Sivas kongresi 4.11.1919 tarihinde Mustafa Kemal’in başkanlığında 38 delegenin katılımı ile yapıldı.
19 Mayıs Samsun’a çıkış 22 Haziran Amasya Genelgesi 23 Temmuz - 7 Ağustos Erzurum kongresi ve Sivas kongresinin kararının alınması, Elazığ valisi Galip Paşaya Mustafa Kemal’in tutuklanmasının emrinin verilmesi ve Fransızların Sivas’ta kongre yapılması halinde Sivas’ın işgal edileceğinin bildirilmesi…
Her şeye rağmen 38 vatansever 4 Eylülde Sivas’ta toplandı ve şu kararları aldı “Ulusal sınırlar içinde vatan toprağı bir bütündür birbirinden ayrılamaz, her türlü işgal ve müdahaleye karşı ulus birlik olarak kendisini savulacak ve karşı koyacaktır, ulusal güçleri etken; ulusal istenci egemen kılmak temeldir, manda ve himaye benimsenemez, Hristiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez, yurdumuzu bölüp parçalamak isteyen zararlı derneklerin eylemlerine izin verilmeyecektir.”
Sivas kongresinin özeti bu.
Sivas kongresinin siyasi sonuçları Anadolu’nun birçok yerinde yerel olarak kurulan Kuvva-i Milliye örgütlerinin ”heyeti temsiliye” adı ile tek çatı altında toplanması ve Anadolu’da milli mücadelenin topyekûn yapılması ve mücadelenin merkezinin Ankara olmasıdır.
Sonuçlarını analiz ettiğimizde milli mücadelenin esas başlangıcının Sivas kongresi olduğu görülür.
Cumhuriyetin kurucu unsuru olan Cumhuriyet Halk Partisinin temelinin de Sivas kongresinde atıldığı kabul edilebilir bir vakadır.
Sivas kongresine katılan 38 delegenin 25’inin kongreye “Mandacılık” fikri ile geldikleri fakat Mustafa Kemal ve birkaç arkadaşının milli duruşu karşısında kongre sonucunun tam bağımsızlık istenci ile sonuçlandığı da çeşitli kaynaklarca doğrulanır.
Buradan anlaşılıyor ve biliniyor ki CHP’nin temelinde “Tam bağımsızlık” harcı vardır.
Atatürk zamanı tam bağımsızlık ve çağı yakalama çabaları ile geçmiş iken ilk kırılma ikinci dünya savaşı sonrası topraklarımıza olan Sovyet tehditine karşı ülkemizin 1945’de ikili anlaşmalarla ABD eksenine girmesi ile oldu.
İnönü nün Türkiye’yi oltadaki balığa benzeten anlaşmaları imzalaması ABD’ye yetmedi, ülkemizi ABD eyaletlerine dönüştüren iktidarların topluma kabul ettirilmesi ile yıllar devam etti.
Bağımsızlık ruhu CHP’nin genlerinde olduğundan zaman zaman milli duruşlar gösterebilen Bülent Ecevit, Deniz Baykal gibi yöneticileri de içinden çıkarabilmiştir.
CHP’nin son milli duruşu olan yöneticisi bir FETÖ ( CİA ) kaset darbesi ile görevinden uzaklaştırıldı ve CHP’de dış güçlerle bağlantılı işgal 2010 yılında başladı halen de sürüyor.
CHP’de işgalin sürdüğünü çok yeni olarak genel başkan baş danışmanı Ünal Çeviköz’ün ABD başkanından ülkemizin yönetimi için yardım dilenmesi olarak görüyoruz.
ABD başkanını daha seçilmeden kutlayan ilk muhalefet liderinin de Kemal Kılıçtaroğlu olduğu da tabii gözlerden kaçmaması gerekir.
CHP 10 yıldır 180 derece eksen kayması yaşıyor.
CHP’nin ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk, PKK avukatlığını da yapan Sezgin Tanrıkulu’nu genel başkan yardımcısı yapar mıydı?
ABD mandasını isteyen Ünal Çeviköz gibi birini kendisine başdanışman yapar mıydı?
Canan Kaftancıoğlu gibi bölücülerle hemhal birini İstanbul il başkanı yapar mıydı hiç?
Atatürk’ün FETÖ’cü bir danışmanı olabileceğini düşünebilir miyiz?
Atatürk yaşasaydı terörist Selahattin Demirtaş’a, Nazlı Ilıcak’a, Mehmet ve Ahmet Altan kardeşlere sahip çıkar mıydı?
Tabi ki hayır?
CHP üyeleri ve CHP’ye rey veren insan kitlesi vatansever ve milliyetçidir, tam bağımsızlıkçıdır asla ve asla mandacılığı kabul etmez.
CHP’de tabanla tavan arasında ciddi bir tezatlık var.
CHP’de tabanla tavan aynı tencereye girmiyor.
Sonuçları mutlaka olacak, yaşanacak.