Ülkemizdeki politik arenada dürüst siyaset bir türlü hakim olamadığı için “bel altı” politikalar her zaman geçerliliğini korumuş ve özellikle seçim dönemlerinde kirli ilişkiler, oyunlar sergilenmiştir.
Partilerin siyasi geçmişlerine baktığımızda bu türden çok olaylara rastlarız. Özellikle demokratik yollarla iktidar sahibi olamayan sol zihniyetin sık sık bu türden oyunlara ve provokasyonlara başvurduğunu görüyoruz. Bu tür bel altı politikaların en meşhurlarını 1950-1960 yılları arasında örüyoruz. Demokratik yollarla iktidarı kaybeden CHP’liler Menderes’i iktidardan düşürmek için yapmadıkları çirkeflik kalmamış, Başbakan’ın değişik kadınlarla ilişkisi olduğu iddiaları sık sık medyanın gündemine getirilmiştir.
1980 öncesinde de CHP’nin başında olan Ecevit, demokratik yollarla iktidara gelemeyeceğini anlayınca “Güneş Motel” denen otelde 11 vekili ayartarak onlara bakanlık vermiş ve iktidarı gayri meşru yolla elde etmiştir.
CHP’deki bel altı politika her zaman ve zeminde önemini korumuştur.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da, FETÖ’cülerin kurdukları bir kaset kumpasıyla kendi partisinden bir kadın vekille seks görüntüleri yayınlanmış ve Baykal genel başkanlıktan istifa etmek durumunda kalmıştır. Baykal’ın bir kaset skandalı ile istifa etmesinin ardından kasetleri tezgâhlayanlar Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye genel Başkan yapılmasının yolunu da hazırlamış ve sonunda gayelerine erişmişlerdir.
Kasetle genel başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başında olduğu dönemlerde partisinde çok ciddi bel altı işler dönmüş ve birçok taciz ve tecavüz olayları yaşanmıştır. CHP parti olarak bu tür oyunlara her zaman teşne olduğu için gereken tedbirleri almamış ve bugün de yine bir kaset iddiası ile gündemdeki yerini almıştır.
Bizzat Kılıçdaroğlu katıldığı bir televizyon programında kendisi için bir kaset hazırlandığını ve kendi sesi ve görüntüsü taklit edilerek piyasaya sürüleceğini şu sözlerle iddia etmiştir. “Bunlar, ses ve görüntüleri değiştirerek olumsuz propaganda yapabilirler. Benim bir konuşmamı veya bir görüntümü alarak bir şekliyle karalamak istiyorlar. Bu bilgi geldiğinde biz, önce bu bilgiyi araştırdık. Bu bilgi doğru. Yurt dışından ciddi bazı hackerlerle sözleşme yapıldı ve onlara Bitcoin üzerinden ödeme yapıldığı yönünde de bilgiler geldi.”
Bunu açıklarken bir yandan da 17/25 Aralık 2013 tarihinde FETÖ’cüler tarafından Erdoğan hakkında montajlanarak piyasaya sürülen tapelerin (ses kayıtlarının) uydurma ve montaj olduğunu ağzından kaçırdı. Yani 17/25 Aralık’ta işadamları üzerinden Erdoğan’a yapılanların bir tezgâh olduğunu ve montajlanarak yapıldığını itiraf etti.
Bu aslında belki de son yıllarda yapılan en önemli itiraflardan biriydi. Çünkü bizzat Kılıçdaroğlu bugün montaj ve sahte dediği tapeleri aylarca ve hatta yıllarca gündeme getirerek Erdoğan’a saldırmıştır. Şimdilerde kendinin bir kasetinin çıkacağı iddiası üzerine yaptığı bu itirafın maksadı nedir? Niye sahte olduğunu bilmesine rağmen yıllarca bu yalana ortak oldu da şimdi sahte olduğunu itiraf ediyor? Acaba kendi hakkında yayınlanacak kasetin gerçek olduğunu bildiği için şimdiden ön mü alıyor? Yani kaset piyasaya çıkarsa ‘Ben demiştim böyle montaj ses kasetleri çıkarılacağını.. Bunları yapan programlar var. 17/25 Aralık döneminde de Başbakan’a yapılmıştı.’ Gerekçesinin arkasına mı sığınacak?
