırılan “hadis patentli” sözlerin bütünü ise asla Resulullah’a ait değildir ve uydurmadır. Çünkü bunların bazıları Hz. İsa dışında Mehdî olamayacağını söylerken bazıları daha birçok Mehdî tipinten söz etmektedir.
Sonuç olarak meseleye Kur’an vahyi açısından bakarsak, Mehdi’nin ve Mesih’in gelmesi diye bir inancın varlığını kabul etmek, Hz. Muhammed’in son Resul ve Nebi olduğunu inkar anlamına gelir. Kur’an, kişilerin hidayet önderi olma devrini kapatmış, ilkeleri öne geçirmiş ve kaynağın kendisi olduğunu birçok ayetle sabitlemiştir. Kur’an gibi muhteşem bir hidayet rehberi ve o rehberin pratikteki uygulayıcısı Hz. Muhammed (sav) gibi bir Resul ve Nebi gelmişken onları yetersiz görüp Mehdi ve Mesih beklemek itikadi sapmadan başka bir şey değildir.
Selam, hidayet rehberi kur’an’a uyanların üzerine olsun.