Her yıl 4 Mayıs’ta Fikri Sönmez’in ölüm yıl dönümü nedeniyle "Ben ne yaptıysam halkım için halkımla birlikte yaptım" sözleriyle başlayan güzellemeler eşliğinde sözüm ona geçmiş güzel günlere duyulan özlemi anlatan sayısız mesajlar girer sosyal medya dolaşımına. Ülkedeki komünist ideolojiye gönül vermiş insanların adeta asrı-saadetidir 12 Eylül öncesi Fatsa.
‘’Tüm zamanların en iyisiydi, belki de en kötüsü de... Bilgeliğin çağıydı. Aptallığın çağıydı, inançların dönemiydi, inançsızlığın da. Mevsim aydınlığın mevsimiydi, belki de karanlığın... Umut'un baharını, umutsuzluğun kışını yaşıyordu. Her şey geleceğindi. Gelecek hiçlikti aslında. Hepimiz cennete gidiyorduk; ya da tersine, cehenneme…”
Bu cümlelerle başlar Charles Dickens'ın tüm zamanların en meşhur edebiyat eserleri arasında sayılan ‘’İki Şehrin Hikâyesi’’ isimli romanı.
Hangi ideolojik gözlükle baktığına göre değişiyor her şey. Kimileri için en güzel çağlar kimileri için tam bir kâbus olabiliyor. Şimdi de öyle değil mi?
Fikri Sönmez’in aynı zamanda kuzeni olan Ahmet Becioğlu’nun ‘’Bilinmeyen Yönleriyle Fikri Sönmez’’ isimli kitabında Fikri Sönmez ilkokuldan sonra terzi çırağı olarak hayata atılan, paraya önem vermediği için ticari başarısızlıklar yaşayan, bir ara kahvehane işleten ve Fatsa’ya ilk okey oyununu getiren sahildeki küçük terzihanesinde işinde gücünde her türlü ideolojik aşırılıktan ve kanunsuz işlerden uzak bir kişilik olarak anlatılmış. O yıllarda Fatsa'da devlet otoritesini ortadan kaldıran yapılan tüm aşırılıklar (halk mahkemeleri, karayolunu kesip polis, asker kaçırma, haraç toplama, yargısız infazlar vs.) görmezden geliniyor hiç anlatılmıyor kitapta.
12 Eylül öncesi dönemi iç savaş yaşayan ülkelerde görmeye alışık olduğumuz şehir içinde barikatlar, evimize komşu binanın üzerine kurulmuş makinalı tüfekli gözleme noktası, duvarlardaki orak çekiçli yazılarla hayal meyal hatırlıyorum. Olayların şahitlerinin birçoğu hala hayattayken ve bazılarının acıları hala canlıyken kamuoyunun bilmediği eksik veya yanlı değerlendirdiği bazı konulara burada bahsetmek istiyorum.
Ayakların baş, başların ayak olduğu, az bilen, çok inanan tehlikeli insanların yarım yamalak devrim ideolojisiyle güç ve saygı gördüğü, devletin ortalıkta görülmediği farklı ses ve fikirlere hoşgörü gösterilmeyen ve hayat hakkı tanınmayan çok acı günlerdi.
Küçük bir çocukken sokakta olası bir sorguda ailemizi zor durumda bırakmamak için “Ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu” nakaratının ezberletildiğini hatırlıyorum. Birde sıklıkla fındıklıklardan gelen silah seslerinin büyüklerde oluşturduğu korku ve tedirginlik atmosferini, akşam olunca karanlığa gömülen ıssız sokakları ve şehir içindeki barikatları…
Kısa bir dönem belediye başkanlığı yapmış ilkokul mezunu terzi Fikri de o devrin şüphesiz en tartışmalı kişiliklerinden biriydi.
Etkileyici ve karizmatik, kendini yetiştirmiş birisi olduğunu söyleyen insanlar olduğu gibi aynı ideolojiyi paylaşmış ve kendisini tanıma fırsatı bulmuş bir akrabamdan da ideolojik derinliği olmayan klişeleşmiş cümleler kullanan birisi olduğuna dair cümleler duymuştum
Aslında o dönemi ve aktörlerini tartışmak için şüphesiz bu köşe oldukça yetersiz kalacaktır. Zaten öyle de bir niyetim yok. Sadece dönemin şahitleri aramızdayken birinci ağızdan duyduğum birkaç anıyla ileride olacak tartışmalara ışık tutmak istiyorum.
Fikri Sönmez’in sahildeki o küçük terzihane dükkânı annemin rahmetli halasına aitti. Kiracı, mal sahibi huzursuzluğundan dolayı kocası yıllar önce ölen halam terzi Fikri’den dükkânı boşaltmasını ister. Dükkânda tamirat yapıldığını görünce Fikri Efendi sana dükkânı boşalt demedim mi diye çıkışır.
Terzi Fikri; Ne dükkânı boşaltması ben daha senin elinden diğer daireleri alacağım, hem bir daha ki sefere benimle konuşmaya sen gelme oğlanları gönder diyerek zavallı dul kadını üstü kapalı olarak oğullarıyla tehdit eder. Zaten yanında bir süre çıraklık yapmış olan oğlunu da bizzat tehdit edip ‘’söyle annene eğer mahkemeden tebligat gelirse Kuran okumaya başlasın der’’
Çok sonra, "Abi beni gerçekten öldürtür müydün?" diye soran eski çırağına bu işlerde abilik falan olmaz der. Kira öder miydi? İlk zamanlar evet. Sonra güldürmeyin insanı. Darbe sonrası hapisteyken bile dükkânı boşaltma cesareti gösteremeyip bir akrabasına para vererek anahtarları ancak alabildiler.
Hâlbuki genel olarak muhafazakâr sağ kimlikleriyle bilinen sülalemizin büyükleriyle saygılı bir ilişki içinde olduğunu, Adalet Partili Bolaman Belediye Başkanı rahmetli dedeme saygıda kusur etmediğini, bir akrabası devrimciler tarafından dayak yediği için yakasına yapışabilen rahmetli Mazhar amcama bu işlerin kendisiyle alakasının olmadığını kontrolün kendinden çıktığını söylediğini de biliyorum. Ama o terzi dükkânında sadece mal sahibi değil, ergenlik çağlarında çocukların bile faşist olmakla suçlanıp kendisi tarafından sorgulanarak tehdit edildiğini olayın bizzat mağdurundan işittim.
Devam edeceğim