Penisilinin bulunmasıyla beraber ezeli düşmanımız mikroplarla mücadelemizi kazandığımıza o kadar emin olduk ve antibiyotiklere o kadar güvendik ki en ufak şikâyetlerimizde bile antibiyotiklere başvurduk.
Galiba grip olacağız iyisi mi antibiyotik alalım... Bu doktorda hiç antibiyotik yazmıyor... Bari bir antibiyotik yazsaydın…
Halbu ki, Erişkinlerde üst solunum yolu enfeksiyonlarının % 90'nı, çocuklarda ise % 70'i virüslerden kaynaklanmaktadır. Yani antibiyotiklerin etkisiz olduğu enfeksiyonlardır.
Gerek halkımızın talebi, gerek doktorların alışkanlıkları sayesinde el birliğiyle ülkemizi gereksiz antibiyotik kullanımında dünya lideri yaptık.
Zamanla mikroplarda antibiyotik direnci gelişti ve mikroplar direnç genlerini diğer arkadaşlarıyla paylaştı.
Antibiyotik direnci o kadar yaygınlaştı ki, hastane ve yoğun bakımlarda antibiyotiğe dirençli mikroplar başlıca ölüm sebebi oldu. Öldürülemeyen mikroplar türedi.
Yanlış antibiyotik kullanımıyla mikropları öldürmüyor, adeta besliyoruz.
Bu çaresizlik içinde vücudun doğal savunma sisteminin en önemli bireyleri dost mikropları ve onlara ne kadar büyük kötülük yaptığımızı hatırladık.
Son 20 yıldır gen çalışmalarıyla bağırsaklarımızda tam anlamıyla binlerce çeşit bakteriden oluşan bir orman olduğunu, bakteri çeşitliliği ne kadar zenginse o kadar sağlıklı olduğumuzu öğrendik. Meğer her bir hücremize karşılık vücudumuzda 10 bakteri (Yaklaşık 100 Trilyon) bulunuyor ve bizler yarı bakteri yarı insan varlıklarmışız...
Sağlıklı bakteri florasının vücut savunma sistemi, obezite, depresyon, allerjik ve metabolik hastalıklar olmak üzerine birçok hastalıkta belirleyici ve son derece etkili olduğunu öğrendik. Hoyratça antibiyotik kullanmanın, gereksiz sezeryanın, fast-food gibi sağlıksız beslenmenin, alkol tüketiminin ve hatta yaşlanmanın mikrop sağlığı ve çeşitliliğini bozarak bizi daha depresif ve sağlıksız yaptığın, dengeli ve sağlıklı beslenmenin mikroplarımızın sağlığı üzerine etkisini öğrendik. Şimdilerde sağlıklı bağırsak florasını tekrar oluşturabilmek için yeni yollar arıyoruz. Çaresizlikle bakteri yiyen virüslere ve dost bakterilere sarıldık. Sezeryanla doğan çocukların ağzına, burnuna bağırsaklarında hastane florası olmasın diye annelerinin vajen sıvısını sürüyoruz. Özellikle kolitli ve kronik ishalli hastalarda ümit vaat eden bir tedavi gibi görülmekte. Antibiyotik dirençli Klostridium bakterilerine bağlı kolitterde sağlıklı bireylerden alınarak hastanın kolonuna yerleştirilen dışkının yüzde 80 oranında etkili olduğu gösterilmiş.
Corona virüs salgını dünyayı kasıp kavurduğu gönlerde Virüslere karşı korunmak için inek dışkısında banyo yapan Hintlileri tiksinti ve hayretlerle seyrettik. Meğer geleneksel tıp bakterileri binlerce yıldır kullanıyormuş. Veterinerler yüzlerce yıldır hasta hayvanlara dışkı yediriyormuş. Çinlilerin insan dışkısı içeren meşhur sarı çorbası midesi kaldıranlar için asırlarca şifa kaynağı olarak içilmiş. Gelecekte birçok hastalık için bağırsakta açılacak dışkı tabletlerini yoğun olarak kullanabiliriz. Dışkı deyip geçmeyin.
Dışkının da kalitelisi gerekiyor. Hatta yapılan bir çalışmada şişman kişilerden alınan dışkının fareleri şişmanlattığı, zayıf kişilerden alınan dışkılarla farelerin zayıf kaldığı görülmüş.
Yakın gelecekte eczane raflarında dışkı kapsülleri yerini alabilir. Ama öyle sıradan dışkılar değil... Kaliteli dışkı.
Sonuç olarak leblebi fındık gibi antibiyotikleri yuttuk. O p.k. yedik... Hiç kusura bakmayın bu p.k. da yiyeceğiz.
Ağız tadında bir bayram dilerim...