Din ile ekonomi arasında ilişki kurmaya çalışanlar, bunu hep faiz ve riba üzerinden yapmaya çalışmışlardır. Faiz yasağı, İslami ekonomi iddialarının biricik dayanak noktası olmuştur.
Lakin bu yasağın neyi kapsayıp neyi kapsamadığı bugün bile tartışma konusudur. Öyle olduğu içindir ki yasak faizin, ne olup olmadığına dair kitaplar yazılmakta, çalışmalar yapılmaktadır.
Mustafa Öztürk ile Hakan Şahin'in birlikte kaleme aldıkları," Riba ve Faiz Nedir, Ne Değildir" isimli çalışma da bunlardan biri. Bu konu o kadar tartışılmış, o kadar konuşulmuştur ki, sonunda ortaya billurlaşmış bir faiz veya riba tanımı değil, karma karışık bir bulamaç çıkmıştır. Onun için kitap da, "eski zaman uleması riba ve faiz meselesini içinden çıkılmaz hale sokmuş" tespiti ile başlıyor.
Faizin ekonomi ile ilişkisi, İslam'ın bu meselede ne dediğinin anlaşılmasını gerekli kılıyor. Zira kalkınmış ekonomilerin büyük çoğunluğu sermaye birikiminin yatırıma dönüşmesi sonucu bugünkü seviyelerine ulaşmışlardır. Bu birikim/sermaye de yatırımcıya -bir bedel- karşılığı verilmiştir. Buna paranın kullanım bedeli demek de, faiz demek de mümkündür.
Faize, dinin ekonomi modelinin ölçütü olarak bakmak bizi farklı noktaya, ahlakla ilişkisi olarak bakmak farklı noktaya götürür. Temel soru, faiz yasağı yeni bir ekonomi modelinin göstergesi midir, yoksa her alanda ahlak arayan, sömürüye karşı çıkan İslam'ın ahlaki tutarlılığının ticari alanda devamı mıdır?
Çalışma, önce bu tespiti yaparak başlıyor; "Riba denen şey " borç ve ödünç işleminde (iktisadi)karşılığı bulunmayan fazlalık" olarak kesin olarak yasaklanmıştır. Bu yasak, ribanın bir fiil/eylem olarak ticari ve iktisadi değil, gayri ahlaki/gayri insani nitelikte olması ve kelimenin tam manasıyla muhtaç/fakir insanları sömürmesi ile alakalıdır." (s.12)
Demek ki, riba yasağının ilişkilendirileceği alan ekonomi alanı değil, ahlak alanıdır.Bu yasak üzerinden ayrı bir ekonomi düzeni çıkarılamaz. Çünkü Hayek'in de isabetle belirttiği gibi, " piyasa düzeni, niyetler ve maksatlar değil, tutumlar ve davranışlar sonucunda kendiliğinden ortaya çıkan doğal bir düzendir."(s.11)
O halde yasak olan riba nedir?
Yazar, M.Öztürk daha kitabın başında sonunda söyleyeceği sözü başından söyler:" Kuran'da yasaklanan riba, günümüzde tefecilik diye bilinen zulüm ve sömürü ile eşdeğer olan ve cahiliye dönemindeki Arap toplumunda da yaygın şekilde uygulanan nesie ribası, yani borç -ödünç işleminde uygulanan vade erteleme ribasıdır.(s.12) Tefeci ribası olarak kodlanan bu ribanın uygulama şekli ise şu şekilde ifade edilmiştir:" riba, bir borcun vadesini belirli bir süre uzatma karşılığında anaparanın birkaç kaç misli katlandığı fahiş fazlalıktır."(s.25) Nitekim, Üsame b. Zeyd, Abdullah b. Abbas, Zübeyr b.Avvam ve Muaviye gibi sahabiler bu kanaatteyken, Ebu Ubade b.Samit, Ebu Hüreyre gibi sahabiler bu yasağı daha geniş yorumlamışlardır.
Kitapta faiz ile ribayı birbirinden ayırarak yapılan değerlendirmelere de yer verilmiştir. Bunlardan biri de önemli din alimlerinden Süleyman Uludağ'ın değerlendirmesidir. Uludağ, faiz ve riba ayrımından hareketle," cahiliye ribası diye isimlendirilen tefecilik ve fahiş ribanın haram olduğunu, buna karşın riba ile aynı anlamı içermeyen, özellikle ihtiyaç ve zaruret hallerinde meşru görülen,devletin denetiminde işleyen ve geçmiş asırlarda birçok fıkıh alimi ve şeyhülislam tarafından caiz olduğu yönünde fetva verilen faizlerin mübah olduğu" kanaatindedir.