CHP Genel Başkanı ve Millet ittifakının Cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu itirafı karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı olarak şunları söyleme gereği duydu:
“Bay Bay Kemal önceki gün çıkmış, 10 yıl sonra ‘17-25 Aralık girişimindeki her şey montajdı” diyor. Madem 17/25 Aralık sürecinde yayınlanan tapelerin montaj olduğunu, iftira olduğunu bal gibi biliyordun da, niçin bunları meydan meydan millete dinlettin? Şimdi, ben bu itirafçıya soruyorum: Madem 17-25 Aralık’ın FETÖ’nün bir kumpası olduğunu biliyordun, bu darbe girişimine neden ortak oldun? Seni bu yalan ve iftira furyasına öncülük etmeye kim zorladı? Seni bu çamur siyasetine kim, hangi örgüt bulaştırdı? 15 Temmuz destanına ‘kontrollü darbe’ diyerek lekelemeni senden kimler istedi? Bay Bay Kemal’in artık bu sorulara cevap verme vakti gelmiştir. Bu millete ve Türk siyasetine bir iyilik yapmak istiyorsa, çıkmalı, üzerindeki şüphe bulutlarını cesaretle kaldırmalıdır. Şayet gerçekten helalleşmek istiyorsa önce buradan başlamalıdır. Biz, ülkemize ve milletimize sorumluluğumuzun gereği olarak bu meseleyi sonuna kadar takip edeceğiz.”
Kemal Kılıçdaroğlu FETÖ’cüler tarafından Deniz Baykal’a düzenlenen bir kaset olayıyla başkanlığı kaybetmiş ve gelen boşlukta Kemal Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan seçilmişti. Yani Kılıçdaroğlu bir kasetle CHP’nin başına geçmişti. Son zamanlarda yaşanan olayların da gösterdiği gibi 14 Mayıs’ta kaybedeceği çok açık olan Kılıçdaroğlu acaba bir kasetle elde ettiği genel başkanlığı bir kasetle mi kaybedecek? Milletimiz haklı olarak bunu sormaktadır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun SSK’da 8 yıllık genel müdürlüğünden başlama üzeri politik hayatına baktığımızda yalanlarla örülü olduğunu görüyoruz. En son yerel seçimlerden önce, “Eğer seçilirsek bir kişiyi bile işten attırmayacağım. Namus sözü” demesine rağmen sadece İBB’den yirmi bine yakın insan işinden edilmiştir. Seçim öncesinde verdikleri hiçbir sözlerini tutmayan CHP’liler şimdi de “Sana Söz” sloganıyla propaganda yapmaktadırlar. Halbuki şimdiye kadar verdikleri hiçbir sözü yerine getirmedikleri gün gibi açıktır.
CHP’deki bel altı olaylar sadece bunlardan ibaret değildir. Bu tür provakatif olayları tezgâhlayanlardan biri de İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’dur. Seçildiği İstanbul hizmet beklerken Türkiye’yi gezip seçim propagandası yapan İmamoğlu son gittiği Erzurum’da milletten fazla itibar görmeyince yeni bir provokasyona imza atmış, izin almadığı bir meydanda miting yapmak suretiyle yeni bir oyuna alan açmıştır. Bizzat kendi adamlarının başlattığı bir taşlama olayıyla yeni bir provokasyona imza atan İmamoğlu, bunu bastırmak için Erzurumluları suçladığı yetmiyormuş gibi Vali ve belediye başkanına ve emniyet güçlerine ağıza alınmayacak hakaretler yapmıştır.
