Türkçe ezan tartışması olur da motorları mâviliklere sürenler kusur kalır mı?
Eskiden Türkle ilgili her şeyi faşizm olarak görürlerdi. Her yol Rusya’ya çıkardı. Şimdi hem Atatürkçü oldular hem Türkçü. Komünizm kelimesini zikretmeden ince ince Türkçülük yapıyorlar. Hangi Türkçülük peki? İslâm dışı olanı. Satır aralarında Türk-İslâm sentezini hafife almalar falan var. Maalesef ki kendisini Türkçü zanneden bâzı milliyetçiler de bunların değirmenine su taşıyor.
Sözcü yazarı Soner Yalçın, iki gün evvel ortaya öyle bir fitne attı ki târihçilerin ve dilcilerin ayağa kalkmasını bekledim. Nâfile beklemişim. Ya ciddiye almadılar veya haberleri olmadı.
Bilim adamlarının ciddiye almadığı bu yazılarda öyle cümleler var ki ben, bunları, “satır aralarında pimi çekilmiş bomba” olarak târif ediyorum. Subniminal mesaj gibi. Kelime oyunlarıyla yanlış ve çok sakat bilgiler veriliyor.
Yalçın’ın yazısına bir tepki gelmemesi bir yana, bugün Odatv’de “Türkçe ezan tartışmasına nokta koyacak yazı” diye bu fitne devâm ettirildi. Soner Yalçın’ın hepimizi aptal yerine koyarak kelime oyunlarıyla yaptığı fitneye, ilâhiyatçı Cemil Kılıç, nokta koydu.
Herhangi bir tartışmaya, uyduruk bilgiyle nokta koyulduğu nerede görülmüş?
Bu memlekette ortaokula giden her vatandaş, Dîvân-ı Lügati’t-Türk’ün niçin yazıldığını bilir. Türkçe’nin zengin bir dil olduğunu, Arapça’ya karşı üstünlüğünü savunmak için.
Soner Yalçın’a göre, Kaşgarlı Mahmud, bu sözlüğü, ibadetin Türkçe yapılması için yazmış. Şöyle ki;
Karahanlılar döneminde ibâdet dili Türkçe mi Arapça mı olsun diye bir tartışma çıkmış. Bu sebeple Kaşgarlı Mahmud, Dîvân-ı Lügati’t-Türk’ü kaleme almış.
Ben, Karahanlılarda böyle bir ezan tartışması duymadım, bilmiyorum. Yalçın, bu tartışmanın kaynağını açıklamalıdır. Varsa biz de bilelim. Yok uydurduysa uydurma sebebini bilelim.
Devâm ediyor Sözcü yazarı ve Türkçe ezan için, İmâm-ı A’zam’ın “namazın Farsça kılınabileceği” hükmünü mesned gösteriyor. Konuyla ilgili akademik bir makâle var. Hidâyet Aydar’ın “Türklerde Anadilde İbâdet Meselesi”. Muhtemelen Soner Yalçın da bu makâleden faydalandı.
“Türklerde Anadilde İbâdet Meselesi” makâlesinde İmâm-ı A’zam bahsi şöyle:
“Hanefî mezhebinin kurucusu ve imamı olan Ebû Hanîfe Nu'man b. Sabit (v. 150/767), Farsça ile namaz kılmanın caiz olduğunu söylemiştir. Öğrencisi Muhammed eş-Şeybânî'nin (v. 189/804) verdiği bilgiye göre Ebû Hanîfe, “Şayet biri namazına Farsça tekbir getirerek başlasa ve onda Farsça okusa, bu kişi Arapçayı iyi biliyorsa da namazı caizdir.’ demiştir.