Peki, enflasyonist ekonomilerde, bankalardan mevduat karşılığı alınan veya kredi karşılığı ödenen faizler hangi kategoride değerlendirilecektir. Yazarlara göre, "modern bankacılık sistemindeki mevduat ve kredi faizlerinin Kuran'daki kesin riba yasağı ile alakası yoktur. Böyle bir değerlendirme anakronizm, tutarsızlık ve Kuran'a karşı apaçık bir haksızlıktır." Zira aslolan paranın kıymetidir. Enflasyonist ortamlarda parasını bankaya yatırarak faiz alan, aslında kısmen parasının değerini korumakta, kredi veren de hem parasının değerini korumakta hem de bir kullanım bedeli almaktadır. Hanefi fakihlerinin çoğu paranın kabz(teslim) günündeki kıymetinin verilmesi gerektiği kanaatindedir.(s.88)
Çalışmada Osmanlı döneminden de örnekler verilmiştir. Çeşitli tarihlerde yayınlanan Murabaha Nizamnameleri ile faiz hadleri yüzde 8 ile 12 arasında sınırlandırılmıştır. Hadleri belirleyen dini hükmüler değil ekonominin içinde bulunduğu şartlar olmuştur.Mansurizade gibi alimler de "faizi paranın kirası olarak değerlendirerek haram kapsamı dışında tutmuşlardır.(s.102)
Kitabın Hakan Şahin tarafından hazırlanan ikinci bölümünde ise İslam dünyasında faize bakışın değişmesi ve nedenleri incelenmiştir. Şahin de tıpkı Öztürk gibi dönemin örfüne göre yasaklanan faizin başta ribalandırılan borçların geri ödenmediğinde borçluyu alacaklısının hizmetine sokarak köleleştiren tefeci faizi olduğunu söyler.(s.149) Riba yasağında esas amaç köleleştirmeye engel olmaktır.(s.151) Devletten alınan kredilere ilişkin sınırları belli faiz yasak kapsamında değildir. Çünkü Hz. Peygamber bir defasında devlet hazinesinden bir deveye karşılık iki deve vermek kaydıyla(faizli) borç almıştır.(s.151-152)
Bizdeki faiz tartışmalarının benzeri Batı dünyasında da olmuştur. Ekonomik gelişmeler toprak ve emekte proje karına bağlı olmayan peşin ve sabit getiriyi(yani toprağın kirası ve işçinin maaşını) caiz gören din ulemasını, benzer bir durumun sermayede niçin olmadığı sorusuyla karşı karşıya bırakmış netice olarak sermaye sahibinin de sabit getiri elde etmesini makul bulan ve bunu dinin yasakladığı faizden ayrıştıran görüşler yaygınlık kazanmıştır.(s.171)
Sermayenin üretim faktörlerine eklenmesi ile birlikte , yatırımcıya sermaye temin edenlerin kazancı faiz olarak nitelendirilmiştir. Halbuki bunun emek, toprak ve yatırımcının getirisi ile bir farkı yoktur.(s.172). Nitekim Zübeyr b.Avvam döneminde insanlardan sermaye toplayarak ticaret yapmış, mevduat sahiplerine hatırı sayılır bir kar dağıtmıştır.(s.62) Şahin'e göre, dünya tarihinde faizli işlemlerin bulunmadığı bir yer ve zaman olmamıştır.(s.172) Zira faizsiz bir dünya ancak, üç hatalı varsayımla mümkündür: birincisi, ekonominin kapalı bir sistem olduğunun varsayımı, ikincisi para arzının sabit olduğu varsayımı, üçüncüsü ise mal ve hizmetlerin toplam miktarının sabit olduğunun varsayımıdır.(s.189) Halbuki ne ekonomi kapalı bir sistemdir ne de para arzı ve mal ve hizmetler sabittir.
Yazarlar sonuç olarak, İslam'ın yasakladığı faizin vade sonunda kat kat artırılan tefeci faizi olduğunu, İslam dünyasındaki kafa karışıklığının, Kuran'ı bilimsel bir metin olarak okumaktan kaynaklandığını ifade ederler. Oysa bilim beşeri bir faaliyettir.Kuran ise bilimsel değil, ilahi bir metindir. Bu sebeple de ele aldığı konuların ahlaki boyutuna odaklanmaktadır.(190)
Faizle ilgili farklı görüşler arasında önemli çıkarımlar yapan, içtihat farklılıkları arasında anlaşılmaz hale geldiği için neredeyse her ticari ilişkiye bulaştırılan, geniş yorumlamalarla ekonominin freni haline getirilen faiz meselesine açıklık getirmeye çalışan bu önemli çalışma, güncelle ilişkisi de dikkate alınarak mutlaka okunmalıdır.
Not.Bütün okuyucularımın mübarek Kurban Bayramını kutlar, daha iyi şartlarda sağlıklı, mutlu, huzurlu nice bayramlar dilerim.