Valilikten ve belediyeden miting için izin almayan İmamoğlu Erzurum‘da halk tarafından protesto edilmesine rağmen sanki kendisi taşlanmış gibi yaygara koparmaya başlamıştır.
Bu provokasyonun detayları Erzurum Valisi, Belediye başkanı ve İç İşleri Bakanı tarafından açıklanmış, taşlamayı başlatanların İmamoğlu ile gelen grubun başlattığını delilleriyle, görüntüleriyle ortaya koymuştur. Buna rağmen İmamoğlu başta Vali olmak üzere Belediye Başkanı ve emniyet güçlerini suçlama yoluna gitmiştir.
Bu konuda Erzurum Valisi Okan Memiş’in açıklamaları da İmamoğlu’nun bir provakasyon peşinde olduğunu açık biçmimde ortaya koymaktadır:
“İmamoğlu’nun kente ziyaretinin bir miting olarak değil, esnaf ziyareti olarak programlandı. Öyle izin alındı. Seçim yasakları 4 Mayıs itibarıyla başladı ve 4 Mayıs’tan itibaren seçimlerle ilgili bütün emir-komuta zinciri, il ve ilçe seçim kurulları tarafından düzenlenmektedir. Daha önceden bize yapılan müracaatlarında miting alanı olarak gösterdiğimiz bir yer vardı. Orada miting yapılmadı. Bu 4 Mayıs’tan önceki tarih içindi. Bu tarihten sonra ise miting yapılamayınca, Sayın İmamoğlu’nun ilimize ziyaretlerini sayın il başkanı bize ifade etti. Biz de bu konuyla ilgili olarak yetkinin il ve ilçe seçim kurullarında olduğunu, bununla birlikte bütün siyasi partilerin gerekli demokratik haklarını kullanabileceğini böyle bir ziyaret olması halinde her türlü tedbiri alacağımızı söyledik. Esnaf ziyaretinden sonra da uygun olan yerlerde konuşma yapılacağı, halka hitap edileceği söylendi. Aslında bu bir noktada miting gibi değerlendirilebilirdi. Çok fazla yasaklayıcı davranmamak adına bu konuda bizim için önemli olan sayın misafirlerin güvenliğini almak olduğunu ifade ettik. Nitekim o şekilde planlandı. Biz Sayın İmamoğlu’nun ilimize ziyaretini, havalimanından şehir merkezine gelene kadar, ondan sonraki muhtemel konuşma alanından sonraki bütün güvenlik tedbirlerimizi ona göre aldık hatta çok üst düzeyde tedbir aldığımız söyleyebiliriz.”
Valinin bu açıklamasına rağmen İmamoğlu yalan söyleyerek valiyi ve belediye başkanını suçlamıştır.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, İmamoğlu’nun provokasyon hazırladığını belirterek şu açıklamaları yapmıştır:
“Erzurum halkına provokatör diyen Ekrem İmamoğlu’nun kendisi provokatördür. Kendini devletin üzerinde gören, İBB’yi terör örgütü elemanlarıyla dolduran bu şahıs özellikle gittiği her yerde bu tip provakatif ve tahrik gücü olan işler gerçekleştiriyor. Mağduriyet edebiyatı yapıyor. Bu tip provakatif şeyler yaparsam kendi siyasetimi kurtarırım diyor. Ekrem İmamoğlu Türkiye’ye gelmiş en büyük sahtekârlardandır. Hem yalancı hem sahtekârdır. 7 Mayıs Pazar günü Yakutiye Kent meydanından başlayarak, Cumhuriyet Caddesi’nde esnaf ziyareti gerçekleştirecekleri konusunda izin aldılar. Korsan miting yaparak yeni bir provokasyona imza attı. Erzurum gibi şehirlerde kendi değerleri üzerinden bir provokatiflik yapmaya kalkarsanız Allah korusun. Arkadaşlar bence çok başarılı bir şekilde yönetmişler. Bir kişinin kafasının kanaması dışında başka bir olay yok.”
