Türkiye ne yazık ki, diplomasi dilini kullanamıyor. İşi; iç siyasete dönük, tribünlere oynama hastalığı gördüğü için, çok zor günlerden geçmekte.
İçte ekonomik verimsizlik, yolsuzluk, rüşvet ve yurt dışına dolar transferleri iddialarıyla çalkalanmakta.
Dışta ise huzursuz bir Güneydoğumuz, başımızı ağrıtmakta. Esad ve Merkezi Irak hükümeti inadımız, bizi oldukça sıkıntıya sokmakta.
Her türlü ikaz ve “Eyyyy! Heyyyy!” efelenmemize karşın Sam Amca PYD’yi silahlandırmakta, bizim endişe ve ikazlarımızı görmezden ve duymazdan gelmekte.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir zamanlar ölçüsüzce söylediğimiz kimi sözler de bir bir önümüze konmakta ve “ne olacak? Diye sorulmakta.
Ege’de Lozan, Möntrö ve Uluslarası sözleşmeler aykırı olarak, ne Yunanistan’a ne de Türkiye’ye ait olmayan,18 menşei belirsiz adaya Yunanistan’ın el koyması ve silahlandırması da cabası oldu. İş bununla da kalmayarak: Yunan savunma bakanı, Türkiye ye dönüp: “Adalar benim "gel de al!" diyor, bize durduk yerde amiyane tabirle posta koyuyor. Hükümet İranlı Zarrap için verdiği iki NOTA’yı Yunanistan’a vermeyi bırakın, kılını bile kıpırdatmıyor.
Ana muhalefet partimiz, Atatürk’ün boğaza demir atan İngiliz savaş gemileri için: “Geldikleri gibi gidecekler” sözünden ilhamla: “Geldikleri gibi giderler.” Diyor, tepki koyuyor.
Yeni muhalefetten Ali TÜRKŞEN Paşa "Sık dişini Kammenos az kaldı!" diye İYİ Partinin tavrını koyuyor.
Bu sıkıntılar da yetmezmiş gibi, BAE Dışişleri bakanı, Sn. Erdoğan’ın şahsını hedef alarak, açlıklarını çekirge yiyerek susuzluklarını da deve sidiği içerek giderdikleri söylenen Medine fatihi Fahrettin Paşa’ya ithafen hem de bir İttihatçı subayı kastederek: “Deden emanetlerimizi çaldı” imasıyla şanlı ceddimizi HIRSIZ yerine koydu.
Sn. Erdoğan bu hadsiz ve densize ağzının payını: “Benim ceddim orada savaşırken senin ceddin neredeydi?” dedi ve ekledi “İstanbul’a getirilmeyip de İngilizlere mi bırakılsaydı?” Diye tarihi bir cevap verdi. Sn. Erdoğan’ı bu cevabı için tebrik ediyorum.
Sevgili okurlarım! Bu tarihi cevaplar bir kez daha gösterdi ki; Türk ulusu bir kere daha yaşayarak “Türk Milliyetçiliğinin Şahlanışına” şahit oldu.
Onun için devlet adamları az konuşmalı. Devlet adamları için, “Bak ne güzel konuşuyor” söyleminden önce: “O söylerse yapar” kanaati önemlidir.
Son olaylar bir kez daha gösterdi ki:”Türk Milliyetçiliği” isteseniz bile ayaklarınızın altına alacağınız bir fikir sistemi değil; en zor anlarınızda güvenle tutunacağınız son dalınızmış.
BAE’nin hadsiz bakanına bir cevap da bizden olsun. Be hey kuş beyinli, basiretsiz kişilik, ne olsaydı yani, o emanetler Türkiye’ye getirilmeyip, orada bırakılsaydı da; İngilizlerin eline mi teslim edilseydi.
Türkiye o emanetleri, iki cihan Peygamberi Hz. Muhammed’in kutsal emaneti bilip gözü gibi bakmakta ve namusu gibi korumaktadır.
2. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul tehdit altında görülerek bu emanetler, gizlice Niğde’ye taşınmış ve orada camilerde saklanmıştır. Bu işi yapan rahmeti İNÖNÜ’dür. Kutsal emanetlerin emanet edildiği bu camiler kilitlenerek başlarına jandarmalar konuşlandırılmıştır.
Hatta bu kilitli camilerin durumu, daha sonra, “İnönü camileri kilitletti” diyerek iç siyasete malzeme bile yapılmıştır. Bu emanetler, olduğu gibi Topkapı Müzesinde insanlığın hizmetine sunulmaktadır. İngilizler yağmalasa daha mı iyi idi?
Son söz; Türkler emanetler iyi bakarlar, onu namus bilirler. Türklerin namus anlayışını da bilen bilir: bilmeyen de kendi bilir.
Son söz: “Türk milliyetçiliği” ayaklar altına alınacak bir sistem asla değildir. Aksine zor zamanlarda güvenle ve gururla tutunulacak son daldır.
Bu böyle biline!..
NOT: Bir zamanlar Fransa’da güreş tutan Adali Halil Pehlivan Araplar için: Arap’tan pehlivan olmaz. Olsa olsa Osmanlı sarayına harem ağası olur.” demiştir.