Bundan, Ebû Hanîfe'nin herhangi bir şart ileri sürmeksizin Farsça ile kılınan namazı caiz gördüğü anlaşılmaktadır. Ebû Hanîfe'nin bir ihtiyaç üzerine böyle bir fetva vermiş olabileceğine işaret eden Muhammed Ebû Zehre, bu konuda şöyle demektedir:
‘Şüphesiz ki Ebû Hanîfe, ilk dönemlerde bazı İranlıların İslam'a girdiğini, Arapça öğrenmeye çalıştıklarını, fakat dillerinin bir türlü Arapça ayetleri hatasız, doğru bir şekilde okumaya alışmadığını fark etmiş ve bunlar için Fatiha'nın manalarını kendi dilleriyle okuyarak namaz kılmalarını caiz görmüştür... Ebû Hanîfe'nin bu görüşüne karşılık, öğrencileri Muhammed ile Ebû Yûsuf (v. 182/798), sadece acz halinde Farsça ile namazın caiz olabileceğini söylemişlerdir. Şayet kişi Arapça ile okumaktan aciz ise Farsça kılabilir. Fakat Arapça aslı ile sureleri okumaya kadir ise o zaman Farsça ile kılması caiz olmaz.”
Demek ki neymiş? İlk asırlarda topluluklar hâlinde İslâm’a giren milletlerin namaz sûrelerini ezberlemekte zorlanması; namazın ise farz olması sebebiyle ihtiyaca binâen verilmiş bir fetvâ.
Cemil Kılıç, bu fetvâdan yola çıkarak çok daha büyük bir fitne yapmış. Lütfen dikkatli okuyun:
“Başta İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin anadilde ibadet fetvası düşünüldüğünde ezan için de benzer bir görüşte olabileceğini tahmin etmek olasıdır. Nitekim İmamı Azam Ebu Hanife, ezanın Arapça dışında bir dilde de okunabileceği yönünde açıkça fetva vermiştir. O özetle şöyle demiştir: ‘Ezan Farsça da okunabilir. Yeter ki ezan olduğu bilinsin. Eğer ezan olduğu bilinmezse okunması caiz değildir.’ (Prof. Dr. Hidayet Aydar, Balıkesir Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ezanın Tarihi ve Başka Dillerde Okunması Meselesi, Haziran 2016)”
2006 târihli makâleyi tekrar tekrar okudum ama 2016 târihli makâleye ulaşamadım. Ne yazıyor bilmiyorum ama yukarıdaki ifâdelerden de anlaşılacağına göre Kılıç, bir tahminde bulunuyor ve bu tahminine kaynak olarak Hidâyet Aydar’ı veriyor. Oysa Aydar, 2006 târihli makâlesinde başka dilde ezandan hiç bahsetmemiş.
“Eğer İmâm-ı A’zam anadilde ibâdet fetvâsı vermişse ezan fetvâsı da vermiştir.” diye bir şey olmaz. Bilim tahminle yapılmaz.
(Matbaada basılan ilk eser olan Vankulu Lügati’nin Arapça olması bahsine hiç girmiyorum. Matbaada basılan ilk eserin Türkçe’ye çevrilmiş olduğunu bilmemek nasıl bir cehâletse artık!)
Soner Yalçın, “Osmanlı’da Türkçe ezan” konusunda Ali Suâvî’yi örnek vermiş. Yat kalk emperyalizme karşı ol; ama işine gelince İngilizlerin Truva atı Ali Suâvî’yi referans göster. Aferin!
Ezâna, “Ezân-ı Muhammedî” denmesine de karşı çıkan Cemil Kılıç, yazısını dehşet bir cümleyle bitirmiş:
“Ezan, siyasî bir tartışma konusu olmaktan çıkarılmalı ve iş erbabına yani bize; din bilginlerine bırakılmalıdır. Kim ne derse desin talep edenler için Türkçe ezan; su gibi, ekmek gibi, ana sütü gibi bir haktır. Türk milleti, bu hakkı er ya da geç elde edecektir.”
Tahmînî ve uydurma bilgi veren bir ilâhiyatçıdan din bilgini olup olmayacağını bilemem. Bu memlekette her şey olunuyor zîrâ.
Ezân-ı Muhammedî, su gibi ekmek gibi ana sütü gibi bir haktır. Türk Milleti, kânun gücüyle, zorbaklıkla okutulan Türkçe ezana, asla itibar etmedi. Ezan aslına uygun okunduğunda ise üzüntüden değil, sevinçten ağladı.
Bu millet, Ezân-Muhammedî’yi Habeşli Bilâl’in okuduğu gibi öğrendi ve sevdi. Nokta!