Öcalan Türkiye'ye teslim edildiğinde anlaşılmaz yanlışlar yapıldı. Uzun yıllar terörle mücadele eden bir ülkenin birikimine yakışmayan hatalara imza atıldı.
Mahkeme kararı uygulanmadı. Örgütü yaşatmak için çeşitli gerekçeler üreterek Öcalan'ı yaşattılar.
Onu kullanacağız diyenler kullanamadılar.
Öcalan idam şokunu atlattıktan sonra -kendi adıyla- Özgür Gündem- gazetesinde yazılar bile yazdı.
Mesajlarını topluma buradan ulaştırdı. Yazılarıyla örgüte ve sempatizanlarına yol gösterdi. Hükümet bu yazıları uzun süre sessizce izledi. Günün birinde bir savcı dava açınca Öcalan yazılarına kendi adıyla değil Ali Fırat müstearı ile devam etti. Hükümet bu kişinin Öcalan olduğunu biliyordu. İsim değiştirince legalleşmiş gibi yazılarına müdahale edilmedi.
Terörle mücadelenin etkin yollarından biri de örgütü başsız bırakmaktır. Ya yakalayıp içeri tıkarak yahut yok ederek örgütü başsız bırakabilirsiniz. Örgüt lideri yakalandı ama başsız bırakılmadı. Öcalan avukatları ve yazıları ile örgütü ve kamuoyunu etkilemeye devam etti.
HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş 4 Kasım 2016'dan beri tutuklu. Kobani olaylarından ve bazı demeçlerinden dolayı yargılanıyor. Bazı suçlardan ceza bile aldı.
Ama Demirtaş her gün televizyonlarda. Gazeteler her gün güncel siyasetle ilgili onun demeç ve görüşlerini yayınlıyor. Tutuklu olduğu cezaevinden Türk siyasetine ayar vermeye çalışıyor. Dışarıda olan siyasetçilerden fazla konuşuyor. Daha fazla gündemde tutuluyor. Bazı televizyonlar onun görüşlerini merkez alarak programlar yapıyorlar. Onun üzerinden HDP'nin ayrılıkçı taleplerini gündemde tutuyorlar. Demirtaş, bedenen tutuklu ama fikirleriyle herkesten daha fazla özgür. Tutukluluk, onun fikirlerinin kendi kitlesi üzerinde daha çok etkili olmasına neden oluyor.
Kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Siyasetçilerin hataları bireysel hata olarak kalmıyor. Bütün bir toplumu etkiliyor. Bireysel hatalar toplumsal hatalara dönüşüyor. Bir kişinin hatası bazen milyonların hayatını etkiliyor.
Burada tartışmak istediğim husus tutuklu olmakla siyasetin tam ortasında olmak arasındaki çelişkidir. Prensip olarak insanların konuşmasından, fikirlerini özgürce ifade etmesinden yanayım. Ancak tutukluluk farklı bir durum. Tutukluluk hali, sadece bedensel bir sınırlılık mıdır, yoksa insana ait bütün aktivitelere kısıtlar koymak mıdır? Bu sorunun cevabı, bizi bu gibi durumlarda nasıl davranmamız gerektiği sonucuna götürür.
Tutukluluk Sadece bedensel bir kısıtlılık ise, içerideki her tutuklu örgüt mensubiyeti dikkate alınmadan fikri faaliyetlerine devam edecek, dışarıdaymış gibi davranacaktır. Yok tutukluluk dışarıdaymış gibi hareket etmeye mâni, fikri ve bedeni bir sınırlama ise durum farklı olacaktır. O zaman hiçbir tutuklu, tutukluluk süresince bir parti veya toplum lideri gibi siyasi olaylara müdahil olamayacaktır.
Demirtaş, son birkaç aydır, HDP siyaseti üzerinde dışarıda bulunduğu dönemlerden daha etkili. CB seçimlerinde HDP'yi belirleyici yapmaya, pazarlık marjını yükseltmeye çalışıyor. İki tarafa da mesajlar vererek müşteri kızıştırıyor. Siyasetin tam ortasında durarak tutukluluğu anlamsızlaştırıyor. Bazı kanallar da cezaevine hoparlör bağlayarak Demirtaş'ın mesajlarını kitleleştiriyorlar.
Bölücülükle mücadelede -ayrılıkçı sesleri-kısmanın büyük önemi vardır. Her eylem bir fikir veya ideolojiden neşet eder. Siyasi olayların çıkış noktası budur. Eylemi cezalandırıp, o eyleme hayat veren düşünceyi ihmal etmek, bir elle dövüp bir elle okşamaktır.
Demirtaş'a sağlanan özgürlüğün doğruluğunu/yanlışlığını şu soruyla test etmek mümkün. Mesela tutuklu bir Fethullahçı yöneticiye siyasete bu kadar katılma özgürlüğü verebilir misiniz? Her akşam fikirlerinin televizyonlarda tartışılmasına göz yumabilir misiniz? Bu sorunun cevabı Demirtaş'ın bir tutuklu olarak siyasetin içine bu kadar sokulmasının doğruluğunun/yanlışlığının cevabını da verecektir. Tutukluluk veya mahkumiyet bu kadar anlamsız hale getirilmemelidir.