Dört sene önce seçildiği İBB başkanlığı sırasında İstanbullulara hizmet etmesi gerekirken hiçbir şey ortaya koyamayan, İstanbul’un en zor dönemlerinde izine giden İmamoğlu, bu beceriksizliğini örtmek için politik yalanlarla kendini kamufle etmeye çalışmaktadır.
Belediye seçimleri öncesi millete bedava süt ve ekmek vereceğini vadeden, ulaşımı ve suyu ucuzlatacağı sözünü veren İmamoğlu, tıpkı genel başkanı gibi hiçbir sözünde durmamış, geldiği andan itibaren su ve ulaşım kat kat zamlanmıştır. Ekmek ve süt vaatleri de yalan çıkmıştır.
İstanbul’u büyük bir deprem tehlikesi beklerken İBB Başkanı İmamoğlu, politik ayak oyunlarıyla uğraşmaktan İstanbulluların sorunlarıyla ilgilenmemektedir. Ulaşımda neredeyse her gün bir otobüs yanmakta, metrolar ve tramvaylar arıza üzerine arıza yapmaktadır. İstanbul devasa sorunlarla karşı karşıya iken İBB başkanı seçilen birinin politik arenalarda Türkiye’yi gezmesinin hiçbir gerekçesi yoktur ve bu tamamıyla İstanbul’daki başarısını perdelemek için yaptığı faaliyetlerdendir.
Geldiği günden beri algı operasyonlarıyla ayakta kalmaya çalışan İmamoğlu’nun Anadolu’nun birçok ilinde tepki görmesi gayet doğal hale gelmiştir. Çünkü yaptığı mitinglerde tıpkı genel başkanı Kılıçdaroğlu gibi terörist Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakacağı propagandasını yapmaktadır. Demiştaş 52 vatandaşımızın katledilmesinin sorumlusudur ve yargılanması devam etmektedir. Acaba bunlar Demirtaş’ı nasıl serbest bırakacaktır? Yargıya mı müdahale edecektir.
Ne yazık ki bugün CHP’nin her alanda bitmeyen milli ve manevi değerlere olan düşmanlığı devam ediyor. Necip Fazıl CHP’yi, “CHP bir parti değil, Türk’e dinini, dilini ve özünü kaybettirmeye memur, bir katliam müessesesidir. CHP bu ülkenin başına gelmiş en büyük beladır. CHP, Haçlı dünyasıyla anlaşmış olarak Türk’ün ruh kökünü kurutmaya memur bir ocaktır.” Şeklinde özetlerken rahmetli Türkeş de, “CHP zulüm ve işkence partisidir. Türk milleti CHP’yi edebiden muhalefete mahkûm edecektir.” Diyerek bu zihniyetin gerçek yüzünü ortaya koymuştur.
Bugün gelinen noktada Kandil tarafından açık biçimde desteklenen Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptıkları bu ilkesiz politikalar yüzünden kaybedecekleri çok açıktır. Bunu bildikleri için yalan ve provokasyona sarılarak belki kazanırız planı yapmaktadırlar. Millet artık CHP zihniyetinin her seçim döneminde tekrarlayarak sergilediği bu tür çirkin oyunları görmekte ve şimdiye kadar olduğu gibi 14 Mayıs’ta da bu provokatörlere gereken dersi vereceğine inanıyorum. Bu millet feraset sahibidir. Şimdiye kadar olduğu gibi milli ve manevi değerlere düşmanlık edenleri hiçbir zaman iktidar yapmamıştır ve bu seçimlerde de yapmayacaktır.
Seçimlerde son haftaya girdik. Milletimizin ve devletimizin CHP zihniyetinin yapacağı provokasyonlara karşı çok dikkatli olmalıdır. Kaybedeceklerini anladıkları için bu tür oyunlara başvurmak CHP zihniyetinin bilinen davranışıdır.